Muğla Akbelen’de bir Türk anasının zeytin ağacına sarılarak makinelerin önüne dikildiği o fotoğraf, sadece çevre eylemi değil; vatan toprağının küresel sermayeye peşkeş çekildiğinin acı bir belgesidir. Bu direniş, aslında hepimizin geleceğine sahip çıkma mücadelesidir.
Televizyon ekranlarında, sosyal medya denilen mecralarda ibretle ve öfkeyle izlediğimiz bir fotoğraf var. Muğla Akbelen’de, vatan toprağının bir evladı, bir Türk anası, yüzlerce yıllık zeytin ağacına sarılmış, onu yerinden sökmeye gelen makinelere karşı bedenini siper ediyor. Bu fotoğraf, herhangi bir çevreci eylemin masum bir karesi değildir. Bu fotoğraf, Türk vatanının, küresel sermayeye ve onların yerli işbirlikçisi olan rant çetelerine nasıl peşkeş çekildiğinin, milli hafızamıza kazınmış acı bir delilidir!
İktidar ve onun beslediği yandaş şirketler, bu kepazeliği “enerji ihtiyacı,” “kamu yararı” gibi süslü yalanların arkasına saklamaya çalışıyorlar. Bize diyorlar ki, “santral çalışacak, enerji üreteceğiz.” Kimin için üreteceksiniz? Türk Milleti için mi, yoksa milletin toprağını, suyunu, havasını zehirleme pahasına kasalarını dolduran o bir avuç imtiyazlı şirket için mi? Bu, bir kamu yararı değil, düpedüz bir rant projesidir. Bu, vatan toprağının talan edilmesidir!
Akbelen’de kesilen o ağaçlar, sadece odun, dal ve yapraktan ibaret değildir. O zeytin ağaçlarının her biri, bu toprakların Türk’e ait olduğunun binlerce yıllık mührüdür, tapu senedidir. O ağaçlar, Kurtuluş Savaşı’nda cepheye mermi taşıyan analarımızın direniş ruhunu, bu toprakları vatan yapan ecdadımızın azmini taşır. Bir motorlu testere ile o ağacı devirdiğinizde, sadece bir bitkiyi değil, Türk’ün Anadolu’daki köklerini, tarihini ve milli hafızasını da devirirsiniz. Buna ne sizin ne de arkanızdaki para babalarının hakkı yoktur!
Türk Milleti’nin bilmesini isterim ki, bu bir tercih meselesidir. Bir yanda, birkaç on yıl sonra geriye sadece zehirli bir çorak arazi bırakacak olan kömür madenleri var. Diğer yanda ise binlerce yıldır bu toprağın insanını besleyen, onlara yuva olan, geleceğe miras bırakacağımız zeytinliklerimiz var. Vatanseverlik ve akıl, elbette ki ikincisini seçmeyi emreder. Ama onlar, akıldan ve vatan sevgisinden nasiplerini almadıkları için, günü kurtarmak ve rant çetelerini zengin etmek uğruna geleceğimizi satmaktan çekinmiyorlar. Bu, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde işaret ettiği gaflet ve dalalet halinin ta kendisidir.
O topraklarda direnen İkiz köylü kardeşlerimiz, sadece kendi zeytinliklerini savunmuyorlar. Onlar, hepimizin hakkını, bütün bir milletin geleceğini savunuyorlar. O direniş, yerel bir direniş değil, Kuvâ-yi Milliye ruhuyla verilen bir milli mücadeledir. Karşılarında devletin jandarmasını, şirketlerin özel güvenliğini bulmaları ise bu iktidarın kimden yana tavır aldığını açıkça göstermektedir. Devlet, milletinin yanında olması gerekirken, üç beş müteahhidin tahsildarı gibi davranmaktadır. Bu kabul edilemez!
Zafer Partisi olarak bizler, bu meseleyi en başından beri takip ediyoruz. Bizim için Akbelen, sadece bir çevre sorunu değil, bir milli güvenlik ve milli egemenlik sorunudur. Vatan toprağı, parsel parsel satılık değildir. Türk Milleti’nin ortak serveti olan ormanlarımız ve zeytinliklerimiz, üç beş şirketin kâr hırsına feda edilemez.
Buradan iktidardakilere sesleniyorum: Bu yanlıştan derhal dönün! Türk analarını jandarma kalkanlarıyla iterek, dedelerinden miras kalan topraklara el koyarak iktidarda kalamazsınız. O ağaçları kesen testerelerin sesi, sizin vicdanınızın değil ama iktidarınızın çatırdama sesidir. Türk Milleti, toprağına, ağacına, suyuna ve geleceğine sahip çıkacaktır.
Bu talanın hesabı, günü geldiğinde mutlaka sorulacaktır.