Verilen metin, resim öğretmeni Mahmut Bey’in sanat ve kişisel yaşamındaki zorlukları ve beklenmedik başarısını anlatan “Son Bakış” adlı eserin özetidir. Mahmut Bey, karısının temizlik takıntısı nedeniyle resim tutkusunu gizlice sürdürmek zorunda kalır ve soyut sanattan hoşlanmamasına rağmen, geçmişte okuldaki başarısızlıklarına rağmen bir sanat kariyeri edinmiştir. Karısının yaptığı beklenmedik bir müdahale sonucu, Mahmut Bey’in yarışmaya gönderdiği eser yanlışlıkla değişir ve bu yeni eser, yarışmada birincilik kazanarak ona hem maddi ödül hem de soyut sanatın dehası olarak ün kazandırır. Bu olay, sanat camiasında eserinin gizemini çözmeye yönelik geniş tartışmalara yol açarken, Mahmut Bey de yeni şöhretiyle birlikte anlamını bilmediği yeni nesil şiirler yazmaya başlar.
Mahmut Bey yaşamın nice labirentlerden geçtikten sonra bir fakültenin resim bölümünden mezun olup resim öğretmeni olmuştu. Sonunda bitmez tükenmez azmi sayesinde taşrada bir fakülde de görev almayı başarmıştı Öğretim Görevlisi olarak. Bütün sanat akım ve sanatçıların hayat ve tarzlarını ezbere bilirdi. Klasik resim sevdalısıydı. Leonardo Vinci’nin tüm eserlerini ve Modigliani’nin her biri birbirine benzeyen uzun yüzlü hüzünlü kadın portrelerini de çok beğenirdi. Sanatın tüm dallarında olduğu gibi soyut resimleri hiç anlamaz ve sevmezdi. Ona göre bu tür çalışmalar klasik resmi beceremeyen bir yığın entel dantel saçmalıklarıydı. Çocuklarından hiç birisi babalarına bir nebze olsun çekmemişlerdi. Eşi Hayriye Hanım temizlik hastası bir ev kadınıydı. Bazen bu işi fazla abartırdı. Onun yağmur yağarken 5.kattan camları silerken görenlerin yüreklerini ağızlarına getirirdi.
Son yıllarda eşinin temizlik hastalığı had safhaya çıkmış, çok sevdiği yağlı boya çalışmalarına izin vermez olmuştu. Öyle ki o çok beğendiği kendine göre birer şaheser olan at tabloları, çıkarınca duvarda iz bırakır diye dolabın arkasına konulmuştu. Katıldığı birkaç karma sergisinden beklediği ilgiyi bulamadığı için soğumaya başlamıştı resim aşkından. Yine de suluboya çalışmaları için ortalığı dağıtmama, boyaları ve suyu dökmeme koşuluyla Hayriye hanımdan müsaade almıştı.
Bir gün televizyondaki sanat programından duyduğu Kültür Bakanlığının açtığı büyük ödüllü resim yarışması ile şansını son kez denemek istedi. Büyük kız evlenme öncesindeydi, azda olsa bir ödül onu biraz rahatlatabilirdi. Yarışmayı eşi de hiç olmazsa ortalıktan karaltıları kalkar düşüncesiyle desteklemişti.

Sabah eserinin paketlenmiş olmasına çok sevindi. Üzerine rumuzunu ve adresini yazıp erkenden kargoya gitti. Yarışma sonuçlarından pek de umutlu olmadığı için unutmuştu bile. Bir sabah çalan telefona attığı çığlıklar yıllar süren suskunluğunun bir dışa vurumu gibiydi. Eseri birinci seçilmişti.
Yaşadığı anlaşılmayan uzun yıllar gözlerinin önünden film gibi geçmeye başladı. Bu anları seyretmek ona her seferinde garip bir huzur veriyordu. İlk ressamlığa okuldan getirdiği tebeşirlerle asfalta resimler çizerek başlamıştı. Tabi evdeki ağabeyinden kalan defter ve kitapların boşluklarına çizdiklerini saymazsak. Sonra okuldaki duvar gazetesinin kadrolu baş ressamı oldu. Ortaokulda hayatına yön verecek kişi resim öğretmeni yeni mezun Naciye Hoca olacaktı. Uzun boylu olduğu için sınıfın en arka sıralarında oturmasına karşın hocası bu cevheri keşfetmişti. Dersin çoğunda yanına oturup ona bilmediği bilgiler verip, hatalarını gösterirdi. O yıl ilk dönem karnesinde resim ve Türkçe dersleri hariç bütün dersleri zayıftı. İnsan bedenden ve müzikten nasıl zayıf alabilirdi? Terliksi hayvanların bölünerek çoğalması nasıl oluyordu, hiç gören var mı? Fi tarihli savaşlarda orduların sayısı, yenenler ve yenilenler, yapılan anlaşma maddeleri tek tek yazılmalıydı. A noktasından 100, B noktasından 70 kilometre hızla giden araçlar nerede çarpışırlardı? Ya da açık bırakılan bir musluk, yine açık bırakılan bir havuzu kaç zamanda doldururdu? Hiç kimse demez mi, kapatın havuzun tıpasını, dolsun. Bu su israfı niye? Dünyada susuzluk var iken. Neyse o yıl birazda şansın yardımıyla sınıfı geçti. Ama ertesi yıl doğrudan ikmale kaldı. Bu oğlan okumaz bari bir zanaat sahibi olsun denilerek Sanat Okulu Motor bölümüne yazıldı. O yıl orada da istikrarını (!) sürdürüp sınıfta kaldı. Yahu motor kim O kim? Aralarında Mariana çukuru ile Everest Tepesi kadar fark var. Yine okul kitaplarının boş yerlerine resim yapan, şiir yazan biriydi. Ne o, sekman, piston, silindir, krank mili… Yine de sadece bir yıl sınıfta kalıp doğru dürüst bir bilgi edinemeden mezun oldu.
Neyse, beklenen o günde geldi. Sabah erkenden yıllar sonra aldığı takım elbisesi ve eşinin yeni döpiyesiyle yola çıktılar. Adeta uçarak eserinin sergilendiği salona gittiler. Mahmut Bey, heyecanla birincilik kazanan eserini görmek istiyordu. Fakat çok şaşkındı. Çünkü kazandığı eserin altında isminin olmasına rağmen eser onun değildi. Bütün salondaki resimleri birer birer dikkatlice inceledi, ismini bulamadı. Bunda bir yanlışlık var diye üzgün bir şekilde eşine seslenirken, müjdeyi aldı. Bey, bey bu eser senin. Vehbi’nin kerrakesi* sonradan anlaşıldı… Sevgili temizlik hastası eşi tabloda biriken tozları deterjanla silmiş. Feryadını duyan kızı kısa bir şoktan sonra tablonun tam ortasına hızlıca bir çift göz çizmiş. Nasıl olsa Mahmut Bey’in her durumda hiç şansı yok denilerek kargoya verilmiş. Sergide Kültür ve Turizm Bakanı başta olmak üzere geniş bir katılım olmuş. Mahmut Bey ve eşi açılışa geç kaldıkları için birinci gelen esere yapılan övgüleri maalesef duyamadılar. Bir iş adamının sanat aşığı koleksiyoner eşi eserine bir otomobil parası teklif etti. Mahmut Bey düşünmeden ve bayılmadan teklifi hemen kabul etti.
Artık sanat dünyasının yeni güneşi olacaktı. Savulun, soyut resmin dehası önünde saygıyla eğilin, O geliyordu artık! Sanat dünyası ve eleştirmenler televizyonlarda günlerce açık oturumlar düzenleyip Son Bağış’ın esrarını çözmeye çalıştılar. Kimine göre bu bakış İsa’nın çarmıha gerilirken dünyaya son bakışı gibi uhrevi duygular içeriyormuş. Kimilerince günümüz insanın içinde bulunduğu kaostan çıkma çabasıymış. Her bakan kahve falı gibi kendince yorumlar yaptı.
Eve dönüşünde yıllardır anlaşılmayan şiirlerini tekrar gözden geçirdi. Bu sefer hiç ilgisi olmayan kelimeleri artarda sıralamaya başladı. Ortaya kendinin de anlamadığı bir yığın abuk sabuk kelimelerden oluşan yeni nesil şiirleri çıktı. Bir örnek verecek olursak;
KELEBEĞİN KOKUSU
Her rüzgar bulutlar arasından ona seslenen bir güneşin kokusu
Bazen martıların kanatları suya değer ıslanmazdı
Begonviller yeşil saçları arasında güzel bir ahenk oluşturunca
Amazondan gelen bir kuş sesi onu tatlı rüyasından uyandırıp
Hayatın anaforlarına dikey geçiş yaptırırdı
Efil efil eserken mahur bir rüzgar
Kimse bilmez yangınlardaki suskunluğumu
Anaforlarda kaybolurdu çaresizliğim
Yeter yahu bu kadar edebiyat cinayetine bende dayanamıyorum. 70’inden sonra şöhret olmak benim neyime diye haykırdı…
*İşin aslı