Müyesser Yıldız
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Mehmet Akif Ersoy tutuklanmadan 78 gün önce bir mahkemede bunlar anlatıldı…

Mehmet Akif Ersoy tutuklanmadan 78 gün önce bir mahkemede bunlar anlatıldı…

featured
0
Paylaş

Bu makale, gazeteci Mehmet Akif Ersoy’un tutuklanmasıyla birlikte yeniden gündeme gelen Selam Tevhid soruşturmasını ve bu süreçteki karmaşık iddiaları ele almaktadır. Metin, Ersoy’un geçmişteki dinlemelerini, İran ile bağlantılı olduğu öne sürülen dini eğitimlerini ve ailesinin bu yapılarla olan köklü ilişkilerini detaylandırmaktadır. Haberde, geçmişte FETÖ kumpası olarak nitelendirilen bu soruşturmanın, güncel siyasi gelişmeler ve devlet içi dengeler ışığında yeniden nasıl yorumlandığına dikkat çekilmektedir. Ersoy ve beraberindeki bazı isimlerin uyuşturucu operasyonu bahanesiyle aslında milli güvenlik ve istihbarat odaklı bir hesaplaşmanın parçası oldukları ileri sürülmektedir. Ayrıca kaynak, Ersoy’un tutuklanmasının İran istihbarat faaliyetlerine yönelik stratejik bir hamle olabileceğine dair medyadaki çarpıcı analizleri aktarmaktadır. Nihayetinde yazı, hukuki bir sürecin arka planındaki iktidar içi çatışmaları ve değişen siyasi söylemleri sorgulamaktadır.

 

Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy uyuşturucu operasyonu kapsamında gözaltına alınıp tutuklandığında; kendisine karşı “çok net bir siyasi operasyon” yapıldığını belirtirken, “Daha önce FETÖ tarafından telefonlarım dinlenmişti… Türkiye’de hukukun geldiği noktayı pek çoğumuz biliyoruz, beni tutuklamayı kafaya koyduklarını düşünüyorum.” dedi. Ardından ise “maksadını aştığını”, o sözleriyle adli makamları hedef almadığını bildirdi.

Ersoy’un tutuklanmasından birkaç gün sonra iktidarın gazetesi Sabah, iddiaların Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na kadar uzandığını öne sürüp Furkan T. ismini verdi. Gazeteci Barış Terkoğlu, bu kişinin Dezenformasyonla Mücadele Merkezi Koordinatörü Furkan Torlak olduğunu duyurunca Torlak, hakkında herhangi bir suçlama bulunmamasına rağmen kurumun yıpranmaması adına istifa ettiğini açıkladı.

Ersoy operasyonuyla birlikte olayın, “iktidar içi savaşların bir göstergesi olduğu, Mehmet Akif Ersoy’un Hakan Fidan’a yakınlığıyla bilindiği” gibi iddialar gündeme getirilirken, en çok da geçmişte “FETÖ”cü savcı ve polisler tarafından yürütüldüğü söylenen Selam Tevhid örgütü soruşturması hatırlandı.

Mehmet Akif Ersoy’un 2013’te TRT Kahire muhabiriyken bu soruşturma kapsamında şüpheli olarak dinlendiği, dinlenenler arasında; 1990’lı yıllarda İran İslâm devrimi yanlısı -Ersoy’un babası- Nadir Ersoy’un da bulunduğu, telefon konuşmalarının birisinde baba Ersoy’un oğlunu Suriye’ye eğitime gönderdiğinin ve yanında Furkan Torlak’ın da bulunduğunun öğrenildiği anlatıldı… Ayrıca sosyal medyada; Mehmet Akif Ersoy’un Şam’daki bir Şii okulunda eğitim gördüğü, babasının, “Onu İran’a adadım.” dediği şeklinde iddialar dillendirildi.

17/25 Aralık’tan sonra “FETÖ kumpası” olarak nitelendirilen Selam Tevhid soruşturması neydi; kısaca özetleyelim:

Şubat 2014’te; “tarihin en büyük telekulak skandalının ortaya çıktığı” ve “paralel yapının MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dan İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya kadar 7 binden fazla ismi ‘terör örgütü üyesi’ diye dinlediği” duyuruldu.

Ağustos 2014’te bu konuda Emniyete hazırlatılan bin 200 sayfalık inceleme raporunda; “soruşturmanın Selâm örgütünü ortaya çıkartmak amacıyla başladığı, ancak amacından saptırıldığı” vurgulanırken, şu ayrıntılara yer verildi:

“Selam Tevhid soruşturmasının Kâmile Yazıcıoğlu isimli kadının Emniyete verdiği ifadeyle başladığı, bu ifadede adı geçen Nurettin Şirin’in ise Selam Tevhid örgütünün lideri olduğu gerekçesiyle ‘şüpheli’ olarak takip altına alındığı belirtiliyor… Teknik takibe alınan isimlerden biri de AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un danışmanı Furkan Torlak. Furkan Torlak’ın Eylül 2012 yılında soruşturmaya dahil edilmesinin sebebi ‘soruşturma kapsamında dinlenen bir şüpheli ile yaptığı konuşma’. Raporda Numan Kurtulmuş’un da bazı konuşmalarını Torlak’ın telefonu üzerinden yaptığı ve böylece onun konuşmalarının da teknik takibe takıldığı belirtiliyor… Emniyet raporunda, Selâm soruşturmasındaki MİT ile ilgili bölümlere de atıflar var. MİT hakkında, hem KCK hem de İran bağlantılı gibi bir algının oluşturulmaya çalışıldığı, MİT müsteşarının yakın çevresinin dinlemeye alındığı belirtiliyor.”

Yine o dönemde, “Paralel örgüt amacına ulaşabilseydi Tevhid Selam Kudüs Ordusu terör örgütü soruşturması kapsamında tam 242 kişiyi gözaltına alacaktı.” denilerek, 242 kişilik bir liste yayımlandı. Listenin 133’üncü sırasında da “Numan Kurtulmuş’un özel kalemi” olduğu belirtilerek Furkan Torlak’ın, 142’nci sırada gazeteci Mehmet Akif Ersoy’un, 167’nci sırada babası Nadir Ersoy’un, 206’ncı sırada ise Furkan Torlak’ın eşinin isimleri yer aldı.

Nihayetinde Ekim 2015’te dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili İrfan Fidan’ın hazırladığı iddianamenin ardından bu dinlemeleri yapanlar hakkında dava açıldı.

15 YIL SONRA BİR İDDİANAME DAHA 

Ana dava dışında aynı konuda farklı farklı mahkemelerde başka davalar da açıldı. Kiminde ceza verildi, kimi suçlamalar zamanaşımından düştü.

Örneğin İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen bir başka Selam Tevhid dosyası geçtiğimiz 2 Ocak’ta 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yeni bir dosyayla birleştirildi. Soruşturması 2017’de başlayan ve 2008-2012 yılları arasındaki dinlemeleri kapsayan bu davanın sanıkları ise başta dönemin İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan olmak üzere İstihbarat Şube’de görev yapan polisler.

“Haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, hukuka aykırı olarak kişilerin verilerini kaydetmek, resmi belgede sahtecilik, özel hayatın gizliliğini ihlal, iftira ve görevi kötüye kullanma” suçlamalarıyla açılan bu davanın geçtiğimiz 24 Eylül’de duruşması vardı.

Sanıklardan Erol Demirhan, aynı suçlamalardan daha önce de yargılandığını ve hüküm verildiğini, ayrıca Şubat 2024 itibarıyla tüm dinlemeler zamanaşımına girdiği halde 8 Mayıs 2024’te hazırlanan iddianame ile bu davanın açıldığını belirtirken, yaptıkları dinlemelerin istihbari nitelikte olduğunu, hukuka uygun yapıldığını, hiç kimsenin özel hayatına ilişkin hiçbir görüntü ya da ses kaydı alınmadığını, bu dinlemelerin hiçbir şekilde kişi aleyhinde delil olarak kullanılmadığını, adli makamların kullanımına sunulmadığını, elde edilen verilerin yasal süresi içinde imha edildiğini, sadece tutanakların denetimler için arşivlerde saklandığını, bunların kendileri değil, haklarında soruşturma yürüten polis veya savcı tarafından ifşa edildiğini, ayrıca iddianamede 462 mağdur varken, tek bir şikâyetçi bile bulunmadığını öne sürdü.

 

NE TESADÜF 

Erol Demirhan, işte bu savunmaları yapmadan önce de, “İddianamenin kurgulanma sebebi olan Selam Tevhid Terör Örgütü ile ilgili bilgi vermek istiyorum.” diyerek süreç hakkında çok detaylı bilgi verdi.

Demirhan, 17 Ocak 2000’de, örgütün lideri Hüseyin Velioğlu’nun da bulunduğu İstanbul Beykoz’daki Hizbullah hücre evine düzenlenen operasyonda örgütün arşivine ulaşılması sonrasında Selam Tevhid diye bir grubun varlığının belirlendiğini ve örgütün büyük ölçüde çökertildiğini, örgüt içinde faaliyet gösteren Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’nun eşi Kamile Yazıcıoğlu’nun 2010’daki ihbarı üzerine verdiği bilgilerde adı geçenlerle ilgili çalışma başlatıldığını, bu incelemelerde 2000 yılındaki dosyaya konu edilmeyen yeni bilgi/belgeler bulunduğunu, ilk dönemlerde olduğu gibi her küçük hücresel grubun başında bir İranlı ve altında yardımcısı bir Türk ve grup yetkililerinden oluşan küçük yapılar tespit edildiğini, Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’nun kendisinden istenilen çeşitli konularla ilgili çalışmalar yaparken özellikle kamu görevlileri ve birtakım gazeteci-yazarlarla görüşmeler gerçekleştirip bunları rapora dönüştürdüğünün anlaşıldığını anlatırken, örneğin şimdi gündemde olan isimlerle ilgili olarak şunları da söyledi:

Gelen bilgiler arasında Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’nun başka kişilerin dijital ve fiziki özgeçmiş ve biyografik bilgi formları bulunmuştur. Bunlar arasında Hakan Fidan özgeçmiş raporu da bulunmaktadır… 2000 yılında yapılan çalışmalarda ismi geçen birçok kişinin oğlu günümüzde soruşturmalarda şüpheli olarak takip edilmiştir. Şöyle ki, Selam dergisinin kurucusu olarak geçen Hamdi Torlak’ın oğlu Furkan Torlak, yine Selam gazetesi ve vakfı yöneticilerinden Mehmet Dumlupınar’ın oğlu Yasir Dumlupınar, Nadir Ersoy’un oğlu Mehmet Akif Ersoy, Hasan Kılıç’ın oğlu Ahmet Kılıç, Hüseyin Avni Yazıcıoğlu ile irtibatlı ve şirketinde İranlara verilecek raporlarının hazırlandığı Cemaleddin Yılmaz Alban’ın oğlu Muhammed Enes Alban bunlardan birileridir. Furkan Torlak, Mehmet Akif Ersoy, Tarık Taylan, Fatih Er, Yasin Sıtkıpınar gibi şüphelilerin bir dönem Suriye’de bulunan Şii havzaları olarak adlandırılan bölgelerde eğitim aldıkları tespit edilmiştir. Şahıslar Suriye’de eğitim aldıklarının ortaya çıkmasını istememektedirler.”

Ez cümle; Mehmet Akif Ersoy’un tutuklanmasından 78 gün önce, neredeyse çoktan unutulmuş olan bu konunun İstanbul’daki bir mahkemede bu şekilde gündeme gelmiş olması, Ersoy’un tutuklanmasının ardından da haliyle tüm bunların hatırlanması ilginç bir tesadüf olsa gerek.

 

KUMPAS MI DEĞİL Mİ?

Selam Tevhid dosyasına “FETÖ kumpası” denildiğini belirtmiştik. Ama bakın beş gün önce iktidarın bir medyasında nasıl bir haber yayımlandı?

“Mehmet Akif Ersoy’un tutuklanması İran istihbaratında deprem etkisi yaptı” başlıklı haber aynen şöyle:

“İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanan Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy’un durumu, sadece medya dünyasında değil, sınır ötesinde de büyük bir deprem etkisi uyandırdı. Yıllardır İslamcı ve milli bir kimlik maskesiyle kamuoyuna sunulan Ersoy’un, aslında Tahran’ın bölgedeki sinsi planlarına hizmet eden gizli bir mekanizmanın parçası olduğu iddiası gündemi sarsıyor. Medya dünyasında ‘parlatılan’ bir ismin tutuklanması, aslında Türkiye üzerinden kirli operasyonlar yürüten odaklara verilmiş en sert mesajlardan biri olarak yorumlanıyor. Yayınlanan analizlere göre, Ersoy’un tutuklanmasıyla birlikte İran istihbaratının Türkiye içerisindeki sızma faaliyetleri büyük bir darbe aldı. Tahran’ın 12 yıldır resmi takibe alınan ve her adımı izlenen isimler üzerinden kurduğu ‘etki ağı’, Türk polisinin kararlı operasyonuyla yerle bir edildi. Haberde yer alan en çarpıcı iddialardan biri de, bu yapının Türkiye’de Suriye, Yemen ve Irak’takine benzer bir ‘silahlı milis gücü’ tesis etme hayaliydi. Mehmet Akif Ersoy’un babası Nadir Ersoy üzerinden yürütülen ‘Selam Tevhid’ bağlantıları ve Kasım Süleymani hayranlığıyla beslenen bu karanlık ideoloji, Türkiye’nin iç barışını hedef alıyordu. Ersoy’un tutuklanmasıyla, Suriye’de Müslüman kanı döken o zihniyetin Türkiye ayağına adeta ‘dur’ denilmiş oldu. 16 yaşında Suriye’deki İran merkezlerinde ‘havza eğitimi’ alan ve ardından devletin en kritik kurumlarında roket hızıyla yükselen Ersoy’un hikâyesi, sinsi bir sızma harekatının anatomisi niteliğinde. Analizlerde, Ersoy’un TRT ve Diyanet gibi kurumlarda aldığı hassas görevlerin, aslında bir ‘nüfuz ajanı’ olarak kurgulandığı savunuluyor. Tahran yönetiminin, Türkiye’deki bu en önemli figürünü kaybetmesiyle, bölgedeki propaganda ve dezenformasyon mekanizmasının felç olduğu ifade ediliyor. Mesele sadece uyuşturucu veya kişisel suçlar değil; asıl meselenin Türkiye’nin bekası olduğu vurgulanıyor. Türkiye’yi bir ‘İran uydusu’ haline getirme planlarının merkezinde yer alan isimlerin tek tek deşifre edilmesi, Tahran’da panik havası estirdi. Ersoy’un tutuklanması, bölge genelinde İran’a selam veren veya ondan talimat alan tüm yapılar için yolun sonunun geldiğini gösteren tarihi bir dönüm noktası olarak kayıtlara geçti.”

Trump’ın ve ülkemize kayyum olarak atadığı Büyükelçi Tom Barrack’ın bölgemizle ilgili İsrail merkezli planları bir yana, Mehmet Akif Ersoy üzerinden dillendirilen bu iddialar evvel emirde Selam Tevhid dosyasının hiç de “kumpas” olmadığı anlamına gelmiyor mu?!

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!