GÖÇMEN İADE ANLAŞMASI BÜTÜN TÜRK TARIHININ EN AHLAKSIZ ANTLAŞMASI MI?
“FENERBAHÇE NASIL KURTULUR?”
Buna benzer bir başlık Galip Erdem tarafından atılmıştı.
“BEŞİKTAŞ NASIL KURTULUR?”
12 Eylül sularıydı.
Askerler darbe yapmışlardı.
Kolay yazılmıyordu.
Galip Ağabey Beşiktaş Nasıl Kurtulur’da her şeyi anlattı.
Beşiktaş bir metafordu.
Ne dediğini hemen hepimiz anladık.
Fenerbahçe Sırp ve Hırvat ittifakına yenildi.
Sekiz kişi bitirdi maçı…
O kadar dua ettim bir Beşiktaşlı olarak:
“Allah’ım Beşiktaş’ın gücünü Fener’e kat!” diye…
Olmadı…
Vize alabilecekti alamadı.
Beşiktaş’ın gücü Fener’e katılmadı. Göçmen konusunda da devlet beni dinlemedi. Tıpkı Kürt Sorunu çözüm süreci diye David Phillips ile Henri Barkey’i dinleyip tuzağa düştüğü gibi…
Oysa o zaman da Kürt sorununun çözümü için milli bir proje teklif etmiştim.
Göç meselesi de öyle oldu maalesef…
Vize alacağım diye olmadık hokkabazlıklar…
Kolay vize vermezler…
Geçit yok Avrupa’ya…
Adamlar birkaç göçmen misafir etmemek için olmadık kepazelikler yaptılar. Hele hele o şınav çektirip de ‘sığınmışların’ önlerine para atmadılar mı? İşte o insanlığın bittiğinin kanıtı.
Onlara sığınılmayacağı ne kadar açık…
Ülkelerine şöyle ya da böyle girmiş insanları üç milyara bize satmaya hazırlanıyorlar.
Bu kepazeliğe ortak olmak demek, bu çökmüş medeniyeti, bu tek dişi kalmış medeniyeti kurtarmak demek.
Ondan olmak demek…
Bunun konuşulması bile zuldür. Utanç vesilesidir.
Bütün monşer fikirlerden daha aşağılıktır.
Monşer olsan da gâvurlarla viski tokuştursan bu kadar günaha girmezsin…
AB İLE PAZARLIĞIN İKİNCİ PERDESİ DOĞRUYSA…
Duydum ki AB ile masaya oturacakmışsın. Duydum ki pazarlıkta ikinci perde açılıyormuş…
Aman o perde açılmasın!
Ne konuşacaksın?
Üyelik şartlarımızı mı?
Uyum politikalarını mı?
Açılmayan fasılları mı?
Elli küsur yıldır elde edemediğimiz haklarımızı mı?
Yunanistan ile birlikte gireceğimiz AET’ye niçin alınmadığımızı mı?
AB üyeliği için daha ne kadar bekleyeceğimizi mi?
Neyi konuşacaksın?
Sakın ha okuduklarım, duyduklarım olmasın?
Aman ha diyeyim, sakın göçmen iadesini konuşma!
Sakın ha üç kuruşluk itibarımızı ayaklar altına alma!
Sakın ha, üç beş tüccar kolay vize alıp da Avrupa’ya gezmeye gidecek diye Türkiye’yi Uluslararası Göçmen Kampı yapma!
Sakın, sakın, sakın!
Allah’tan kork, tarihin sayfalarına nasıl geçeceğini düşün…
Çok yazdım…
Yıllar evvel…
En büyük ihaneti Kenan Evren yaptı dedim.
‘Yunanistan’ın NATO’ya dönmesi’ konusundaki vizemizi çok ucuza sattı diye çok yazdım.
Ondan daha büyük bir aymazlık, çapsızlık, hatta ihanet olur…
200 milyar dolar verseler de göçmen iadesi anlaşması imzalanmamalı diye çok yazdım.
Bütün borçlarımızı silseler de imzalanmamalı…
Ne yapacakmışız? Avrupa’ya kolay vize alacağız da ne olacak?…
Burnumuz mu büyüyecek?
Bu vize lakırdısı, futbol takımlarının literatürü…
“Fenerbahçe Avrupa vizesini kaçırdı” filan…
O işlerde yakışık alıyor, ama asla dış politikada uygun değil…
Sefil, zelil, dilenci, zavallı, bekçi olmaya ne hakkımız var?
Kahraman ecdadımızdan bizde bir kan yok mudur?
Ne hakla geleceğimizi ipotek altına alıyoruz?
Yarınki nesillerin hakkınızda ne yazacağını biliyor musunuz?
Değer mi?
Zevahiri kurtarma adına zillete düşmeye değer mi?
Bütün Türk tarihinin en ahlaksız anlaşması olur bu…
Hani, çok bilmiş – çok bilmiş; tarihe bakıp ucuz değerlendirmeler yapıyoruz ya…
“Masa başında nasıl kaybetmişiz” filan…
Bu hepsinden daha korkunç bir aymazlığın yansıması demek…
Bu stratejik düşünemediğimizin bir işareti…
İleriyi görememek…
Tarihi bilmemek…
Bir de buna pazarlık diyenler çıkmış…
Ne kadar ayıp…
Ne kadar yüz kızartıcı…
Ben yıllar evvelinden yazdım.
Kilis’teki kamp kırk bin göçmeni barındırırken…
“Göçmen sayısı milyonları aşacak tedbir almalıyız” dedim.
KAMPI EDİRNE’YE TAŞIMALIYDIK
Nostrodamus’un beş yüz yıl önceki kehanetinden bahsettim. Üç milyon kara adam güneyden ve doğudan Avrupa’yı istila edecek dediği gün bugündür diye düşünüyor Batı’nın vehim ortaklığı…
Batı’nın, bu kehanetin korkusundan güvenlik stratejileri geliştirdiğini yazdım.
‘Kampı Edirne’ye taşımalıyız’ diye çok yazdım.
Polis akademisinde bile Büyükdoğu ve Necip Fazıl diye konferans verirken bile lafı bu meseleye getirip ‘niçin yakalıyorsunuz’ dedim.
Bu yetmez.
‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ yenilenmeli diye haykırdım.
“İnsanın seyahati önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır!” dedim.
O sırada AB bayrağı ile Türk bayrağını yan yana bilboarda koyup üstüne de ‘İnsan Ticareti Suçtur Yakalatın’ türünden sloganların yazılı olduğu afişler astılar.
Ne iğrenç bir yalakalık ve bekçi köpekliği örneğiydi.
Utandım.
Her yerde anlattım.
Yine aynı sıralarda Batılı biri otostopla bütün dünyayı gezmeye çıkmıştı.
‘Dünya her batılının oyun alanıdır. O istediği yere gider.’
Sen gidebilir misin?
Vize alman lazım.
Sen niye gidemiyorsun?
İnsanlar kaça ayrılır?
Kolay seyahat edenler ve edemeyenler diye mi?
Batılılar ve Doğulular diye mi?
Biz hayvanız da onlar insan mı?
Soruyorum en zenginimizden en bürokratımıza… Yeşil kırmızı pasaportlulara… Çok parası olanlara…
“Siz hiç lastik botla, yüzlerce yolcuyla tıkış tıkış batmaması handiyse imkânsız olan bir botla Yunan adalarına seyahat eder misiniz? Beş bin dolara…”
Aptal mısınız? Elbette etmezsiniz.
En fazla yüz dolardır.
Verirsin parayı binersin uçağa, binersin gemiye, gidersin…
O insanlar niçin gidemiyor ya?
Ülkesi işgal edilmiş, iç savaştan kaçan, insan gibi yaşamak isteyen Suriyeliler yahut Afganlılar niçin istediği ülkeye seyahat edemiyor?
Üstelik beş bin doları gözden çıkarmasına rağmen…
Onun seyahat arzusu neden insan kaçakçılığı, insan ticareti sayılıyor?
Eğer insan ticareti yapanlar varsa –ki var- neden onlar yakalanmıyor. Onların devreden çıkması için ‘bütün insanlar eşit’ diyerek o mazlumların da yüz dolara seyahat edebilmesini temin etmek gerekmez mi?
Neden insanlar denize dökülüyor? Neden yakalanıyor? Neden batırılıyor? Neden denizden çocuk cesetleri toplanıyor?
Şimdi benim yıllar önce yazıp çizdiğime geldiğini söylüyor bazı arkadaşlarım bu devletin.
Hayır!
Bin defa hayır!
Ben böyle demedim ki…
Bu diplomatik bir ayıptır.
Güya pazarlık için üç beş bot görmezden gelinmiş…
Devlet “Avrupa aklını başına al, göçmen yükü omzuma çok bindi. Ben böyle olacağını bilemedim. Şimdi elini taşın altına koy. Bize biraz para ver. Yoksa karışmam, göçmenleri salarım”… Benim dediğim bu değildi. Evet, bu diplomatik bir ayıptır. Sürdürülebilir de değildir.
FENERBAHÇE KUMPASA GELDİ
Her şey zamanında yapılmalıydı ve yakışık almalıydı.
İlerisi görülmeliydi. İlkeli davranılmalıydı. Konu insan hakları perspektifine getirilmeliydi.
Batı sınavı yine de geçemedi.
“Ama biz de Fenerbahçe gibi kumpasa geldik. Hakeme rağmen kazanacağımız maçı kaybettik.”
Tamam, ittifak yaptılar ama bizde kabahat yok mu? Oyunu niçin görmüyoruz?
O medeniyet battı diye bizim medeniyetimizi niçin zillete bulaştırıyoruz?
Batsın bu dünya!
Bu medeniyet batsın.
Buna iştirak eden ne kadar medeniyet bozuntusu varsa o da batsın…
Utanın!
Şimdi nasıl kalkarsınız da bunu sorgulamak dururken,
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni değiştirmek icap ederken,
İnsanın seyahat özgürlüğü önündeki bütün engelleri kaldırmak gerekirken
Üç kuruşa bekçiliğe soyunursunuz?
Bu cehalet, bu teslimiyet, bu çıkarcılık, bu ileriyi görememek, bu stratejik düzeysizlik nasıl açıklanabilir ki başka?
lutfu-sahsuvaroglu
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı