Erol Sunat
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. “Bir Göz Aşinalığı Var Aramızda”

“Bir Göz Aşinalığı Var Aramızda”

0
Paylaş

Makale, Türk milletinin Anadolu coğrafyasıyla kurduğu derin ve kadim ilişkiyi “göz aşinalığı” kavramı üzerinden detaylandırarak, bu hissiyatın kökenlerini inceler. Yazar, bu aşinalığın sadece “tanıdık” olmakla kalmayıp, Türklerin Malazgirt öncesine dayanan binlerce yıllık duygusal ve ruhsal bir bağ olduğunu öne sürer. Tarihsel olarak bu bağ, Sultan Alpaslan ve İkinci Kılıçaslan gibi figürlerle Anadolu’nun Türklük mührüyle mühürlenmesiyle pekişmiş, aynı zamanda Türklerin bölgeye huzur ve adalet getiren bir ulus olduğunu belirtir. Bu derin bağlantının, Orta Asya’dan başlayan göç yolculuğunun coğrafyada bıraktığı izlerle ve antik kazılarda yakalanan benzerliklerle desteklendiği ifade edilir. Metin ayrıca, coğrafya ile kurulan bu güçlü bağ sayesinde yer isimlerinin Türkleştirildiğini ve bu aşinalık hissinin Türkiye Cumhuriyeti dahil olmak üzere bölgede kurulan devletlerin temelini oluşturduğunu ileri sürer.

 

Bizde iki türlü aşina kavramı vardır. Birincisi bildik, tanıdık, bilindik, alışıldık anlamında.

İkinci Aşina ise, bir Göktürk soyu, Göktürk Kağanlığının kurucu boyu.

Bizim aşinalığımız göz aşinalığı…

Güzeller güzeli bir coğrafya ile…

Hem öyle ki…

Ezelden ebede uzanan bir aşinalık…

Bizim coğrafyamızın son bin yılı iki aslanlı bir coğrafya…

Kim mi o aslanlar?

Alpaslan ve Kılıçaslan…

Sultan Alpaslan’ın Malazgirt’le kapısını açtığı, İkinci Kılıçaslan’ın Miryokefalon’la Türklük Mührünü bastığı bir coğrafya…

Anadolu…

*****

Bestesi Avni Anıl, güftesi ise Ülkü Aker’e ait, “Bir göz aşinalığı var aramızda” adlı Rast makamındaki eserde, güfte yazarı Ülkü Aker demiş ki;

“Bir göz aşinalığı var aramızda…”

Sonra da devam etmiş, “Sanki seninle kırk yıldır dost gibiyiz ikimiz…”

Bu aşinalık şarkıya nazire yaparcasına kırk değil, binlerce yıla dayanan bir aşinalık…

Sanki bu coğrafyaya binlerce yıl öncesinde de birkaç kez gelmiş her gelişimizde kendimizden izler bırakmışız.

Bu aşinalığa en büyük şahidimiz Tarih. Roma’dan önceki dönemlerdeki antik kazılar ve bulgular da yakalanan benzerlikler ve örtüşmeler coğrafyaya olan göz aşinalığımızı kuvvetlendirmekle kalmıyor, neden dönüp dolaşıp aynı coğrafya geri geldiğimizi de parmak ısırtan bir şekilde bu işin meraklılarına gösteriyor.

*****

Bizim üzerinde durduğumuz aşina, bilindik, alışıldık anlamına gelen aşinalıktır ki, bu aşinalık göz aşinalığı ağırlıklı. Bu aşinalıkta karşılaşma sanki çok uzun yıllardır birbirini ya da bir yeri tanıyormuş hissidir.

İşte bu his aşina olmanın ta kendisidir. Göz aşinalığı olmak içinizi titretiyorsa, ben buraya daha önce yeminle geldim. Değilse nereden biliyorum, nereden hatırlıyorum bu coğrafyayı diyorsanız…

Bu göz aşinalığı nereden kaynaklanıyor? Neden kendiliğinden gözlerim doluyor?

Neden kalbimde tarif edemediğim bir sevinç var dedirtiyorsa, bu aşinalığın bir evveliyatı olmalı…

Olur mu böyle şeyler diyenlere…

Neden olmasın?

Bahşeden bahşettikten sonra geriye göz aşinalığı gibi bir sebep kalır ki, o sebep bir göz aydınlığı olur, bir muştu olur, yeniden doğmuşa dönersiniz, bir daha hiç bulamayacağınızı düşündüğünüz hayal meyal hatırladığınız bir duyguyu kaybedip de bulmuşa dönersiniz, bu aşinalığa vurulursunuz da, tutunursunuz da…

*****

Bu coğrafya bizim coğrafyamız. Hem öyle böyle değil. İnancım odur ki, biz bu coğrafyaya, Malazgirt’ten çok önce geldik.

Adımız dünde Türk’tü, bugün de Türk…

Derin geçmişe dayalı anlatsan anlatılamayan, yazsan yazılamayan bir göz aşinalığı var bu coğrafyayla aramızda…

Bu öyle bir his ki…

Heyecan veren, kalbimizin yerinden fırlarcasına çarpmasına neden olan bir his…

Biz bu coğrafyayı dolaşırken gözlerimiz dolar. Her mevsimine ayrı vurgunuzdur sebebini dahi bilemeyiz.

Sıladır…

Vatan toprağıdır…

Ecdat yadigarıdır.

Şehitlerin emanetidir de ondan diyebilirsiniz.

Hepsine eyvallah…

*****

Bu coğrafya ile aramızda var olan göz aşinalığı çok daha derinlerde…

Akdeniz, Karadeniz gibi engin denizlerde…

Ağrı gibi, Süphan gibi, Erciyes gibi zirvelerde…

Çöllere hayat veren Fırat gibi, Dicle gibi nehirlerde…

Gökyüzünü ışıl ışıl dolduran ayda ve yıldızlarda…

Bu aşinalık körkütük bir sevdanın aşinalığı…

Vurulmuşum toprağına taşına diyen şair Adil Turan bu aşinalığının aşk tarafına, vurulma tarafına sevdasına dikkat çekmiş.

Bizim bu aşinalığımız binlerce yıldan beri var.

Onun için bu coğrafya ile aramızda bir göz aşinalığı var.

Bu laf ezbere bir laf değil.

Hele bir iddia hiç…

*****

Kimse düş gördüler demesin…

Biz gördüğümüz düşleri hayra yoranlardanız…

Düşleri hakikatlere çıkanlardanız…

Altaylardan, Tanrı Dağlarından Ötüken diye bir şehirler güzelinden çıktık yola…

Maveraünnehir’de Seyhun ve Ceyhun da verdik mola…

Onlara benzettiğimizden mi bilinmez, Çukurova’nın o güzel nehirlerine Seyhan ve Ceyhan dedik, nereden geldiğimizin nişanesi olarak…

Hazar denizinin kuzeyinde de biz vardık, güneyinde de…

Orta Doğu denen coğrafyada hüküm sürdük.

Ne diyorlardı o dönemlere?

Milattan önce mi, Milattan sonra mı, yoksa ikisi birden mi?

Zalimlerin, Nemrutların, Firavunların, Kralların ve İmparatorların dünyayı kan ve ateşe verdiği, kan gölüne çevirdiği nice çağlar yaşarken….

Türk, huzur demekti…

Türk, adalet demekti…

Türk, güven demekti…

Türk, istikrar demekti…

Mazlumların yüzünün gülmesi demekti…

Asya kıtasından, Avrupa’ya, oradan Afrika kıtasıyla da tanıştı Türk Milleti…

hatta Mısır denen o büyülü coğrafyayı da ulaştı.

Roma’nın barbar dediği kavimlerden çok daha barbar olan istila ve işgal yıllarının aksine, Türk Milleti, Romanın tam aksi bir yaklaşımla yaklaştı kavimlere ve milletlere.

Ezilen ve sömürülen bir dünyaya nefes aldırdı. Zalimler, Türkün hüküm sürdüğü coğrafyalarda baş eğdiler, diz çöktüler, silindiler kayboldular, yok oldular.

*****

Yaklaşık bin yıl önce Oğuzların Yabgusu Selçuk Beyin, bir kale kuşatması sırasında hayatını kaybeden en büyük oğlu Mikail beyin oğulları olan Tuğrul ve Çağrı Beyin Anadolu üzerindeki ufuk zenginliği takdire şayandı. Tuğrul Bey’in Ağabeyi olan Çağrı Bey’in kendi birlikleriyle Doğu Anadolu’ya girmesi tesadüf değil.

Öyle bir coğrafyada at sürüyordu ki, O Beyler ve Alpleri, nereye gideceklerini ta…ezelden biliyorlardı.

O yalçın, karlı dağlardan yollar izler buldular, nice dik ve bilinmez geçitlerden geçtiler, Aras’ta, Fırat’ta, Yeşilırmak’ta, Kızılırmak’ta Dicle’de atlarını suladılar.

Sanki ezbere biliyorlardı o dağları, o tepeleri, o geçitleri, o nehirleri, o yaylaları ve o ovaları…

O göz aşinalığı Türk Milletini, Anadolu’ya ulaştırmıştı. O coğrafya gel demişti, kollarını ardına kadar açmıştı.

Gel dediğiyle yani Türk Milletiyle çok geçmedi kucaklaştı.

Bu coğrafya için Roma tarihçileri Türkeli diyorlardı. Haçlı tarihçileri ise Turchia…

Bu aşinalık bize bu coğrafyanın taşını toprağını Türkleştirmek adına ilham verdi.

İkonyum Konya oldu. Nikea İznik, Amisos Samsun, Trapezus Trabzon, Magnesia Manisa…

Aksu, Göksu, Kızılırmak, Yeşilırmak, Aladağ, Bozdağ, Bey Dağları, Çimen dağları, Hasan Dağı, Uzun Yayla hangi birini söyleyelim hangi birini sayalım.

Akhisar, Karahisar, Kızılhisar, Yenişehir, Akşehir, Beyşehir, Alaşehir gibi fethedilen yerlerin isimlerinin değişmesi Anadolu’nun çehresini ve havasını değiştirmişti.

*****

Aynı coğrafya üzerinde Türk Milletinin kurduğu üçüncü devletin yani Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu devlet yüz yaşını doldurdu. İkinci yüzyıla döndü.

Bu coğrafya ile aramızda olan göz aşinalığı bin yılda üç büyük devlet kurdurdu.

Nasip oldu 29 Ekim 2025’te 102 yaşına girdi Türkiye Cumhuriyeti…

Varsın bölen böldüğünü, parçalayan parçaladığını sansın. Biz özümüzde, sözümüzde biriz, beraberiz, hak bildiğimiz yolda, korkmadan ilerleriz.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!