Kan ter içinde uyandım dün! Bir rüya görmüştüm ve tir tir titriyordum uyandığımda. O kadar etkisinde kalmışım. Kasabamız meydanındaki kahvenin bahçesini seyrediyordum bir yerlerden. Kasaba dediğime bakmayın. Bildiğiniz köy işte… Köyün muhtarı, kasaba olunca belediye başkanı olmuştu. Çok hizmet gelecekti dediler ama hiçbiri gelmedi. Köy hala köy… Ama Allah var belediye beş on kişiye ekmek kapısı oldu. Neyse gelelim rüyaya… Tam teşekküllü bir film mübarek…
***
— Yap bakayım bana şekerli bir kahve!
Kasabanın belediye başkanının keyfi yerindeydi. Nasıl olmasın? Koskoca İl Başkanı gelmişti. Allahtan gelen bir toprak kayması dememiş. Kasabaya “geçmiş olsun”a gelmişti. Hayatını kaybeden rahmetlinin evine bile uğramış, çocuklarının başını bile okşamıştı. “Ne yapalım kader bu ama siz de keşke istinat duvarı yapmadan buraya ev yapmasaydınız!” diye sitem ederken bile kızmamış; “Aman ha maske, mesafe, temizlik… Bunlara dikkat!” diye o zor günde bile onları düşündüğünü göstermişti. Gerçi kendisinin en büyük muhalifi emekli öğretmen “Ama yapı iznini sizin başkan verdi.” diye laf sokunca ona ters ters bakmış, “Kader, kader!” diye de ağzının payını vermişti. Sonra da meydanda toplanan kasabalılara her bir şeyi güzel güzel anlatmıştı:
“Rabbimiz dünyayı bir düzen üzere kurmuştur. Bu düzende tabiatın hakkı vardır. Tabi insanın hakkı vardır. Tabiatın hakkına riayet etmediğinizde bunun sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalırsınız. İnsanın hakkına riayet etmediğinizde bunun vebaliyle karşı karşıya kalırsınız“.
Sonra da “Otobüsün üzerinden poşet poşet hediye ıhlamur atmıştı meydana toplananlara” … Nasıl da kapışmıştı insanlar. Biri de başkanın ayağının dibine düşmüştü. Utanmasa alacaktı. Neyse ki meclis üyesinin oğlu kapmıştı da yabancıya gitmemişti.
Dağıtım bitince de güzel güzel arabalara binip gitmişlerdi başkan ve konvoyu. Nasıl da yakışıyordu başkan makam arabasına! Konvoyun en sonuna da her konuşmasında kullandığı o güzel otobüs takılmıştı. Hem de başkan marşını çala çala…
Bol şekerli kahveyi şimdi içmesin de ne zaman içsin başkan!
Başkanın kahveyi söylemesinden az sonra kahvenin bahçesindeki tüm masalar iyice dolmuştu. “Fırsat bu fırsat!” diye düşündü başkan, il başkanının “Sakın kalabalıkta gelin başı yapma!” ikazını yeni yapmış olmasına rağmen dayanamadı ve gırtlağını temizleyip sordu:
–Nasılsınız komşular, nasıl iyi oldu mu toplantı? Ne dersiniz?
–Afiyet olsun Başkan! Bakıyorum keyfin yerinde…
Sese dönüp baktı. Emekli öğretmen Nejat…
— Sağ ol, Nejat Hoca, nasıl iyi olmasın! Koskoca başkan kasabamıza geldi. Bir sürü vaatte bulundu. Rahmetlinin evine bile gitti. Hem bizlere de her şeyi anlattı. Hediye bile dağıttı.
–“İyi de Başkan, vaatleri her geldiğinde yapıyor maşallah!” dedi Nejat Hoca ve birisi sözünü kesmeden hızlı hızlı sıraladı:
Erozyon olduğunu bile bile yıkılan o evlerin olduğu yere imar izinlerini kim verdi?
Ülkeyi korona kasıp kavuruyor. Sen daha iki gün önce köyün pardon kasabanın gençleriyle meydanda 30 Ağustos’u kutlayalım dedik, “Korona var!” diye ona engel oldun. Bugün korona izne mi çıktı? Hem böyle bir günde miting mi yapılır? Maske yok, mesafe yok, hijyen yok. Ya, o otobüsün üzerinden atılan ıhlamurlar… Neydi o üzerine atlamalar!”
“Dur bir dakika!” dedi Başkan, “Miting öyle planlı değil. İl Başkanımız vatandaşlarımızın dertlerini paylaştı. Onlarla özlemlerini giderdi. Dolayısıyla o olağanüstü şartlarda oluşan bir fiili durumla ilgili.”
“Pardon!” düşünemedim dedi öğretmen… Zaten İl Başkanı her gittiği yere miting otobüsüyle ve üzerinden atacağı ıhlamur paketleriyle gidermiş.
Belki olağanüstü şartlar gerçekleşir, fiili durum oluşur diye!..
***
Bu yazıyı okuyanlara bir uyarıda bulunmak istiyorum. Durup durup yazının sonunda ortaya çıkan iç sesimin söylediklerine inanmayın. Neymiş efendim, bu rüya ülkemizde olan bir olayı çağrıştırıyormuş, orada olanlarla rüyada olanlar çok benziyormuş. Yoksa ben koskoca memleketin sorunlarına burnumu mu sokuyormuşum ve daha neler…
Kaç defa söyledim: Ben kim, büyük büyük sorunlardan anlamak kim?