Erol Sunat’ın “Garibin Şarkısı” adlı makalesi yoksulluk, çaresizlik ve toplumun ilgisizliği içinde yaşayan “garip” olarak adlandırılan insanların acıklı durumunu eleştirel bir dille anlatmaktadır. Yazar, işsiz, borçlu ve umutsuz bir baba, fedakar bir anne ve aç bir çocuktan oluşan bu ailenin yalnızlığını vurgulamakta, kimsenin onların sesini duymadığını belirtmektedir. Ayrıca, Yunus Emre’nin dizelerine atıfta bulunarak bu duyarsızlığın yüzyıllardır devam eden toplumsal bir sorun olduğuna dikkat çekmekte ve günümüzde insanların sadece lafta merhametli olup eyleme geçmediklerini sertçe eleştirmektedir. Kaynak, “bizim garibimiz”in onurlu olduğunu ve elin garibiyle kıyaslanırken hak ettiği yardımı alamadığını anlatırken, modern toplumun katılaşmış kalplerini sorgulamaktadır.
Garip işsiz, garip güçsüz garip borç içinde, çaldığı kapılar yüzüne kapanan, o kapılardan eli boş dönen, döndürülen bir garip baba…Garip umutsuz, garip çaresiz, garip tenceresinde aş kaynayamayan, çırpınan fedakâr mı fedakâr bir garip anne…
Garip karnı aç, hayalleri yoksulluktan mahvolan, ölümle pençeleşen bir garip çocuk…
Bizim garibimizin, benim garibimin şarkısı işte böyle bir şarkı…
Bu şarkıyı dinleyen yok. Sıra gelmiyor garibe. Garip son yıllarda daha da içine kapandı. Unutulmanın ızdırabını yaşıyor.
Gariplerin şarkısını dinlediniz mi hiç? Ne diyorlar?
Nelerden dem vuruyorlar?
Benim garibim yaslı…Benim garibim dertli…Benim garibimin ağzını bıçak açmıyor…
Ne yapsın garip? Ölsün mü?
Zaten perişan…
Ağzı var dili yok denen bu insanları bir gören, bir duyan, bir dinleyen olmayacak mı?
Garibin yanık sesinden, o içli sesinden, o ağlamaklı, o hüzünlü şarkıyı duyamayanlar olarak ne işe yararız biz?
Garibin şarkısının dolaştığı o sokaklarda garibin adını anan yok, garibe aldıranda, dönüp bakan da…
Böyle miydi bizim sokaklarımız? Ne oldu bizim sokaklarımıza? Ne oldu bir türlü açılmayan kapılarımıza? Ne oldu o kalplerimize? Neden bu kadar katılaştı? Neden bu kadar vurdumduymaz oldu?

*****
Döndük geldik bundan sekiz yüzyıl öncesine, Yunus Emre’nin dizelerine…
Bir garip ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar, faslına…
Kimse bakmaz mı işin aslına?
Garip aç diyorlar, adam soruyor hangi garip?
Bizim garip diyene aldıran yok…
Bizim garibe sıra gelinceye, birilerinin aklına düşünceye kadar garip gariplikten çıkıyor.
Öyle olduk ki, biz garip, halimiz garip, kalbimiz garip, vicdanımız garip, merhametimiz garip…
Asıl garip, esas garip benim diyen yaygaracılar, goygoycular gariplere ne sıra veriyor ne de hak tanıyor.
Kim mi garip?
Eğer bunca zaman sonra kim garip kim değil onun ayırımını yapamadıysak, bilemediysek hepimize yazıklar olsun.
Garipleri boynu bükük bırakmanın vebalini taşımanın kolay olmadığını anlatsanız ne anlatmasanız ne…
Vebal diye bir kavramı bilmeyene, tanımayana, işine gelmeyene ne yapsın vebal?
“Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” dese de, kimsenin ne duyduğu var ne de duyacağı…
*****
Garibin şarkısını pek bir dertliymiş, sesi de pek yanıkmış diye dinleyip geçen, senin de ne derdin var diye sormayan bir dünyanın tam ortasında, kitabın ortasından konuşmak dahi kâr etmiyor…
Garibi duyan var mı? Ağlasa ağlayan kim diye bir dönen var mı? Açım dese ekmek istese veren var mı?
Askı da ekmek var, gitsin alsın diyenler var…
Kimse de o diyenlere, siz o durumda olsaydınız, biri size aynı şeyleri söylese ne derdiniz ne yapardınız diye sormuyor.
Bir garip gördüm, haline çok yandım, işim acıdı diyene, başka ne yaptın diye sormuyoruz.
Ne olmuş?
İçi acımış…
Çok yanmış…
Başka…
Hepsi o kadar…
Garip, ben garibim diye yanımıza mı gelecek?
Bugüne kadar gerçek bir garibin ben garibim diye bir kapıya vardığını, çaldığını duydunuz mu, duyan, gören oldu mu?
Bizim garibimiz ar sahibidir. Arsız değildir. Kendini yerden yere atmaz…
Beni sen aç bıraktın?
Senin yüzünden bütün bu çektiklerim demez…
Beni neden görmedin? Neden duymadın?
Neden elimden tutmadın demez…Elin garibine onun için benzemez…
*****
Garibe yanmak, yüzünüzü dönmek keşke yetseydi. Gariplerin yanındayız, gariplerin halini biliyoruz demenin bir ekmek etmediğini artık cümle alem biliyor.
Lafları sıraladık, sıralamasına da garip hâlâ aç.
Lafın karın doyurduğu nerde görülmüş denince de kırılanlar, gücenenler oluyor. Garibi dinlemekte yetmiyor artık, hani o meşhur bir atasözümüz var.
“Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar.”
İşin içine elin garibi diye bir kavram getirip koyduk.
Elin garibi rahat, elin garibinin karnı tok sırtı pek…İşi var, aşı var, keyfi yerinde, benim garibim mutsuz lakin, elin garibi pek mutlu…
Ara yerde kaybolan, görülmesi sürekli ötelenen bizim gariplerin meselesinin ön yüze çıkması bu kadar mı zor?
Bu garip benim garibim…
Aynı; benim memurum, benim emeklim, benim işçim, benim çiftçim, benim köylüm gibi…
Hani o şarkı, “Yalnız bırakıp gitme…” diyordu ya…
Benim garibim de yalnız bırakıp gidilenlerden…
Bir öksüz gibi, bir yetim gibi boynu bükük bırakılanlardan. Hatta hem öksüz hem yetim misali kalanlardan.
*****
Garibin şarkısı sokaklarda yankılansa ne?
Vah…vah… dendi ne oldu?
Oturdum ağladım dendi ne oldu?
Garibin derdine derman mı olundu?
Yoksa, garip yalnızlıkların ve çaresizliklerin içine daha da beter mi atıldı?
Benim garibim, bizim garibimiz şöyle yapmaz, böyle yapmaz demek marifet değil. Garibi lafla arşıâlâya çıkara-çıkara bir hal olmak keşke garibin elinden tutmak olabilseydi…
Garibin aşı yok, işi yok, getirip önüne bir ekmek koyan yok.
Yunus Emre diyor ki; “Söyler dilim ağlar gözüm / gariplere göynür özüm / Meğerki gökte yıldızım / Şöyle garip bencileyin”
Gariplere yanmış kalbi Yunus’un. Hem söylemiş hem ağlamış…
Onca asır geçse dahi gariplerle ilgili değişen pek bir şey yok…
*****
Neredeyse garip edebiyatı diye bir edebiyat doğacak.
Doğacak doğmasına da gariplerin bahtına güneş doğmuyor.
Sözüm ona herkes garipleri seviyor…
Herkes gariplerin yanında…
Gariplere yanmayan, ağlamayan, hallerini ahvallerini bilmeyen yok.
Hadi dendiğinde…Ortada bir Allah’ın kulu yok…
Neredeler?
Elin garibinin bulunduğu yakada…
Benim garibimin bulunduğu yakaya da kaleden kaleye Şahin uçurdum babından bir çuval laf geliyor. Süslü-püslü, cafcaflı…İçinde aş yok, ekmek yok…
Bir garip ölmüş diyorlar. Kimin garibi ölen? Bizim garip mi, diye soran bile yok…
Bilen yok, duyan yok, haber eden yok. Haber verilse gelen yok.
Çünkü ölen bizim garip…
Bizler bu garipliğin orta yerinde miyiz? Çıkmaz sokakların birinde miyiz? Neredeyiz?
Hal garip, ahval garip, garip mi garip…Ne desin garip ne yapsın garip? İnanın her şey çok garip…
*****
İnsan kendi garibini bilmez mi?
Ne eder? Ne yapar? Ne yer ne içer kimse haber etmez mi?
Garip bizim canımız ciğerimiz lafını dilinden düşürmeyenler, lakin garip için dişe dokunur hiçbir şey yapmayanlar;
Nasıl rahat uyur? Nasıl rahatça koyar yastığa başını?
Biz böyle değildik…
Bize ne oldu?
Kim nerede ne durumda ne halde haberimiz olurdu.
İki elimiz kanda olsa koşardık, derdi olanın imdadına…
Gani gönüllü insanlardık…Cömerttik…Cebimizde akrepler yoktu…Haset değildik, fesat değildik…Adalet nedir, hak hukuk nedir bilirdik.
Orhan Babanın, “Nerde boynu bükük bir garip görsen” diyen o güzel şarkısı, o şarkının mısraları, o şarkının melodisi başını taşlara vuruyor…
Nerde boynu bükük bir garip görsen, hor görme, kim bilir ne derdi vardır, onu bu hallere bir koyan, belki de kırılan bir kalbi vardır diye…