Bu makale, Mehmet Edip Ören tarafından kaleme alınan ve Türkiye’deki sosyo-politik meselelere eleştirel bir bakış açısı sunan bir köşe yazısından oluşmaktadır. Yazar, yazısına sonbaharın güzelliği üzerine kişisel bir notla başlayarak, güncel konulara geçiş yapmaktadır. Yazının ana temaları arasında, emeklilere ev kiralanmaması gibi ayrımcı uygulamalar ve emeklilerin düşük ücret politikaları nedeniyle yaşadığı zorluklar bulunmaktadır. Ayrıca, yazar COVID-19 salgınının laboratuvar kökenli olabileceği ve yaşlı nüfusu hedef aldığı yönündeki komplo teorilerine değinerek tartışmalı iddialar öne sürmektedir. Siyasi eleştiriler bağlamında, iktidar partisi AKP’nin icraatları, özellikle ABD ile ilişkiler ve “Sumud tiyatrosu” olarak adlandırılan Gazze gemileri olayı üzerinden sert bir dille eleştirilmektedir. Son olarak, yazar ünlü sanatçılara yönelik yapılan operasyonlarla vatandaşlara gözdağı verildiğini iddia etmekte ve kaçan siyasilerin yolsuzlukları hakkında yorum yaparak yazısını sonlandırmaktadır.
Sonbahar tüm renkleriyle büyülüyor. İlkbahar nasıl doğuşun ve de yeşille beyazın hakimiyetindeyse, sonbahar öyle mi? Ölümün sembolü olan renkler daha cazip ,daha sevecen, daha içten sımsıcaklar, tıpkı ateşin renkleri gibi… Vücudumuzdaki her hücre, hüznü kana kana içiyor. Tıpkı, kış günü dumanı tüten, ezogelin çorbasına, bir tutam acı pul biber atmış gibiyiz. Hepinize merhabalar olsun. Türkiye, birden büyüktür…
Geçtiğimiz günlerde kiralık ev ilanlarının birinde, “Emekliye verilmiyor” diye bir yazı yayımlandı. Bu arkadaş, işi yazıya dökenlerden. İlanda belirtmese bile hemen hemen hepsi şifahan aynı görüşte. Bu yüzden yazıyla meramını anlatana kesilen ceza bir işe yaramaz… Örnek ise, emeklilerin getirildiği durumu apaçık ortaya seriyor. Ben size olayı, Bilal Oğlan’ın anlayacağı biçimde anlatayım… En az yirmibeş sene, kimisi elli sene kesilen yüksek primlerle sağılan emeklilerin, 65 yaşına kadar çalışıp, fazla yaşamadan da ölmeleri bekleniyor. Açlık sınırının altındaki ücret politikası da bunun en bariz örneği… Ev yok yaklaşımı yakında, mezar da yok diye karşımıza çıkabilir. İnanın bunlar bize birkaç metre karelik yeri bile çok görebilirler. Hindular gibi cesetlerimizi yakıp, küllerini Ganj Nehri’ne, pardon Kızılırmak’a savurabilirler… Gelelim, Covid olayına. Bunun emeklilerle ne alakası var, diyenlere, az sabredin diyeceğim. İsmini unuttuğum, Dünya zenginlerinden biri “Dünya nüfusu 500 milyona inmeli” demişti. İstediği kadar desin diyenlere, Covid olayının bu yaklaşımlardan sonra, laboratuvarlarda üretilip ortaya çıktığını hatırlatmak isterim. Yeni versiyonun, gene labaratuvar kaynaklı olduğunu, ciddi kuruluşlar dile getiriyorlar... Hastalığın, en tesirli olduğu yaş gurubunun +65 olduğunu söylersem, umarım taşları bensiz de yerli yerine oturtabilirsiniz…
Veren el, alan elden üstündür… Bu İslami düstur, yardım etmeyi teşvik için söylenmiş olsa gerek. Gel gör ki, iktidarımız bu deyimi de perişan etti. Olay, “Veren el, alan elden aşağıdır“a, evrildi. Peki sorarım sizlere, böyle bir şeyi yaparsa kim yapar… Aynen öyle, AKP yaptı. ABD ye vermedik bir şey bırakmadığımız ama sadece koca bir hiç aldığımız bütün detaylarıyla ortaya çıktı.
Sumud tiyatrosu nihayet bitti… Bu gemilerde kimler vardı? AKP Milletvekillerinin hiçbiri yoktu… Yalınayak Gazze’ye gidecek Ahmet Devitoğlu, ayakkabılarıyla bile yoktu… Galata vs. Mitinglerin baş aktörü, Bilal Oğlan hiç yoktu… Kefen giyip ortalığa düşen soytarılardan eser yoktu… İsimlerini verirsem sıkıntı olabilir, birçok atıp tutana, gemiye gelmeleri teklif edildiğinde, sağlık sebebi (!!!) beyan ettiler ve de aksatmadan sabah koşularına çıktılar… Bulunan üç tane milletvekili, Truva Atıgillerdendi. RT, sanki gelmeyen kaldı gibi, çok büyük gayretlerle (!!!) hepsini yurda getirdi… TBMM’de, İsrail’le ihracaat konuşulurken, iktidar da klasik biçimde hep reddederken, aktivistlerimiz götürüldükleri Aşhod Liman’ında Türk Gemileri gördüklerini beyan etti…
Geçtiğimiz günlerde, sanatçı (!) operasyonu yapıldı. Bunların çoğunu sevmem, hele o Dilan mı ne karın ağrısı var ya, nasıl sanatçı kadrosuna dahil edildi, onu hiç sevmem… Bunlar, yeni hukuk sisteminin gereği, sabahleyin erkenden yataklarından alınıp, mevcutlu olarak emniyete götürüldüler. Hiçbir suçlama yokken gözaltına alındılar, gene mevcutlu olarak hastaneye götürüldüler, kan numuneleri alındı, sonra da bırakıldılar… Bekledim ki, yolda, Gezi ile bağlantıları kurulur, bir daha dışarı çıkamazlar. Neyse öyle olmadı. Zaten maksadın başka olduğu da anlaşıldı ve de hasıl olunca bırakıldılar… Ey vatandaş, bak ulaşamadığın en meşhurları bile içeri alıyoruz, ayağını denk al, seni haydi haydi alırız, suça falan da gerek yok, muhalif olmanız yeterli, mesajı verildi… Daha önceleri dediğim gibi, bu safhadan sonra yapamayacakları bir şey yok. Gitmeleri, ölüm fermanı anlamı taşıyor. Bunu da en iyi kendileri biliyor…
Bu ara uçaklarla fazla haşır neşir oldum. Yasadığım bir olayla final yapmak istiyorum… Bilirsiniz, kabine binerken, hostes veya hostesler bazan da hostlar sizleri karşılar, “Hoş geldiniz” der… Tebessüm ederek, bana konuşan kızımıza, “Hoş bulduk” dediğimde, “Ne varsa yaşlılarımızda var” dedi. İlk başta anlamadım ama yerine oturunca olayı takip ettim… Hiçbir genç veya orta yaşlı, görevlilere tepki vermedi, yok gibi davrandılar… Bu birkaç dakikalık seyir, bana kızımızın niye “Ne varsa yaşlılarda var” dediğini anlatıverdi. Ey vatandaş, her şey bir tebessümle, bir merhaba ile başlar. İhtiyacımız olan kenetlenme için ilk ve elzem olan budur… Maliyeti de yok, esirgemeyelim lütfen…
Kısa ikiyle final yapalım… Topuklayan Efe, en güvendiğiniz kimseydi. Temayül yoklamasına girmeyen tek kişiydi. Gidince mi bütün pislikleri ortaya çıktı. İhanet tarlasından kimse ileri geri konuşmasın, daha topuklayacak o kadar çok var ki… Ünsal Ban göz göre göre kaçtı. Size verilmeyen paralara, Yunanistan’da banacak… Nasıl kaçtı diyenlere cevaptır. Mutlaka sihirli cümleyi kullandı… “Konuşursam, yer yerinden oynar“.
Hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Hoşça kalınız…