Tarihler 9 Ağustos 2011’i gösterdiğinde teröristlerin yol çevirmesi sırasında kaçırılmış Kenan Erenoğlu’ndan o gün bugündür haber yok.
Kaymakam Kenan Erenoğlu’nun anne ve babasının durumunu anlatmak için fazla bir söze gerek yok. On dokuz aydır evlâdı teröristlerin elinde ve kendisinden hiçbir haber alınamayan anne baba nasıl olursa onlar da öyleler. MHP Kocaeli milletvekili Lütfü Türkkan, aileyi ziyaretinde yürek yangını acıları paylaşır, irkilerek!..
PKK tarafından kaçırılıp esir tutulan başka evlatlarımızda vardı. Astsubay Abdullah Söpçeler ve uzman çavuş Zihni Koç, polis memuru Nadir Özgen ve uzman çavuş Kemal Ekinci, yaklaşık 500 günden beri örgütün elinde rehin tutuluyordu. Uzman çavuş Zihni Koç’un Amasya’da yaşayan annesi Gülsüm Koç, oğlunun üzüntüsüne dayanamayarak geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmişti…
***
Televizyonda konuşan “aydınımız,” bölgesel güç, model ülke, komşularına yön veren aktör gibi sözler kullanırken, fondaki görüntülerde Suriye’deki kan gölü veriliyordu…
Kanal değiştirdi, yine tanıdık simalar çokbilmiş haliyle süslü cümleler kuruyorlardı.
Çözüm-barış,diyerek başlıyorlardı her zamanki gibi. Ekabir olanı, beşikteki bebekten keleş kurşunuyla vatan isteyen eli kanlı canilerden bir “müsvedde insan” çıkarma telaşında, “onlarda insan onlarda vatandaşımız, empati lazım” demekteydi, yılışık, yılışık. Karşısındaki rol kapıp sabırsızlıkla;“onlarında anası var, analar ağlamasın” diyordu…
Acılı ana seyrederken düşündü bir an, oğlunu kaçıran kahpelerin anası “kim” için ağlıyordu ki?
Başka bir kanalda teröristle müzakerelerin kutsanması yarışı vardı. “Çok olumlu görüntü veriyor”diyordu, on binlerce kişinin katili terörist başı için. Yanındaki hızını alamayıp, pişkince bağırıyordu;“Öcalan ile görüşmelere karşı çıkan vatan hainidir.”
……….
Dayanamadı, gözünü çevirdi, gazetede bir haber; “cezaevindeki teröristlere tanınan iyileştirmeler kapsamında verilecek kondomun ücretsiz olacağı müjdesi” veriliyordu…
Mırıldandı kendi kendine, “canilerin konforuna gösterilen özenin binde biri,” diyebildi, 19 aydır esir tutulan yavrusunu düşünerek!
Bunalmıştı, camı açtı hava alayım diyerek..
Dışarıda şen şakrak, cıvıltılı ülkesinin çılgın eğlencelerinden arta kalan naralar geliyordu.
Belikli maç seyretmiş bir gurup bağırıyordu; “en büyük Türkiye”
Herkes vardı, her coşku yaşanıyordu, her şey konuşuluyordu…
Bir tek esir tutulan oğulları yoktu… Nerdeyse iki senedir sönmeyen ateş bir tek aile ocağını yakıyordu!
Dışarıda hissedilmiyor, konuşulmuyor, hatırlanmıyor, merak edilmiyor, kapıları dahi çalınmıyordu.
Sorumlular, evlatlarını kaçıranların hoşnutluğunu canlı tutmak derdinde, “aman ha süreç zarar görür”telaşında…
Bağıranın, böğürenin, şakşakçının dünyası ağır geliyordu artık..
“Nerde evladım, nerde evladımı bulup getirecek sorumlular, nerde bunun hesabını soracaklar, nerde?” Demekten alamıyordu kendini.
“Tecavüz edilmemiş zihniyet, iğfal edilmemiş vicdanlaradır sessiz çığlığım” diye düşünerek…
Sahi neresindeyiz, bu yürek yangını acının!
Çürümenin, çöküşün, tükenişin…
Neresindeyiz?..