“Her insan bir âlemdir… İnsan düşünceden ibarettir geri kalan et ve sinirdir”
İnsan düşünceden ibaretse, İmralı özgürdür! Nasıl mı?..
“3.Yargı Paketi’ndeki düzenleme doğrultusunda, 453 kitap ile 645 gazete, dergi, broşür ve pankart hakkındaki yasak kalktı. Yasağı kalkan kitaplar arasında terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın kaleme aldığı üç kitap ve broşürler de var.” (07.01.2013 Yenişafak)
Bahsedilen zat, haberde de ifade edildiği gibi; terör örgütü PKK’nın, kanlı eylemlerinin emrini bizzat veren lideri!..
‘Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek’ suçuyla itham edilen ve 1984 Eruh Baskınından itibaren PKK teröründen dolayı; asker, sivil(kadın,çocuk,yaşlı) demeden katledilen ‘otuz binden fazla’ insanımızın ölümünden sorumlu, Türk Ceza Kanunun 125. Maddesine göre ‘vatana ihanet’ suçlaması ile yargılanarak, önce ‘idam’ cezasına çarptırılan(29.06.1999), sonra da cezası ‘ağırlaştırılmış müebbet hapise’ çevrilen katil!
Suçu sabit… Kenya güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınıp, Türk güvenlik timine teslim edildiği günden(15.02.1999) bu güne, hala kesintisiz olarak terör örgütünü yönet(tiril)en(!) kişi.
Gelinen noktada, sorgulanması gereken en önemli meselelerden birisi de işte budur. Mahkûm olan kişinin, aynı suçu işlemesi(terör örgütünü yönlendirmesi) yolunda ki çabalarına uzun zaman göz yumulması, hatta bu yönde özgür alanlar açılması, daha da ileri gidilip ‘bu katile’, Türkiye Cumhuriyeti devleti’nin eliyle, saygınlık kazandıracak anlaşma, üslup ve tavırlar içinde olunması durumu.
Peki bu İmralı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığını sürdürmesi için canını orta koyan gençlerimizi, hiç gözünü kırpmadan katleden örgüte, bu yönde emirler veren katil değil midir?
Güvenlik mensuplarının suçluyu bulmak için yasal olmayan yollar ve bu tür katillerle işbirliği yapabileceğini duyuyoruz da, burada suç, suçlu da belliyken ve de suçlular ellerinde silahla hala yakıp yıkıyorken hangi işbirliği için diyalog kuruluyor anlamış değilim.
Ki, Türk milleti tarihinden bu yana kaderini devletiyle bir görmüş, onu kendi bilmiş; bu sebeple de devletin her yanlış sayılabilecek hamlesinden kendini sorgulamıştır. Maalesef bugün bu sorgulamada da; payına düşeni yine almıştır.
Yaşanılanlara bakarak, birkaç haftadır kendi kendime şu soruları soruyorum:
-Bu oyunda biz, acaba küçük balık mıyız yoksa büyük balık mı?
-Ortaya konan senaryoda, (ismini anmaktan hicap duyarım) ‘Apo’nun da gücü var’ aldatmasına, Türk Milleti ne zamana kadar inanacak?
-Erdoğan’ın yetemediği anlarda, kimler ‘uzlaşı(!)’ adı altında destek olup, olaya el atacak?..
Derken; basın(köşe yazarları), sözde aydınlar, sanatçılar, sivil toplum örgütleri ve hatta din(!) adamlarından bile, -anlamlı anlamsız- destek/li cevaplar bir bir ortaya dökülmeye başladı bile…
Bunların içinde kanaatimce en anlaşılmazı, ‘Milli kaburgalarımızın’ kırılması anlamını taşıyan, ‘sulh’ tavsiyeli okyanuslar ötesinden gelen mesajdı… Diyorlar ki: “Milli onur, milli gurur ayaklar altına alınmamak kaydıyla, o mefkûreye saygı devam ettiği müddetçe -bence- el de öpülebilir, etek de öpülebilir.”
(Biz ağlarken) Gülen/ler:
‘Gerekirse kan kusup, kızılcık şerbeti içilmesi’ konusunda tavsiyede bulunup, batı Hıristiyan’ının ‘barışını(!)’ bize, ‘sulh’ olarak işaret edenler, belli ki, (vatan toprakları için teröre binlerce gencini şehit vermiş)Türk’ün sabrını unutulmuşlar…
‘İslam’ın bayrağını taşıma’ inancından ve Milli kimliğinden şimdiye dek hiçbir taviz vermemiş olan Türk’e, “batılın karşısında ‘eğilin’, küfrün kapı kulluğunu yapın” diyen/ler;
Şeref, ahlak ve onur’u taşımak insanların görevi ve sorumluluğu iken, bu kavramların içini boşaltarak her seferinde, bu görevi sadece sözcüklere hapseden/ler;
Bilmez misiniz ki: Mefkûre’den onur ve gururu çıkarırsanız geriye sadece, ruhsuz bir et parçası kalır…
Bugün attığımız her adım ve ortaya koyduğumuz bütün değerler, “Müslüman Türk” asaletimizin onayı olmalıdır. Dolayısıyla, çocuklarımız da gelecekteki soyluluğumuz…
Duamız; “Allah(cc) devletimize ve milletimize zeval vermesin.” (âmin.)