Makale, Türk kültüründeki ahlaki değerlerin erozyonunu ele alan bir dizi anekdot ve yorumdan oluşmaktadır. Kaynak, bir piknik sırasında bir bağ sahibinin, kendi üzümünü çalan ve pişkinlikle satan bir hırsızla yaşadığı olayı anlatarak başlıyor; hırsızın utanmazlığına karşılık bağ sahibinin olgun ve affedici tavrı vurgulanıyor. Yazar, bu modern durumu, Osmanlı İmparatorluğu döneminde dahi çalınan üzümün parasını ödeyen askerlerin hakkaniyetli davranışıyla karşılaştırarak günümüzdeki ahlaki çöküşe dikkat çekiyor. Metin, asıl kusurun, mağdurun değil, suç işleyenin yanında durma eğilimi olduğunu savunarak, toplumun bu tür yüzsüzlükleri hoş görmesinin adalet, edep ve ahlak gibi temel hasletleri nasıl yok ettiğini sorguluyor.
Bursa Eğitim Enstitüsünden okul arkadaşım Karabüklü Zeki Yılmaz yıllar önce çoluk çocuk pikniğe gitmişler.
Piknik yaptıkları yerde şimdi rahmetli olan eski bir dostunun evi varmış. Onların geldiğini gören o dost, bir süre sonra gelmiş yanlarına tam sohbet koyulaştığında, o dostun hanımı işaret ederek kocasını çağırmış.
Adam izin istemiş…
Evine varınca karısı demiş ki, arkadaşına bir ikramda bulunalım. Al şu sepeti, bir sepet üzüm getir bizim bağdan.
O dost almış sepeti, eve oldukça yakın olan bağına yaklaştığında bir de bakmış ki, bağdan bir katır yükü üzümle hiç tanımadığı biri çıkıyor.
Elinde sepetle bağına girdiğinde hayretle, sepete koyacağı bir salkım üzümün dahi olmadığını görmüş. Düşmüş o bahçesinden bir katır yükü üzümle çıkanın peşine. Köyün girişindeki çeşmenin başına geldiğinde ne görsün, çeşmenin yan tarafında, kendi bağından bir katır yükü üzümü götüren adam açmış bir tezgâh kendi üzümlerini satıyor.
Varmış adamın yanına, kaça satıyorsun üzümü diye sormuş.
Üzüm seçmeyi ve sepete koymayı adama bırakmış. Bir sepet üzüm almış, vermiş parasını gelmiş eve, hanım demiş, üzümleri getirdim tabaklara koyda ikram edelim.
Üzüm sepetini eve bırakıp, bizim okul arkadaşının yanına gelmiş bıraktıkları yerden sohbetlerine devam ederlerken, karısı yine eliyle işaret ederek adamı çağırmış, adam izin istemiş varmış yine evine. Kadın bu ne demiş, burada üzüm yok ki, ne kadar çürük işe yaramaz üzüm varsa onları toplamışsın, bir de asma yapraklarıyla üstünü kapatmışsın.
Adam ver o sepeti bana demiş. Varmış köyün girişine, üzüm satan adam daha orada.
Utanmaz demiş hem benim bağımın üzümünü bana sormadan alırsın, hem de parasını ödediğim halde bana çer çöp yenmeyecek, ikrama gelmeyen üzüm verirsin.
Üzüm satan…
Be abim demiş, söyleseydin ya, o bağın sahibi benim diye, sana üzümlerin en güzelini verirdim…
*****
Bu yaşanmış hikâyeyi okuduktan sonra, bu kadar da olmaz, yüzsüzlüğün daniskası bu diyebilirsiniz.
Bağ sahibi rahmetli, olgun bir adam…Hırsızlık yapana sen hırsızsın demiyor. Jandarma’ya haber etmiyor. Olay çıkarmıyor. O insanı insan içine çıkamayacak hale getirmiyor.
Lakin, üzüm çalanın yüzü kızarmıyor…
Özür dilemiyor…Mazeret ileri sürmüyor. Adam pişkin…Adam hırsızlığı meşru bir iş haline getirmiş.
Sanırsınız, bütün üzüm bağları onun, sanırsınız ki bağ sahipleri hangi bağı beğendin, devşir üzümleri aç tezgahını, sat ye iç, helali hoş olsun demişler…
Hırsız çoktan çizmeden yukarı çıkmış, çoktan haddini aşmış, kul hakkından haberi yok, yaptığı işin ne olduğundan nereye varacağından, nereye kadar uzanabileceğinden de…
Ne hak tanıyor ne hukuk ne mal sahibi ne edep ne ahlak?
Adam belli ki bu işi alışkanlık haline getirmiş.
Çok eskiden olsaydı ne mi olurdu?
O köyün insanları o üzümleri çalana iyi bir meydan dayağı çekerler ondan sonra jandarmaya teslim ederlerdi. O meydan dayağını yiyen bir daha değil o köyün içinden kenarından bile geçemezdi.
Bağ sahibinin olgunluğu karşısında üzüm çalanın tavrı ve yaklaşımı ahlak gibi, edep gibi, özür gibi hasletleri yerle bir ediyorsa, herkes biz ne yapıyoruz böyle, nereye gidiyoruz, durduğumuz yer neresi gibi soruları sormalı diye düşünenlere aynen katılıyorum.
*****
Yıl 1571…
Devir Osmanlı’da II. Selim devri. Dönemin Sadrazamı Lala Mustafa Paşa Kıbrıs’ı fethetmekle görevlendirilir.
Fetih için adaya çıkan ve Kıbrıs’ın ortalarına doğru ilerleyen bir birlik bir üzüm bağından geçer. Üzüm zamanıdır. Bağda tek bir üzüm salkımı kalmamıştır.
Bağ sahibi tamda feryadı figana başlayacağı anda bir de bakar ki, her asma dalında bir kese, her kesede yedikleri üzümün karşılığı olan akçeler asılı…
Türk askeri yediği üzümün karşılığını bu şekilde öderken, bu hakkaniyet karşısında bağ sahibi ne diyeceğini şaşırır.
Meselenin olması gerekeni, özü de özeti de bu aslında…Neredeyse aradan beş asır geçmiş…Bir beş asır evvelki yaklaşıma bakın bir de beş asır sonrasına…Bağ dünyanın neresinde olursa olsun bağ…Üzümde o bağın güzelliği, özelliği…
Bağa bakmazsanız, emek vermezseniz üzerine titremezseniz, gözünüz gibi bakmazsanız o üzümler yetişebilir mi?
Rıza olmadan o bağa girilir mi? Hadi canın çekti, göz hakkı babından bir salkım aldın yedin, bağı talan etmek neyin nesi? Kim verdi sana o izni? Kim verdi sana o hakkı?
Sorgusuz sualsiz, izinsiz insanların bağını talan eden, emeklerini hiçe sayan, satan savan, ona rağmen yüzsüzlüğü elden bırakmayan insanların var olduğu hoş görüldüğü bir zaman diliminde yaşıyoruz…
Bir salkım üzüm almış…Göz hakkı say… Ölmüş ananın babanın ruhuna diye düşün…
Benzeri savunmalar geliştirerek, mağdurun mağduriyetinin canına okuyoruz.
*****

Şimdi efendim, gelelim kendi kusurumuza….
Bizim kusurumuz mağdurun değil mağdur edenin yanında durmak, onu korumaya ve savunmaya kalkmak.
İşi yok, çoluğu çocuğu var, anası babası yok, kimsesiz diye başlayan bir yığın mazeret…
Adam kendine ait olmayan birine ait bağı talan etsin, bizler de onun kusurunu örtmeye çalışalım.
Bu manasızlığı ve mantıksızlığı çok uzun zamandan beri yapıyoruz. Doğru düzgün bir insan olsa yeminle ortada kalırdı. Ancak böylelerine sahip çıkmak için birbirimizle yarışıyoruz.
Biz neden hep böylelerinin yanında durmaya kalkarız?
Adamın tutulacak, savunulacak, haklı ya da masum görülecek bir tarafı yok…
Bunun adına hırsızın yanında durmak denmezse,
Hırsızı savunmak denmezse…
Hırsızı hoş görmek denmezse…
Daha başka ne denir?
*****
Nerede o güzelim hasletlere sahip insanlar?
Nereye gittiler?
Nereye kayboldular?
Hepsi mi gitti öbür tarafa?
Hiç kimse kalmadı mı onlardan geriye?
Biz bir yerlerde kaybolduk kaybolmasına da?
Nerelerde kaybolduğumuzdan haberimiz yok…
Bu kadar mı kendimizden geçtik?
Eskiden yola çıkan heybesine kendine lazım olacak ne varsa koyar öyle yola çıkardı.
Ya anası ya ablası ya teyzesi ya yâri azık torbası diye bir torba hazırlardı.
O azık torbasında neler yoktu ki…
Siz şimdi hemen yiyecek içecek cinsinden bir şeyler sayacağımızı düşünebilirsiniz.
Azık torbasında, sabır vardı, hoşgörü vardı, çalma, çırpma, yalan, talan yoktu. Doğruluk ve dürüstlük vardı, adalet vardı, hakkaniyet vardı, iyi niyet vardı…
*****
Üzüm üzüm iki gözüm…
Hele bir dinle kimedir sözüm…
Diye konuşanlar vardı bir zamanlar.
Ağızlarından bal damlardı.
Kırmadan dökmeden, incitmeden kulaklara küpe olsun diye anlatırlardı her şeyi. Mutlaka bir hikâye ile başlarlardı söze.
O hikâye sona erdiğinde içinde kıssadan hisseler olurdu.
O hikâyeler insanları kendine getirir, yanlış yolda olan kendini toparlar kendine gelirdi. Şimdi sen bu hikâyeyi bana mı anlattın, benim için mi anlattın, beni mi kastettin diye kimseler çiğ söz etmez, kendi eğriliklerini düzeltmeye çalışırdı.
Ya şimdi?
Şimdi yaşanan özgüven patlaması akıllara ziyan…
Üzüm çalan, o üzümü satan, sonra da pişkin pişkin cevap veren bir özgüven…
Patlamaya bak hizaya gel derler ya hani…
Özgüven denen o güzelliğin cılkını çıkarmışların üzümle imtihanı gibi bir şey var ortada…
Amma velakin…
O imtihan olanın ne imtihandan haberi var ne imtihan olduğundan…
Ne de yaptığının yanlış olduğundan…
*****
Kendine ait olmayan üzüm bağını talan eden, çaldı, çırptı, sattı, savdı parasını cebine koydu.
Haramdan bihaber, helalden bihaber…
Başını yastığa koydu, bir güzel de uyudu.
Böyle biri neden anlar?
Akıllanır mı?
Yavrum, kuzum bir daha yapma demek o insana kâr eder mi?
Canım ha bir seferde görmezden geliver, sen hiç erik çalmadın mı, elma çalmadın mı diye ahkam kesenler, mağdur edenin yanında olmanın derdine düşenler, bu işi üstlenenler iyilik yaptıklarını mı sanıyorlar?
Kusurları, yanlışları affedilmemesi gereken hataları arkalayanlar, sırt sıvazlayanlar, bir daha yapmaz ben onunla konuşurum diyenler ne yaptıklarının neden hiç farkına varmazlar?