Metin, Erol Sunat’ın “Biz Ezelden Aşığız Söze” başlıklı eserinden alıntılar sunarak sözün gücünü, önemini ve kültürel değerini inceliyor. Yazar, sözün zamanında söylenmesi gerektiği fikrinden yola çıkarak, söylenmeyen sözlerin acıya yol açtığını belirtir ve aşıkların, sözü sazla buluşturanların bu mirası taşıdığını vurgular. Kaynak, Türk kültüründe sözün senet oluşuna ve yerine göre kılıçtan keskin olabileceğine dikkat çekerken, kötü sözlerin etkilerine karşın tatlı ve yapıcı sözlere duyulan özlemi dile getirir. Ayrıca, Nasreddin Hoca ve Mevlânâ gibi figürlere atıfta bulunarak, sözün düşündürme, yaraları sarma ve hatta tarihi yazma yeteneğine sahip olduğunu gösterir. Sonuç olarak metin, edep ve adap içeren, muhatabını susturan doğru sözün erdemini öne çıkarır.
“Zamanında söylenmeyen sözün / Doğruyu göremeyen gözün / Ateşi harlatmayan közün / Kurak geçen güzün / Sonu hüzündür, hüzün…” diye yazmışım yıllar önce…
Söz yerinde ve zamanında muhatabına iletilmeli. Değilse iş işten geçer denmiş.
Biz sözümüzü ulaştıramayınca ummana dökmüşüz, dağlara taşlara anlatmışız. Esen yelle, çiçeklerle, kuşlarla paylaşmışız.
Kime mi ulaşmış sözlerimiz?
Âşıklara…
Sözü sazla buluşturanlara…
Sözünü esirgemeden Beylere de ağalara da ahaliye de yüzyıllardır anlatanlara, aktaranlara…
Güzel söze, yerinde söze, ok gibi, kılıç gibi keskin ve tesirli söze âşık olmuşuz.
Söyleyemediğimiz her ne varsa bir şekilde ulaştıracak birileri olmuş hep…
Anlatacaklarımızın bazen yolu kesilmiş, bazen yırtılıp atılmış, bazen ateşlerde yakılmış varmasın, ulaşmasın diyerek…
Geç ulaşmış, güç ulaşmış, dolaylı ulaşmış lakin her daim ulaşmış…
Bazen türkü olmuş, bazen şarkı, bazen arzuhal, bazen bir name, bazen bir dörtlük…
Yel de götürmüş, sel de…Ateş mendil misali ucunu yakmış sadece dikkat çeksin diye…
Söz verdik demişler, el ele vermişler…
*****
Hoca Nasreddin nazı geçenmiş, güldürürken düşündürtmüş sözün maksadını özünü…Âşıklar, vurmuş sazın teline, köyde, kasabada vilayette, Payitahtta…Dillere pelesenk olmuş sözler, türküler, deyişler, makamlar, şarkılar…Dalga dalga ulaşmış ahalinin maruzatı her neyse ulaşacağı yere.
Biz ezelden aşığız söze, saza da…Sözsüz saz olmaz, saz olmadan da söz…
Kültürümüz söze değer verir. Sırtını söze dayar. Söz yerine göre ağırdır. Yerine göre kılıçtan keskindir. Yerine göre ağırlığını tarif de edemezsiniz, kaldıramazsınız da.
Sözünde durmayanı adamdan saymamak bizim kültürümüze has bir yaklaşım tarzıdır.
Söz senettir diyenleri dinleye dinleye geldik bugünlere.
Söz verildi mi tutulan o günleri gördük. Sözün üzerine söz söylenmeyeceğini de…
Eskiler söz atını meydana sürme tabirini kullanırlardı.
Söz atı meydana sürüldü mü…
Söz savaşlarının önüne geçerdi.
Engerek misali ıslık çalan sözler sinerdi.
Nefret ve öfke dilleri sakinleşir, başını eğerdi.
*****
Söz vardır tarih yazar…
Söz vardır, niyetini, içindekini dışındakini ortaya döker.
Söz vardır imalardan geçilmez.
Söz vardır ne dediği anlaşılmaz bilinmez.
Söz vardır herkes anlar. Söz vardır yalnız anlayan anlar,
Söz vardır çok bilinmeyenli denklem gibidir.
Söz vardır ne başlangıcı bir şeye benzer ne son kelimesi. Kimse bir şey anlamasın diye söylenip geçilmiştir.
Söz vardır dertleri sıkıntılara çaredir. Söz vardır, çareye muhtaç biçaredir.
Söz vardır kendi hükmünü kendi verir. Söz vardır ruha serinlik verir.
Söz vardır kişinin ipliğini pazara çıkarır.
Söz vardır adamı güldürür. Söz vardır ocak söndürür. Söz vardır kâbus gördürür. Söz vardır uçurumun kenarından döndürür.
*****
Söz dediğin adamı yüreklendirmeli demişler. Her söz adamın ruhunun derinliğine işlemez zaten.
İnsanlar sözüne itimat ettikleri, güvendikleri insanların gözlerinin içine bakar. Adeta onlardan gelecek bir sözü, bir hatırlatmayı, cesaret verecek bir işareti bekler.
İnsanları peşi sıra memleket yollarında neşeyle, sevinçle türküler, şarkılar söyleye söyleye yürütmek kolay bir hadise değildir.
İnsanımız birini sevsin yeter ki, inansın, güvensin yeter ki, o sevdiğinin peşinden bir ömür boyu ayrılmaz…Ona laf söyletmez…
Bu handikap da olsa, yanlış da olsa, aşırıya da kaçsa böyledir…
Söz insanı bağlar. Söz yaraları dağlar. İnsan bir söze saatlerce ağlar.
Mesele sözün sağlamını çürüğünü seçebilmekte diyenleri dinleyenimşz neredeyse hiç olmamıştır.
Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına şarkısının dizeleri gibidir hayatımız…
Bir söze bağlarız kendimizi…
O sözün büyüsüne kapılırız…
Hele ki bam telinden yakalanmışsanız…
Türk Milletinin gözlerindeki sevgiyi, ışıltıyı, pırıltıyı okuyabilmek, fark edebilmek ne demektir bilir misiniz?
Hayran oldukları insanların sözlerini gözünü kırpmadan dinleyen insanları hiç gördüğünüz mü?
Gördüyseniz, fark ettiyseniz sözün gücünü görmüş ve ona şahit olmuşsunuz demektir.
*****
Söz Yunus’un dediği gibi, yağ ile bal etmeli cümle ağulu aşları!
Durdurmalı kafa göz yaran, yaralayan, karşıdan karşıya hoyratça atılan taşları!
Söz o manasız egoları, söz o akıl almaz nefisleri, söz önüne geçilemeyen, dizginlenemeyen hırsları frenlemeli!
Sözün acısı değil, tatlısı makbul değil midir?
Bir de dost acı söyler derler ya…
Oysa Mevlâna, “Dost acı söyleyen değildir. Acıyı tatlı söyleyebilendir.” Demiyor mu?
Madem öyle, acıyı tatlı söyleyenleri ayırın bir kenara, diğerlerinin dostluklarını da sözlerini de sorgulayın.
Ve düşünün…
Dostunuz size niye acı söylesin?
Sözün küfre kaçmayanına, taşkınlığa meydan vermeyenine yol açmayanına, hiç kimseyi tahrik etmeyenine, kışkırtmayanına ihtiyaç var bu zamanda…
Sözün güzeli var mı, var…
Kalplere dokunanı…
Pişmanlık gözyaşları döktüreni…
Öfkelinin ateşini söndüreni…
Kem sözlünün lafını ağzına tıkayanı…
Kime saklıyoruz o güzel sözleri, neden kırılan kalpleri, yıkılan gönül köprülerini tamir etme niyetimiz yok?
Keşke diye başlayan o telafisi mümkün olmayan sözlerden bıkmadık mı usanmadık mı aklımız başımıza gelmedi mi?
*****
Söz yerinde ve zamanında, söylendiğinde…
Cümle dilbazlar susar…
Cümle allameler donar kalır…
Çok bilmişler bildiğini unutur…
Ahkam kesiciler dut yemiş bülbüle döner…
Sözün güzelse, yerindeyse, muhatabını darmadağın eden bir özelliğe sahipse içinde edep vardır, adap vardır, had vardır, hudut vardır.
O söz karşısında, edepsizlerin, hadsizlerin, küfürbazların, çenebazların, karşısındakini konuşturmayanların dilleri lâl olur…
İşte o zaman…
Alelade hükmünde olan sözler alır başını gider… Ezberlenmiş ne kadar tekrar varsa masadan kalkar… Sözüm ona dillerden düşmeyen, temcit pilavına dönmüş nakaratlar meydanları terk eder…
Bizler bugüne kadar o kadar çok kem söz, acı söz, beyhude söz, hakaret içeren, tahrik eden ve kışkırtan söz işittik ki…
Artık şaşırmıyoruz.
Tatlı sözlere, insanın içini ısıtan sözlere hasret kaldık…