“El Ele Vermek” başlıklı metin, Anadolu coğrafyasında birlik ve beraberliğin önemini ve zorluklarını ele almaktadır. Yazar, insanlar el ele verebilse birçok sorunun kendiliğinden çözüleceğini ve kardeşliğin anlaşılacağını belirtirken, ayrılığa yol açan bencillik, kibir ve çekişmelerin mevcut durumu zorlaştırdığına dikkat çekmektedir. Tarihte Anadolu birliği için mücadele eden liderlere (Kılıçaslanlar, Yıldırım Beyazıt, Fatih Sultan Mehmet, Mustafa Kemal Paşa) atıfta bulunarak, bu coğrafyanın ayrılık ve parçalanmayı kaldıramayacağı gerçeğini vurgular. Metin, taşın altına elini koyan gerçek kahramanların fedakarlıklarını hatırlatırken, günümüzde sadece sözde kalan birlik çağrılarının ve aradaki ince hesapların birleşmeyi nasıl engellediğini derin bir içtenlikle anlatmaktadır. Sonuç olarak metin, moralin çabuk toparlanabileceği inancıyla, birlik ve beraberliğin ülkenin geleceği için taşıdığı büyük umudu dile getirmektedir.
El ele verebilsek, çok şey kendiliğinden düzelecek, aramıza dağlar konmuş, yollar konmuş, engebeler, hendekler, geçit vermez vadiler konmuş. Rüzgâr kırmış dalımızı, sel ters kepçe getirmiş salımızı…
El ele verebilsek kardeş olduğumuzu anlayacağız mesela…
Anlayacağız amma, o kadar çok şey var ki her biri farklı farklı muamma…
Biz bu coğrafyada birçok kez el ele verdik, yenilmez denen ne varsa yendik…
Tarihin birçok döneminde el ele verememenin ıstırabını da az çekmedik. Nedendir bilinmez, bütün o çektiklerimizi unuttuk, döndük geldik ayrı-gayrı olmanın kapısına….
Bu coğrafya ayrılık kaldırmaz…Bu coğrafya parçalara bölünmeyi, dağılmayı, ufalanmayı kaldırmaz…Bu coğrafya da ya bir olursunuz ya da hiç…
Anadolu birliği için mücadele eden Kılıçaslanlar, Yıldırım Beyazıt ve Fatih Sultan Mehmet bu gerçeği görmüşler, kendi dönemlerinde Anadolu birliğini tesis etmek adına önemli adımlar atmışlardı. En son bu birliği Gazi Mustafa Kemal Paşa kurmuştu.
Denizler durulmaz dalgalanmadan denir ya…
İşte o dalgalanma hali yaşadığımız…
Bu coğrafya dalgalanmaların daniskasını gördü. Bu da geçer. Bu haller de geçer. Düştüğü yerden kalkar, doğrulur cümle gerçekler…
*****
Gururundan, kibrinden, kendinden, egosundan, hırsından vazgeçenlerin yoludur el ele vermek.
Anadolu coğrafyasında bir ve beraber olma gerçeğinin, el ele vermeye dayandığı milattan öncelere kadar uzanır.
Bu gerçek bilinmeyen yeni öğrenilen bir gerçek değil üstelik…
“Bir araya gelemeyiz…” türküsü dilimizde…
Sağdan soldan, dağdan tepeden devşirilen fitne fücur bir çuval laf kucağımızda…
Çeldiriciler, akıl çelenler, akıl daneler, çok bilmişler, goygoycular çevremizde…
Değil el ele vermek, bayramlarda dahi el uzatmayı çok görmek gibi derin yanlışlıklar içinde debeleniyoruz.
Arada hiç eksilmeyen perdelemeler, çekilen duvarlar, sürdürülmesi marifet sanılan küslükler el ele vermeyi hem geciktiriyor hem de inadına zorlaştırıyor.
Handikabımız geçmişte yaşadıklarımızı hatırlamama ve unutmaya devam etmek gibi bir talihsizliği yaşamaya devam etmek…
*****
Mesele el ele vermede amma…
Nasıl olacak nasıl gerçekleşecek, nasıl yan yana gelinecek soruları havada uçuşmaya devam…
Bu arada aralara konulan mesafeler sürekli açılıyor.
Açılması körükleniyor.
El ele verme adına gayret edenlerin en etkili olanları, bir lafıyla gideni geri döndürenleri bu dünyada değiller…
Şimdilik edebiyatın mecaz dalında, edebi sanatları konuşturup duruyoruz.
Laf güzel, laf etkili, tamda istenildiği gibi…
Lakin, el ele vermek gibi bir gayemizde yok, isteğimizde…
Sağa bakıyoruz…
Sola bakıyoruz…
Yola bakıyoruz…
Sonrası, el el üstünde kimin eli var?
O bile kendi içinde kavgalı…
Senin elin…Benim elim…Onun eli…Bunun eli…Şunun eli…
Bu itiş kakışa artık bir dur demeli…
*****
Sonra taşın altına el koyma meselesi var…
Karşıda taş var, yandan geç…
Oradan biri sesleniyor…
Taşın altına elini korsa, eli parçalanır, yazık olur…
Taş bu, ne yapacağı belli olmaz…
Kim koyacak elini taşın altına?
Lakin edebiyat parçalamada kimse elimize su dökemez…
Diyorlar ki…
Ben o taşın altına değil elimi, gövdemi, yüreğimi dahi koyarım…
Ne yapsın taş bekliyor. Bekliyor ki el ele veren olacak mı diye…
Elimi koyacağım, gövdemi koyacağım yüreğimi koyacağım lafları taşın çevresinde dolaşırken, taş dile gelip diyor ki…
Taşın altına elini gövdesini, yüreğini koyanlar Çanakkale’de yatıyor…İstiklal savaşında ya İstiklal ya ölüm diyen o isimsiz kahramanlar Anadolu’nun her köyünde, her kasabasında, her ilçesinde, her vilayetinde yatıyor. Güney doğuda sınır ötesinde Türkiye için, ay yıldızlı bayrak için şehadet şerbeti içenler şehitliklerde yatıyor.
Onlar kim mi?
Şahadete erenler…
Taşın altına elini koyanlar.
El ele verenler…
*****
“Arabaya taş koydum, ben bu yola baş koydum”, şarkısının bu dizelerini dahi söylemekten ürkenler, söylesek ne kazanır ne kaybederiz diye türlü hesap yapanlar mı bir araya gelecek, el ele verecek?
“Akşam oldu hüzünlendim ben yine…” diyor ya o güzel şarkı…
Bize keşke demesi kalıyor her nedense…
Hüzün dolu anlar, zamanlar kalıyor…
İnsanları efkâr basıyor…
Karamsarlık sis misali iki adım önümüzü göstermiyor.
Hayaller, umutlar çıkmaz sokakların sur misali duvarlarında yankılanıyor.
Deniyor ki…
El ele vermekte ne var?
Biz her zaman el ele verebiliriz…
Verin o zaman…
Verin de ortalık güllük gülistanlık olsun…
Kazın ayağı öyle değil işte…
El ele verince, birbirini kollamak gibi bir hastalığımız var…
Kim önde? Kimde öne fırlama alameti var? Kim kimin desteğini aldı? Kim zayıf halka? Kim içten pazarlıklı? Kim kendince hinlik düşünüyor? Kimin içi Çıfıt çarşısı misali?
El ele verdik, muradımıza erdik denen şey öyle kolay kolay olmuyor…
İşin içinde ince hesaplar, varyasyonlar, ayak oyunları velhasıl kelam yok, yok…
El ele vermek sadece karelere girerken pek güzel…” Kürsülerde güzel gittiği de su götürmez bir başka gerçek…
Sertap Erener, “El ele” şarkısında diyordu ki…
“Gel gel ellerini ver / Gönder yüreğini gönder / El ele beraberce / Belki de belki de olur”
El ele verilebilseydi zaten ne kıtlık olurdu ne yokluk ne yoksulluk, ne savaş olurdu, ne kavga ne de aç gözlülük. Dünya hepimize yetip artardı inanın…
Belki kavramına kalmazdı el ele vermek. Kendiliğinden el ele tutuşurdu dünya. El ele verirdi.
*****
Bu coğrafyada moral denen şey çabuk düzelir, çabuk toparlanır.
Ay doğar ferahlatır, güneş çıkar ısıtır içimizi…
Karamsarlık bulutları dağılır gider bir anda…
Büyüklerimiz enseyi karartmak yok, yeise kapılmak yok, Türk’ün kitabında ümitsizlik yazmaz demiyorlar mı?
Rahmetli Cahit Külebi’nin dediği gibi;
“Edirne’den Ardahan’a kadar, bir toprak uzanır, boz kanatlı üveyikler üstünden uçar, Ardahan’dan Edirne’ye, Edirne’den Ardahan’a kadar.”
Ne demişler?
El ele veren, omuz omuza da verir, gönül gönüle de… Bir olur, birlik olur, aşılmaz dağlar aşılır.
El ele…
Hey el ele…
Sefa gele, hoş gele…