Eylül Ayının son yazısına başlamış bulunuyorum. Daha kaç Eylül birlikte olacağız, bu birliktelikler kimin aleyhine bozulacak belli değil… Biz belli olmayanları bir kenara bırakıp günü yaşamayı, hele bir becerelim gerisi kolay. İstesek te istemesek te adına “Kader” denilen olay nasıl olsa hepimizi önüne katıp “geçen zaman denizine” kareleyemeyecek mi… Merhabalar, Efendim hepinize, merhabalar…
Bu sene Ankara’nın sonbaharından ayrı kalma tehlikem belirdi. Belirmek bir yana neredeyse kesinleşti… Ne İstanbul’da ne Datça’da ne de başka bir yerde bu kadar güzel bir hazan yaşanmaz… Nemlenmemiş, kupkuru yaprakları çiğnemenin, onların çıkardığı seslerle adeta çıldırmanın, bu duygularla hangisine basılacağının şaşırılması, bir o yana bir bu yana dans görüntülerinin oluşmasını sadece Ankara’da yaşayabilirsiniz… Merkezi Hükümet’in en sevdiğim semti olan Mebusevleri sokakları bu sene bensiz mi kalacak, yapraklar birlikte dansımızdan mahrum mu kalacak… Sadece rüzgârla yapacakları sessiz valse razı mı olacaklar… Orada kalan dostlarımdan özellikle istiyorum… Ne olur dediklerimi, bana vekâleten yapınız… Bir iki resim de yollarsanız, bu kardeşinizi ihya etmiş olursunuz… Sapsarı, bazıları kırmızıyla haşır neşir olmuş o güzeller güzeli, en küçüğü el büyüklüğünde olan, eşsiz atkestanesi yaprakları, hepinizden özür diliyorum. İnşAllah seneye acısını çıkarırız…
Azıcıkta, argo edebiyatını kullanalım… “Bu kadar duygusallık delikanlıyı bozar” diyelim ve acele aklımızdaki konuları ele almaya başlayalım…
Başımıza gelen her şeyin; mazide tedbiri alınmayan şeyler veya muadilleri olduğunu hemen görebilirsiniz. Zihninizi zorlayınız… Bir ara ekranları sürekli olarak işgal eden iki soytarı vardı… Evet Süha bildi diyeceğim ama o da bu aralar başka alıntılara itibar edip, telifi bir kenara bırakarak ciddi reyting düşüşümüze sebebiyet veriyor. Adeta ekmeğimizle oynuyor. Neyse dönelim başa…Memiş ve Keto‘yu hatırlayabildiniz mi… Adlarına “Medyum” denilen bu zavallılar, kanal kanal gezerek halkın kafasını karıştıracak programlar oluştururlardı… Anadolu’ da ki, klasik “Cinci Hoca” şablonunun modern versiyonuna uyan ikili, benim emrimde “şu kadar cinim var, onu mahvederim” türü konuşmalarla zihinleri bulandırırdı. Halk; Keto’cu ve Memiş’çi diye adeta ikiye ayrılmıştı… Programın birinde, canlı yayın sırasında, Memiş ayağa kalkarak Keto’ya tokat atmıştı… Zaman geldi geçti, hiçbir şey değişmedi… Sadece isimler değişti, yüzlerde sakallar oluştu, sarık, cübbe işin içine girdi… Geçtiğimiz günlerde, Cübbeli ile Sarıklı kapıştılar. Birbirlerine söyledikleri lafları duyanlar kulaklarına inanamadı… Dedikleri her şeye doğru diyorum. Koskoca tarikat lideri ve Mehdi Hazretlerinin yalan söyleyecek durumları yoktur herhalde. Muhtemelen ilerleyen zamanlar da daha mahrem bilgilere de ulaşacağız. Siz hiçbir gayret sarf etmeyin, oturun ve bekleyin. Ayrıyeten, sadece dinlemenin, dinden çıkmak gibi bir tehlikesi de yok… İsmi mevzu bahis değil, birine yan gözle baksanız bile, harekete geçen savcılarımız ( İnşAllah, halâ Cumhuriyettirler) bu olayları , itirafları ve suçlamaları sadece seyrediyorlar. Sizce sebebi nedir. Birileri din kisvesi altında, bademleme yapıyor, başka biri, kendisine hizmet eden köle haline getirdiği kimselerin sabilerine göz koyuyor, taciz ediyor. Birçoğu, memleketin dört bir yanında Kuran Kursuna yolladığımız ve emin olduğumuz yerlerde, kız-erkek ayrımı yapmadan gözümüzden sakındığımız evlâtlarımıza tasallutta bulunuyor… Türbanlı komşumuz; acaba bizi de kesilecekler listesine aldı mı diye tedirgin yaşıyoruz… Ey Cumhuriyet’in Savcıları neredesiniz? Sizin işiniz; sadece hükümete ve de Erdoğan’lara yapılan tenkitleri önleme ve cezalandırma makamları mı?
Bu arada Allah’ın , her ne kadar Türk olmasa da, milletimize büyük mükafat olarak yolladığı Aile ne yapıyor, şöyle bir bakalım mı? Ulusoylu Damat, çok parlak tablolar çiziyor… Şu ana kadar dediği hiçbir şey çıkmayan Damadımızın, bu beyanatları hepimizi korkutuyor… Gene tam tersi olacak diye… Kayınvalidesi de boş durmuyor. Caretta caretta etkinliğinden sonra, Türk Mutfağının ölümsüzleşmesi, nesilden nesile eksiksiz aktarılması için yapılan çalışmaları himayelerine almışlar. Allah ondan razı olsun. Yalnız bir tehlike var. Türk Yemekleri diye çıkılan yolda; her icraatların de olduğu gibi “Türk” lafı buharlaştırılıp yerine “Arap” yemekleri olgusu almasın… Bu çalışmaya, ayrıyeten, Gürcü mutfağı da, Rum mutfağı da karışır mı, böyle , tehlikeler de var mı, bilemiyorum… Eeee, zaman çabuk geçiyor. 2023 geldi sayılır, 2028’de , ha diyene kadar gelir… RTE’nin yasal görev süresi bittiğinde ,kim ne derse desin Emine Hanım’ı tek geçerim… Damat muhtemelen, bütün günahlar sırtına yüklenerek harcanır… Bilal Oğlan da henüz yeteri tecrübeye ulaşamadı. Ok falan atıyor da henüz başta CHP olmak üzere, diğer partilere, bireyler atmayı öğrenemedi. Babasının tecrübelerine müracaat edebilir ama, onun da işi çok… Ne mi işi var…Ben onlara “Acak, Ecek” işleri diyorum… “Bu yıl istihdam yılı olacak“, “Bu yıl ihracat patlaması olacak” gibi… Konuşma lisanı, “Du, dı, ti“ye dönmeden, mesela “2.5 milyon istihdam oldu” , “300 milyar dolar ihracat gerçekleşti” gibi cümleler kurulamaz ise işimiz zor…
Yazıma son vermeden, benim canım kurumumun ne hallere geldiğini görerek kahroluyorum… Kuzey Marmara Otoyolunun bir etabı daha açıldı. Gerçi her 100 m. için ayrı bir tören yapılıyor ya, konumuz o değil. TRT’nin verdiği haberle irkildim. “İlk geçen arabadan ücret alınmadı“. Alicenaplığı görüyor musunuz, bu ne büyük fedakârlıktır. Firma batar Azizim. Ya TRT’nin haber yapması… Mutlaka, dünyanın bütün Ajansları, acil ve son dakika koduyla duyurmuşlardır… İlk arabadan ücret alınmamış… Yılın haberi. Ödül almasa bile mansiyonu garanti... Ülkemizin geldiği durumu görüyor musunuz… İlk Araba ücretsiz geçiyor… Merkel kıskanmasında ne yapsın. Macron çıldırmasın mümkünse… Bravo eski kurumuma, atlamamış haberi bravo…
Bir “Lak-lak” daha geride kaldı, tıpkı ömrümüzün geçtiği gibi. Hepiniz Allah’a emanet olun. Hoşça kalınız…