Yaşadığımız mekânlar, mahalleler, sokaklar, alışkanlıklarımız, muhabbetlerimiz, alışveriş şeklimiz, parayla olan ilişkilerimiz, düğünlerimiz, bayramlarımız, yarınlarla ilgili hayallerimiz ve hatta hayattan beklentilerimiz hepsi, bizim isteğimiz dışında, istemediğimiz biçimde değişti…”
Olayı “küreselleşmenin sonucu” diye geçiştirebilirsiniz ama benim altını çizmeye çalıştığım konu; özün kaybedilmesi, yersizleşme, kimliksizleşme. “Her değişiklik iyilik işareti olduğu inancını taşımak, acayip bir düşünce ve gaflettir. Çünkü gerileme ve çöküşlerde ancak örf ve adetlerin değişmesi ile olur.” -Said Halim Paşa-
Köy kimliği, kent kimliği, insan yaşamına dair ne varsa hepsi, aynı derecede bu değişimden ve yozlaşmaktan nasibini almaktadır. Kentler, “aydın kent insanı” yapısından uzaklaşırken, değerlerini yaşatmak adına, sosyal yaşamın içine sirayet edecek hiç bir şey üretememektedir. Ne yazık ki adım adım olumsuza giden bütün bu değişimleri sorgulamak yerine küçük ayrıntılarla günü kurtarmaya çalışıyoruz.
Son yıllarda hızla taş devrine dönerken, köylerin mahalle, mahallelerin 15 katlı betonlara dönüştüğü, dolayısıyla insanlarının gittikçe birbirilerine yabancılaştığı, geleneklerin betonlar arasında sıkışıp kaldığı yerel kimliğini yitirme noktasına gelen Trabzon’dan bahsetmek istiyorum…
Değerli okurlarım geçtiğimiz günlerde, Trabzon Kuyumcular ve Saatçiler Odası Başkanı Sayın Ali Yazıcı ev sahipliğinde, Türkiye Kuyumcular Birliği tarafından Trabzon’da düzenlenen çalıştayı, GELENEKLERİN YAŞATILMASI adına değerli bulduğumu ifade edeyim. En azından Trabzon’a ve kuyumcusuna (Trabzon telkârisine, kazaziyesine ve hasırına) sahip çıkması noktasında iyi bir uyarı olduğunu düşünüyorum.
Lakin olayı sadece bu haliyle değerlendirmek, üç günlük etkinliklerle bir sonuç elde edileceğini düşünmek yanlış olur. Bu çalıştay, sadece sokak defilesi ile anılan sıradan magazinsel bir olay olarak kalmamalıdır.
Emek önce yerelinde gerekli karşılığı bulmalı, pazarını kurmalı, yaşatılmalıdır. Trabzon’un uzun zamandır, bazı alışkanlıklarını kapitalizmin renkliliği karşısında terk ettiği doğrudur. Hasır, pırlanta gibi daha renkli takılar karşısında talebini yitirmiş olsa da, duyarlı bir çalışma ile, en azından, Trabzon’da var olan “hasır takısız gelin mi alınır” geleneği yeniden diriltilebilir.
Bu sebeple Trabzon kuyumcuları bir farkındalık yaratarak, çalıştay raporunun uygulanması konusunda titiz davranırken, aynı zamanda da, Trabzon geleneklerinin tamamının yaşatılması konusunda kültür dernekleriyle işbirliği içinde çalışmalar yapmalıdır.
Sayın Yazıcı’ya naçizane tavsiyem; Trabzon kadınına hitap edecek etkinlikler düzenleyin… Bu sanatı kadınlara yeniden, daha fazla eve ekmek kapısı olacak şekilde planlayın. Kadınların “hasır takıları” demode görerek kasalarında saklamalarının yerine, yeniden özel günlerine kullanmaları konusunda moda yaratın…
Bunun için, kadınları sokağa dökmeye, sadece kendini teşhir etme hevesinde olan yabancı mankenlere de gerek yok. Trabzon kadını geleneğini taşır, hem emeği ile hem takılarıyla kendi ürününün mankeni de olur, hem de en moderninden(!)…
Trabzon kuyumcularının da aynı duyarlılıkta olup, “geleneksel takıları”, vitrinlerinin en görünen yerinde ve en cazip şekilde teşhir etmeleri gerekmektedir… Bu aynı zamanda, önemli bir pazarlama yöntemidir. Trabzon’da (telkâri, kazaziye ve hasır) takılarınızla, her eve ve her düğün mekânına yeniden girmelisiniz…
Diyeceğim o ki, 1900 yılı başlarında Kafkaslar Bölgesinden Trabzon’a getirilerek yaygınlaştırılan muhteşem bir sanatı içselleştirmek, kadınlarımızın vazgeçilmezi haline getirmek, en iyi şekilde pazarlamak ve tanıtımını yapmak için daha geniş bir çalışmaya ihtiyaç var.
Bu çalıştayın bir vesile olacağını umarak, Trabzon milli ürünlerinin, değerlerinin ve emeklerinin en önce kendi yerelinde gerekli itibarı görmesi ve yaşatılması adına, bütün derneklerin aynı duyarlılığı göstermesini diliyorum. GELENEKLERİZİ YAŞATMADAN, KENDİNİZ OLMADAN, BİR KİMLİK, MARKA OLAMAZSINIZ…
“Bir millet, kendisine uygun müesseseleri ancak şuuraltı hayatının asırlarca süren devamında, gelenek ve görenekleriyle bulur.”-Peyami Safa-