Türk-Yunan ilişkileri[1]; tarihi, siyasal, sosyal, kültürel ,dini, askeri ve ekonomik boyutları gözönünde tutularak incelenmelidir. Bilhassa Anadolu ve Balkan coğrafyaları üzerinde yoğunlaşan ilişkiler, günümüze kadar gelecek şekilde Selçuklu- Doğu Roma İmparotorluğu, Osmanlı- Doğu Roma İmparatorluğu, Osmanlı-Rum Ahali ve Yunan isyanları ile Yunanistan Krallığı’nın kurdurulmasından itibaren Osmanlı-Yunanistan , Milli Mücadele Türkiyesi ve Cumhuriyet dönemi Yunanistan ile ilişkiler olarak, dönemlere ayrılmalıdır.
Türk Milletinin, son dönem ilişkilerini anlayabilmesi için Yunan tarafı ile olan tarihsel meseleleri bilmesi gereklidir… Bunun için Yunanlıların, Türk Milletine bakış felsefesinin altında yatan nedenleri anlamak zorundayız.
İki ülke arasında ana ayrım, din ve millet yapısında ortaya çıkmaktadır. Türkler kendilerini İslam’ın kılıcı olarak gördüklerinden, fetih ruhu ile Anadolu ve Balkanları vatanlaştırıp, bu topraklarda devletlerini kurmuştur. Yunanlılar da kendilerini Roma İmparotorluğu’nun gerçek mirasçısı ve Hrıstiyanlığın yılmaz bir savunucusu olarak görmektedir.
Türkler bugün artık unutmaya yüz tuttukları “Kızıl Elma” idealiyle hareket ederken, Yunanlılar da günümüzde çok canlı tuttukları “Megalo İdea” ile yaşamakta ve hareket etmektedirler.
Bugünkü Yunanistan’nın Türk toprakları alınarak kurulduğunu ve kurulduğu tarihten bu yana Türk topraklarını alarak büyüdüğünü, 1919’da Batı Anadolu’nun işgali ve de günümüzde Ege’deki Türk adalarının el koyulmasının altında yatan nedenin “Megalo İdea” olduğundan zerrece şüphe duyulmamalıdır.
Aslında bu düşünce ve bu düşünceye uygun eylem tarzı, Avrupa’da geliştirilmiş ve Türklerin Avrupa’dan kovulması projesi kapsamında uygulamaya konularak, Avrupa ile Türkler arasında bir tampon devlet olarak Yunanistan kurdurulmuştur. Görevi ise, Türkleri Avrupa’dan uzak tutmak ve Türkiye’den tırtıklayabildiği kadar toprak tırtıklamaktır. Bu politika da, çok başarılı olunmuştur.
Yunanistan eğitim sisteminde bütün nesiller, Türk düşmanlığı ile yetiştirilir ve Türklere karşı olan hedefler, daima akıllara kazınır. Onun için Yunanistan’da göreve gelen siyasetçi ler, hangi fikre sahip olursa olsun düşmanlık içeren bu hedefler kapsamında hareket ederler.
Yunanistan’ın Hrıstiyan Batı’nın koruması altında olduğu ve Türklere karşı bir tetikçi olarak kullanıldığı konusunda elimizde bir çok veri vardır. Örneğin, arkasına İngiltere, ABD ve İtalya’yı alarak, İzmir’e çıkıp, Türkiye’yi işgale kalkışmaları gibi… Aslında Türkiye ile Yunanistan’ın istatistiki değerleri ve nüfusları göz önüne alındığında, Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı olumsuz hiç bir işe kalkışamaması gerekir. Ancak arkasında emperyalist küreselci bir Hrıstiyan dünya olduğu için Türk tarafına karşı aşırı bir küstahlık içindedir.
Yunanistan’ın ekonomik bir kriz içinde olması, onun Türkiye’ye karşı tarihi politikalarından geri adım atmasına neden değildir. Çünkü Yunan tarafı bilir ki, kendisini nasıl kurdurdularsa öyle de yaşatacaklardır!
Böyle bir girişten sonra, Türk-Yunan ilişkilerinde öne çıkan sorunlardan bazı örnekler verebiliriz. Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı, Kıbrıs, Rodos ve İstanköy adalarındaki Türkler, kıta sahanlığı, patrikhanenin ekümenikliği, Heybeliada Ruhban Okulu’nun eğitime açılması, azınlık vakıf mallarının iadesi, Pontus iddiaları, Ege’deki Türk adalarının işgali gibi... Dikkat edilirse bu sorunlar hep Yunan tarafınca, kendi taleplerine göre şekillendirilen sorunlardır. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, Yunan tarafı emellerine uygun ve suni olarak yarattığı bu problemler ile Türk tarafına karşı devamlı olarak kazanmaktadır.
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı, Lozan Anlaşması’na dayalı olarak Yunanistan’da yaşayan bir soydaş topluluğumuzdur. Ancak o tarihten bu yana ağır insan hakları ihlalleri ile karşı karşıya kalmış bir kitledir. Türkiye, bu toplumun anlaşmalar gereği garantörü olsa da, Avrupa’nın şımarık çocuğu olan Yunanistan’ın uyguladığı politikalar karşısında, Batı Trakyalı Türklere yardımcı olmak konusunda başarısız olmuştur.
Kıbrıs, ayrı paragraf açılması gereken bir konudur. Kıbrıs Türkleri, adadan temizlenmek istenmektedir. Türkiye menfaatleri ve Kıbrıs Türklerinin varlığı sebebi ile buna engel olmak zorundadır. Ancak son günlerdeki gelişmeler, Türk tarafının Kıbrıs’ta kaybetmek üzere olduğunu bize göstermektedir.
Kıta sahanlığı konusunda, Yunan tarafının talepleri kabul edildiği takdirde,Türkiye kendi topraklarının büyük bir bölümü üzerinde hükümranlık hakkını kaybetmekle karşı karşıya kalacaktır.
Yunanistan’ın politikalarının ve Türkiye üzerindeki taleplerinin oluşturulduğu merkezlerin en önemlisi, ekümeniklik iddiasındaki İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’dir. Türkiye’yi yönetenler, bir süredir bu patrikhanenin taleplerini karşılama konusunda çok müsamahakar davranmıştır.
Ülkemizin Doğu Karadeniz bölgesinde bir “Pontus Devleti” kurma hayali de, Yunanlılar tarafından ete kemiğe büründürülmeye çalışılmaktadır.
Özetle şunu demek gerekirse, Türk-Yunan ilişkilerinde denge devamlı olarak ,Yunan tarafının lehine gelişmeler göstermektedir. Buna son örneğimiz, üç yıldan bu yana Ege Denizindeki Türk Adalarının Yunanistan tarafından işgali ve Türkiye’nin buna karşı sessiz kalışıdır. Hatırlayalım ki, Yunanistan bu işgallerini, Ege Denizini bir Yunan Denizi haline getirme politikası kapsamında gerçekleştirmektedir.
Türk-Yunan ilişkileri kapsamında yaşananlar, Yunanistan Krallığı’nın kurulduğu 1829 tarihinden bu yana Türklerden saklanmaktadır. Sanki gizli bir el, Türk tarafından, Yunan tarafı karşısındaki kayıplarını gizlemektedir…
Bunlardan biri de 1988 ve 1990 yıllarında Batı Trakya Türklerine karşı gerçekleştirilen planlı 29 Ocak olaylarıdır.
Yunanistan, uzunca bir süredir, Batı Trakya’da bir Türk azınlığı olduğunu red etmektedir. Ona göre, Batı Trakya’da “Yunanlı Müslüman”lar yaşamaktadır. Bu sebeple değişik kuruluşlarda, Türk adının kullanılmasını yargı kararları ile yasaklamıştır. Özellikle, İskeçe ve Gümülcine’de “Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği” ve “Gümülcine Türk Gençler Birliği” gibi derneklerdeki tabelalardan Türk adı silinmiştir. İskeçe Türk Birliği, 27 yıllık mücadelesi sonucunda AİHM’de haklılığını ispatlamış olmasına rağmen, halen Türk sözcüğü tabelalardaki yerine asılamamıştır…
Bunun üzerine Batı Trakya Türkleri, “ anlaşmalarla garanti altına alınmış olan Türklüklerini inkar eden Yunanistan’ı, garantör devletlere, İslam ülkelerine ve nihayetinde tüm dünyaya anlatma” kararı aldılar. 1988’in 29 Ocak günü, 20.000 civarında Türk bu amaçla Gümülcine’de toplandı. Ancak Yunan devleti ve Yunan halkı tarafından aşırı bir şiddete maruz kaldılar.
Takvimler 29 Ocak 1990’nı gösterdiğinde de, 1988’de meydana gelen olayları anmak üzere Gümülcine Eski Camii’nde, bir mevlit tertiplemeye karar verdiler. Ancak Yunan tarafı; çeşitli bahanelerle ve planlı bir şekilde, Batı Trakya Türklerine karşı taş,sopa,bıçak ve demir çubuklarla saldırıp, dört yüzün üzerinde Türklere ait İşyerlerine zarar verdi. Türkiye’deki patriğin müadili olan, İskeçe Müftümüz rahmetli Mehmet Emin Aga ve bağımsız Türk milletvekili Ahmet Faikoğlu ağır yaralanıp, günlerce tedavi altında kaldılar. Garip olan, Türk medyasının bu olayları Türk kamuoyundan saklaması ve sansür uygulamasıydı. Her halde Yunanistan ve onun hamileri ile ilişkilerimiz bozulsun istenmiyordu!
Batı Trakya Türkleri, 29 Ocak 1988 ve 1990’da yaşanan olaylardan sonra bu günü “29 Ocak Milli Direniş Günü” ilan etti ve her yıl yaşananlar çeşitli etkinliklerle anılmaya çalışılıyor. Ancak halen bu günün önemi Türkiye’de anlaşılamamıştır ki, gereken değerin verilmediğini görüyoruz. Buna karşılık Yunan tarafı o kadar hassastır ki, Batı Trakya’da İskeçe Müftülüğümüzün bir çalışanı 28 Ocak 2016 gecesi kimliği belirsiz kişilerce kaçırılmış ve İskeçe Müftümüz Ahmet Mete ve ailesi öldürülmekle tehtid edilmişlerdir. Türkiye tarafının bırakın buna bir cevap vermesini, kamuoyumuzun bu olaydan haberinin olduğu bile tartışmalıdır.
Günümüzde Türk-Yunan ilişkileri ve 29 Ocak olayları tarafımızca bilinmiyorsa ve bu bilgisizliğin ortaya çıkardığı faturanın önemi anlaşılamıyorsa, bunun sebebi Türk tarafının yeteri kadar aydın yetiştirememiş ve dolayısıyla ortaya bir strateji konulamamış olmasıdır.
Biz Türkler, bir çok şeyde olması gerektiği gibi Yunanistanla ilgili meselelerimizle de yüzleşmeliyiz. Bir de tabiri caizse, bizim rahatımız için rehin bıraktığımız Batı Trakya Türklerini asla yalnız bırakmamalıyız. Sözün kısası, hepimizin “29 Ocak Milli Direniş Günü” kutlu olsun!”
[1] Bu yazıilk defa Yesevi Dergisi Mart 2016 Sayısında yayınlanmıştır