Erol Sunat
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Lisanı Münasip

Lisanı Münasip

0
Paylaş

Erol Sunat yazısında, nezaket ve uygun bir dil kullanımı anlamına gelen “lisanı münasip” kavramını merkezi bir tema olarak ele almaktadır. Yazar, Türkiye’nin yakın geçmişinde bir dönüm noktası olarak sunulan “milat” kavramının yükselişini ve düşüşünü bu çerçevede değerlendirir. Metin, “milat” söyleminin başlangıçtaki coşkusunu, umut vaat edişini ve toplumda yarattığı geniş kabulü detaylandırır. Ancak zamanla bu “milatların” vaat ettiklerini gerçekleştirememesiyle ortaya çıkan hayal kırıklıklarını, toplumsal sorunların devamlılığını ve bu kavramın aslında geçmişi unutturmaya yönelik bir araç olarak kullanıldığını eleştirel bir bakış açısıyla ifade etmektedir. Sonuç olarak, kaynaklar, “lisanı münasip” ile dile getirilen toplumsal beklentilerin karşılanmadığı bir süreci ve politik söylemlerin gerçeklikten uzaklaşmasını anlatır.

 

Efendim bizim nesil bir meseleyi hallederken lisanı münasiple halletmeyi sever. Lisanı münasip demek, kırmadan, dökmeden, sövmeden, kızmadan, öfkelenmeden, edepsiz kelime ve cümleler kullanmadan, kibar ve anlaşılır uygun bir dille bir meseleyi çözmek demek.

Seksenli yılların ortalarına doğru gündemimize girdi milat meselesi. Gerçi Tarih derslerinden Milattan önce sonra diye okumuşluğumuz vardı.

Milat tamda lisanı münasiple arzı endam etti.

Coşkulu, heyecanlı, kucak dolusu söz veren, umut aşılayan bir kavramdı.

Memleketin dört bir yanında ayakta karşılandı…

Taraftar buldu. Konuşmaya başlayan konuşmacı bu bir milattır demeye başladı mı, akan sular duruyordu. Laflar berraklaşıyor, bulanık sular duruluyor, kasvetler ve karamsarlıklar dağılıyordu.

Milat yeni bir sayfaya, yeni bir başlangıca, yeni bir yolculuğa buyur ediyor yaklaşımıyla, rengiyle ahengiyle mest etmişti herkesi…

Bu dünde öyleydi, bugün de öyle…

Biliyorsunuz bir ara çağa taktık…

Çağ atlamaya niyetlendik…

Çağ tamda miladın konusuydu. Çağlar milatla özdeşti. Kardeşti. Çağ vardı çağ vardı. İlk çağdan başlayıp günümüze kadar gelmek için binlerce yıl geçmemiş miydi?

Çağ mı atlandı, ip mi atlandı diye münakaşalar, tartışmalarda yaşandı o ara…

Milattır, kırılma noktasıdır, hangi çağda olduğumuz üzerinde dahi değişik yorumlar var denildi kapandı gitti mevzu.

*****

Bazılarımız milattan önceye döndük demeye başladı…

Nedir Milattan önce?

Yontma taş devri falan mı?

Yok canım o kadar da değil, 2025 yıl öncesi ve daha ötesi…

Kim diyor?

Milat…

Bayıldığımız, anlatmalara doyamadığımız o kavram…

O büyülü kelime…

Bu bir milattır diye az kurdele kesmedik. Az açılışlarda bulunmadık…Az milat üzerine atılan nutuklar ve bir türlü gerçekleşmeyen sözler dinlemedik.

Peki ne oldu?

Milattan öncesinde kaldı…

Ne kadar önce?

On yıl önce, yirmi yıl önce…Hadi otuz olsun…hatta bu iş kırka kadar uzar gider.

Şimdi efendim bizim zamane milat tabirlerimiz, uydu zamana…Sonra geliştirdi kendini…

Ancak pek bir tuttu…

Siyasilerimiz bayıldı milat tabirine…İş dünyamız kör kütük âşık oldu. Fabrika açtı, işletme açtı, daha küçük ölçeklerde iş yapan insanımız dükkân açtı…Açarlarken Bakanlara, vekillere kestirildi kurdeleler…

Hep ne mi dediler?

Bu bir milattır…

*****

Milatları beyaz sayfalarla destekledik…Geriye doğru dönüp bakmak gibi bir iyiliği kendimizden her daim esirgedik…” Milattan öncesinde mi kaldın abi?” sözleri dahi çıktı.

Milattan önce, milattan sonra ve beyaz sayfalar arasından çıktık geldik bugünlere…

Her gün yeni bir açılış…Her gün yeni bir başlangıç…Her gün yeni ve başka bir olay…Her gün ters köşeli sürprizler…

Nedir bu işin hikmeti?

Nedir aslı faslı?

Milat…

Bu bir milattır…

Bu Milat, Milattan önce defterini kapatıp, Milattan sonra diye yeni bir sayfa açmanın girizgahı…

Lisanı münasiple söyleyecek olursak, biz o bildiğiniz biz değiliz, yeni bir sayfa açtık, her şeye sünger çektik, gülen yüzümüzle, iyi niyetimizle, doğru ve düzgün yaklaşımımızla huzurunuza geldik…İşte bu geliş de bir milattır.

Lisanı münasiple konuşursak, ne diyordu eskiler, “Hafızayı beşer, nisyan ile maluldür”

Unuttuk ne varsa ne yaşanmışsa, her ne olmuşsa, kandık cafcaflı açılışlara, konuşmalara, açılışlardaki ikramlara, bu bir milattır laflarının peşine düştük, yürüdük…

Yürümek ne kelime koştuk…

Sonrası hüsran…Sonrası hayal kırıklığı…Sonrası burukluk…Sonrası milattan önce manzaraları…Yani başladığınız yere geri dönmek yada kendinizi o başladığınız yerde bulmak…

*****

Şimdi efendim, bu bir milattır diye diye geldik ya bugünlere…

Nerede o milat?

Ya da neydi?

Bir zamanlar milat bolluğu içinde sağımız milat, solumuz milattı.

Milat kimimizi yanına aldı, kimimizi kaldırıp attı.

Teselli babından beyaz sayfalar açıldı…

Beyaz sayfaları anladık ki, her açan, kendi için açtı…

Yokluk aynı yokluk…

Yoksulluk aynı yoksulluk…

Açlık sınırı gitgide derinleşen bir uçurum.

Tencere meseleleri hüzünlü hazin gözleri dolduran bir çaresizliği temsil ediyor.

Oysa tencereyle ilgili ne kadar çok bu bir milattır lafı ve vaadi dinlemiştik.

Ücret ve maaşlarla da öyle…

Atanamayan Öğretmenlerle de…

Esnaf, köylü, çiftçinin vaziyetleri de öyle…

Onca deprem felaketi yaşadık, sel felaketi ve en sonra önlemekte güçlük çektiğimiz orman yangınları…

Biz yandık, içindeki cümle canlılarla, ormanlar yandı cayır-cayır…Nice canları da şehit verdik ormanlarımızı kurtarmak ve korumak için…

Yana yana kül olduk…

Anlatmadık mı lisanı münasiple yanıyoruz diye?

*****

Lisanı münasiple söyleyecek olursak, ne diyordu rahmetli Demirel, “Benim köylüm, benim çiftçim, benim esnafım, benim emeklim, benim işçim, benim memurum…”

Rahmetli Demirel’den sonra, hiç bu kadar tatlı, hiç bu kadar müşfik, samimi, içten ve sıcacık ifadeler ve sözler duydunuz mu?

Duyabildiniz mi?

İnsanlar böyle güzelliklere hasret…

“Ağulu aşları yağ ile bal ede bir söz” diyen Yunus’u neden hatırlamaz hiç kimse?

Milatlar ve beyaz sayfalar arasında ömrümüz geçti. Bazılarımızın kayboldu. O milatları o açılan beyaz sayfaların hayrını bir biz göremedik…

Halbuki çok şey mi istedik?

Her daim lisanı münasiple anlatmadık mı derdimizi?

Anlattık anlatmasına da…

Gönlümüzden geçen bu değildi denildi. Henüz öğrenen olmadı o gönüllerinden geçenin ne olduğunu…

Enflasyon düşecek diye neredeyse bu bir milattır denmediği kaldı…

Rakamlar düştük dese de ne marketler ne çarşı pazar ne sokak ekonomisi ne de cebimizdeki paranın alım gücü enflasyonun düşme diye bir derdinin olmadığını gösterse de bize inanan da olmadı hak verende…

Sonra, her şeyin farkındayız, biliyoruz benzeri açıklamaların gerçek anlamda dönüşlerinin olmamasının yaşattığı hüsran ve hayal kırıklığı da cabası…

Lisanı münasiple “Bad-el harab-ül Basra…”

*****

“Ne demiştin niçin caydın sözünden” diyen o güzel şarkının sözleri hislerimize tercümanlık eder durur yıllardır.

Dinlediler mi, bizi dinlemesini beklediklerimiz?

Dinlemediler…

Geldiler mi, tuttular mı elimizden?

Tutmadılar…

Onca yaşadığımız, onca olan bitende bize milat…Bizim için milat…

Bir beyaz sayfada biz açtık kendiliğimizden…

Bugüne kadar o kadar çok milada şahit olduk ki…

Lisanı münasiple; Milatları da ezberledik…O bembeyaz sayfaları da…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!