Kürşad ZORLU
Kırım’da neler olabileceğini bir önceki yazımızda detaylarıyla ortaya koymuştuk. Bu sürede Kırım’ın adım adım ellerimizden kayışını izledik. Bir devletin tarihi temeller üzerinde kurduğu siyasetini proaktif bir yaklaşımla nasıl başarıya taşıdığını gördüğümüz gibi tarihinden uzaklaşan başka bir ülkenin kendi içindeki meselelerle boğuşurken haklarını ve soydaşlarını nasıl savunamadığına da şahit olduk.
Kırım Parlamentosunun aldığı “Rusya’ya bağlanma” kararı, Moskova’nın son dönemdeki hamlelerinin bir devamı niteliğindeydi. Muhakkak ki bu noktada Türkiye başta olmak üzere uluslararası toplumun Rusya karşısındaki tutumu da belirleyici oldu. Ancak Rusya-Batı mücadelesindeki şu önemli boyutu da irdelemek gerekir.
Öyle ki insanlar toplumları, toplumlar, üzerinde durdukları toprak parçasıyla kurdukları bağ sayesinde devlet dediğimiz sistemler topluluğunu oluşturur. Yani dünyanın neresinde olursa olsun devlet mekanizmasını hayata geçiren yegane güç insan, insan ihtiyaçları ve insan eliyle oluşturulan akıl programlarıdır.
Bununla birlikte Maslow, Herzberg, Alderfer ve motivasyon konusunda çalışan farklı bilim adamlarınca insanların etkilenmesi ve yönlendirilmesi konusunda ortaya atılan tüm görüşlerin ortak bir noktası vardır.
İnsanların temel fiziksel ihtiyaçları karşılanmadığı takdirde bir üstteki ihtiyacının karşılanmasının bir anlamı yoktur. Fiziksel ihtiyaçlardan başlayan ve insanın kendisini gerçekleştirme ihtiyacına yönelen böylesine bir yaklaşım küresel gelişmelerle birlikte devletlerin uluslararası kararlarının etkili bir zemini haline gelmiştir. Aslında siyaset de dahil olmak üzere dünyadaki sorunların temelinde yönetim başarısı ya da başarısızlığı vardır. Bu açıdan olayları, olguları ve insanları yönetemeyenlerin koskoca bir devleti yönetebilme becerisinden söz etmek oldukça güçtür.
Dolayısıyla günümüzdeki uluslararası gelişmelere bakıldığında yönetim işinin temel koşullarından birisi insanların ortak bir amaç etrafında motive edilebilmesidir.
Hangi ülkede olursa olsun (kapalı sistemlerde istisna kabul edilebilir) siyasetçilerin kitleleri harekete geçirmek ve bir anlamda motive edebilmek amacıyla çeşitli projeleri uygularken ya da farklı propaganda tekniklerini kullanırken bu ihtiyaçlar dizisini dikkate alma zorunluluğu vardır. Zira geçmişte siyasi iktidarları değiştiren nihai zemin geniş halk kitlelerinin, karşılanan veya karşılanmayan ihtiyaçlarının önce sosyal beklentilere sonra kamuoyu oluşma süreçlerine ve nihayet sandıklara yansımasından başkası değildir.
Rusya’nın yakın geçmişte Gürcistan’da, son olarak Kırım’da elde ettiği sonuçların tarihten gelen dinamiklerle ve süreçlerle ilgisi olduğu kadar daha pragmatist anlamda yukarıda ifade ettiğimiz temel üzerinde şekillendiğini görmek gerekmektedir.
Rusya’nın sahip olduğu enerji kaynakları ve yönettiği ya da yönlendirdiği enerji iletim ağları ile kendi coğrafyasını aşan bir alanda insan ihtiyaçlarına ve haliyle pek çok ülkenin iç siyasetine dolaylı etki edebilme gücüne sahip olduğu göz ardı edilmemelidir.
Bugün Rus doğal gazına Türkiye’nin % 58, Avrupa’nın ise % 60 seviyesinde bağımlı olduğu belirtilmektedir. Bu avantajın yanı sıra Rusya, olası yaptırımlar ve ambargolar karşısında en azından bir süre idare edebilecek ölçülerde kendi coğrafyasında dinamik bir ticaret ve paylaşım ağı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu sebeple alınacak birçok karar ve tedbirin Moskova’nın bu ve benzer hamlelerini kısa sürede etkisiz hale getirmesi beklenmemelidir.
Rusya’nın nihai olarak Avrupa başta olmak üzere oraya entegre olmuş farklı ülkelere“vanayı kapatırsam” diyerek etkili bir uluslararası enstrüman geliştirmiş olduğu çok açıktır.