Cengiz Eroğlu*
[email protected]
Irak Türkleri ya da Irak Türkmenleri, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nden ayrılmış, Irak adı ile kurulan devletin vatandaşları olarak varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Osmanlı döneminde bu insanlara uzun yıllar “Türkler” diye söz edilmiştir. Ancak Lozan Konferansı sıralarında İngiliz heyeti “Türkmenler” olarak ifade etmişlerdir. Buna karşılık olarak Türk delegesi başkanı İsmet İnönü Türkmen ile Türk’ün eşanlamlı oluğu ve Türkiye Türklerin de Türkmen olduklarını savunmuştur. 1923 Lozan ve 1926 Ankara Antlaşmalarında “Musul Türkleri” denilmiştir. 1959 yılında Abdülkerim Kasım’ın yönetimi ele geçirdikten sonra Irak’ta yaşayan biz Türklere “Türkmen” denilmeye başlamıştır. Türkmenler sadece Irak’ta değil, Anadolu’dan Kafkasya’ya, Balkanlardan Suriye ve Filistin’e kadar birçok coğrafyaya yayılmışlardır. Hatta Afganistan’da ve İran’da Türkmen boyları bulunmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, toprakları İngiliz işgaline uğrayan Musul, Kerkük ve Erbil Türkmenlerinin ileri gelenleri, istilacı güçlere karşı mücadele etmek için, hemen harekete geçmişlerdi. Anadolu toprakları üzerinde yürütülen Milli Mücadele’ye paralel olarak başlayan, bölgedeki hareketler, gücünü yine Anadolu’dan alıyordu. İlk olarak, İngilizlerin, halkı Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmalarını önlemek için, acil biçimde önlemler alınmaya başlandı. İngilizlerin bölgedeki siyasi hâkimleri, para vererek elde ettikleri bazı aşiret reislerini yanlarına çekmek için büyük gayret gösteriyorlardı. Buna karşılık, Türklerin ileri gelen liderleri, İngilizlerin bu gayretlerini boşa çıkarmak için, olağanüstü çaba harcıyorlardı. Bunların arasında Erbil Türklerinin çok sevilen ve sayılan din alimi Küçük Molla Efendi (1867-1943)’nin, halkı İngilizlere karşı mücadeleye davet eden ve işgalcilerin propagandalarına karşı uyanık olmağa yönelik konuşma ve sohbetleri, büyük etki yapıyordu.(1)
Irak’ta yaşamını sürdüren Türkler Orta Asya bozkırlarından Batı’ya doğru sel gibi akıp gelen Türkmen boy ve oymakları Anadolu’ya yerleşmeden önce bugünkü Irak’a yerleştirmişlerdir.(2) Nitekim Osmanlı Arşiv belgelerinde bölge ile ilgili vesikalarda bu hadise önemle vurgulanmaktadır. Örneğin; Dâhiliye Nazırlığından (İçişleri Bakanlığı) Sadarete gönderilen 20 Ağustos 1330 tarihli belgede Telafer Halkı hakkında verilen bilgilerde, Anadolu’dan önce Telafer’e yerleştirildiği vurgulanmaktadır. Türkler, aralıklı olarak Musul ve Kerkük bölgesine gelerek yerleşmeleri sonucu, Irak’ta büyük ve önemli bir Türk varlığı ortaya çıkmıştır. Bölge çok çeşitli Türk unsurlarından meydana gelmektedir. Bu düşünceyi destekleyen en büyük delil bölgede kurulmuş olan Türk devletleri ve beylikleridir.(3)
Ancak Irak’ta Türk varlığının en eski kanıtını veya belgesini ortaya koymadan önce bu konu hakkında daha önce yazmamıza rağmen(4) ne yazık ki, Türkmenlere ait hiçbir siyasi parti ve kuruluş internet sayfalarında bu konuya değinmediği için tekrar ele almayı gerekli gördük. Hemen hemen tüm kuruluşlarımızın sitelerini incelediğimiz zaman neredeyse tamamında bu konuya değinmediği gibi, Irak’ta Türk varlığının tarihini H.54 yılına bağlamaktadır. Ancak bu tarih doğru değildir. İngiliz kaynaklarından Arap (Irak) kaynaklarına intikal etmiş ve Irak Türklerini birer paralı asker (yırtıcı savaşçı) gibi göstermeye yönelik olan bu propaganda yaklaşım tarzını terk etmek mecburiyetindeyiz.
Evet, H.54 yılında da Irak’a Türkler gelip yerleşmişlerdir. Hilafet merkezi olan Irak’ta görünmeleri Emevî Devletinden sonra Abbasî Devleti döneminde de devam etmiştir. Zira Türkler Irak’a yerleşmeleri uzun vadede olmuş ve çeşitli dönemlerde akın akın bu bölgeye yerleşmişlerdir.
Ancak Irak’ta Türk varlığını gösteren en eski belge bunlar değildir. En eski belge ünlü Arap tarihçisi Yakut El-Hamavî’nin “Mu’cemu’l-Buldan” adlı eserinde bulunmaktadır.(5)
Bu kaynak eser bize Halid bin Velid komutasındaki İslam Ordusunun Irak’ı fethederken karşısına ilk olarak Farslar değil, Türkler çıktığını göstermektedir. Ve bu eserde Banukya Antlaşması’ndan bahsetmektedir. Anlaşma İslam ordularının günümüz Irak’ı (Mezopotamya) fethederken (H.12) (M.632-633) karşılaştıkları ilk kavim ile yapılan bir akittir. Ayrıca bu anlaşmayla alınan cizye, İslam devletinin kasasına giren ve Medine’ye gönderilen ilk cizyedir. Ama her şeyden önemlisi, İslam ordularının meşhur komutanı olan Halid bin Velid’in o bölgede Fars halkı ve devleti ile karşılaşmadan önce, bir Türk devleti ve bir Türk lideriyle karşılaşması ve onlarla bu anlaşmayı imzalamasıdır. Tarihçi Abdizâde Hüseyin Hüsamettin’in verdiği bilgilere göre; İslam dini ortaya çıktığında, Irak bölgesinde çok sayıda Türk aşireti ve Türk beyliği bulunmaktaydı. O dönemde söz konusu aşiretlerden en meşhuru olanı, Fırat kenarında yerleşen Banuklu aşiretidir. Bu aşiret Banukya(6) denilen şehirde yerleşmiştir. Bu milletin lideri (Başbuğu) olan Basbahri (بصبهري bu isim, Bozbörü kelimesinin Arapçalaşmış yazı şeklidir) İslam ordularıyla giriştiği çatışmalarda vefat ettikten sonra oğlu Bay Sülü Han(7) (Basluhan – ﺑﺎﺼﻟﻮﺧﺎﻦ) babasının yerini alır. İslam ordusuyla çatışmanın bir faydası olmayacağını anlar ve Halid bin Velid’den barış talep eder. Bu zat çok zeki ve akıllı olduğundan halkını büyük bir felaketten kurtarır. Bay Sülü Han veya Sülü Han Bey, İslam ordusu komutanı Halid b.Velid ile bir anlaşma yapar. Ayrıca ondan birde bir Amannâme alır. Yakut El-Hamavî’nin “Mu’cemu’l-Buldan” adlı eserinin “Banukya” maddesinde yer alan anlaşmanın metni şudur;
“Bismillahirrahmanirrahim; Halid Bin velid’in bu mektubu (akdi), Fırat kenarında mukim olan Sülü Bay Bin Basbahri’ye mahsustur. Sen, kendin, aşiretin ve köyün Banukya halkı tarafından, belirlenen bin dirhem cizyeyi,(8) can ve malın korunmak üzere verdikçe aman-ı ilâhî ile eminsin. Biz senden bu miktarı kabul ettik. Yanımda bulunan Müslümanlar da razı olmuştur. Allah’ın ve Resulü Hazreti Muhammed’in ve Müslümanların özel koruması altındasın.
Şahitler; Hişam Bin Velid, Cerir Bin Abdullah Eba Avuf ve Said Bin A’mru’dur. Vesselam… Sene H.13’te (bir diğer rivayete göre H. 12.’de) yazıldı.”(9)
Bay Sülü Han, bu anlaşmayla halkını yok olmaktan kurtararak, günümüze kadar bölgede var olmasını sağlayan kişidir. Bu belge Irak’ta yaşayan Türkler için son derece önemlidir. Zira bugüne kadar bilinen bir gerçeği değiştirmektedir. Daha doğrusu bilinen gerçekleri alt üst etmektedir. Peki, bilinen bu gerçekler nelerdir?
Irak’ta yayınlanan tarih kitaplarına baktığımız zaman genel olarak hepsinde Irak Türklerinden bahsederken Türklerin Emevî Devleti döneminde ilk olarak Irak bölgesine yerleşen ufak bir topluluktan ibaret olduğu belirtilir. Başta Iraklı tarihçi Dr. Mustafa Cevat olmak üzere bazı tarihçiler de, Türklerin Irak’a gelişlerini Hicri 32 yılına bağlıyorlar ki, bu yılda Müslüman Araplar ilk olarak Türklerin anayurduna girerek burada bazı Türkleri esir almışlardı. Bu esirler, içlerinde Irak da olmak üzere birçok Müslüman bölgesine gönderilmiştir.(10) Ancak bildiğimiz kadarıyla bu esirler birkaç yüz kişiden fazla değildi ve bunların Irak’ta önemli hiçbir rolü olmamıştır. Ünlü Arap Tarihçisi El-Tabari, Türklerin yoğun olarak Irak’a gelişlerini, Emevî Devletinin ilk halifesi olan Muaviye b. Ebusüfyan’ın Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyad zamanında özelikle Hicri 54 yılında (Miladi 674) kaydetmiştir.(11) Ancak El-Tabari, bunu özet bir şekilde Arapların fetihleri sırasında Türk memleketlerine girdiklerinden bahsettiği vakit belirtmiştir. Bu konuyla ilgili bize derli toplu bilgi veren en önemli Arap bilgini coğrafyacı El-Belaziri’dir.(12) El-Belaziri’ye göre; Halife Muaviye, Basra Valisi olan Ubeydullah b. Ziyad’ı Horasan’a tayin etti ve 24.000 kişiyle Ceyhun Nehrini aşan Ubeydullah, Buhara şehrine varıp burada Türkmenlerin başı olan Kaboç Hatun’la anlaşmaya varmış ve bu anlaşma sonucunda Ubeydullah, Türkmenlerden 2000 okçuyu yanına alarak Basra’ya yerleştirmiştir. Türkmenleri Basra’ya getiren Ubeydullah, bunları kendilerine özgü adlarıyla anılan bir sokağa yerleştirmiştir.
Yine Meşrik(13) Valisi Yezid b. Ömer, Miladi 749 senesinde Buhara’dan 300 kadar Türkmen askerini getirerek ordusuna katmıştır.(14)
Türklerin, hilafet merkezi olan Bağdat’ta görünmeleri Emevî Devletinden sonra Abbasî Devleti döneminde de devam etmiştir. Özellikle Abbasîlerin ikici halifesi olan Ebucafer El-Mansur kurmuş olduğu Bağdat şehrinde Türklere de yer ayırmıştır. Bu Türkler geldikleri yerler göz önüne alınarak Bağdat’ın çeşitli semtlerine yerleştirilmiş ve bu semtlere bunların adları takılmıştır [Örneğin Derbu’l-Buhara (Buhara Evleri)].(15)
Daha sonra gelen Abbasî halifeleri, siyasî ve askerî merkezlerini güçlendirmekte Türk askerlerine büyük önem vermişler, hatta Halife Harun Reşid döneminde (786–809) muhafız birliğini tamamen Türklerden oluşturmuştur. Halife Mu’tasım devrinde de (833–842) Türk askerlerin kalması için Bağdat ile Kerkük arasında 70.000 kişinin yaşayacağı Samarra şehri kurulmuştur.(16)
Bu dönemden sonra, Türklerin Hilafet merkezinde söz sahibi olduklarını gösteren bir başka gelişme de Halife Mu’tasım’ın kendini güvende hissetmeyerek hilafet merkezini Bağdat’tan Samarra’ya nakletmesi ve Türk muhafızları himayesinde buraya yerleşmesidir.(17) Bu gelişme Irak Türklerinin tarihinde bir dönüm noktası ve yeni bir çığırın başlamasına yol açmıştır. Bu dönemde Samarra şehri bir Türk şehri halini aldı. Semtlerine, yollarına ve ırmaklarına Türk isimleri verildi. Şehir o suretle yapılmıştı ki, Türkler kendi vatanlarında hangi kabile ve oymakla hem civar ise burada da aynı şekilde iskân edilmişlerdi.(18)
Bütün saydığımız bu bilgiler herkesçe kabul gören doğrulardır ve hiç kimse bunları inkâr edemez. Ancak yukarıda bahsedilen “Banukya Anlaşması” bize bazı gerçekleri değiştirmek zorunda bırakmaktadır. Bu gerçeklerde şunlardır:
1. Türklerin Irak bölgesine gelişlerinin Emevî Devleti döneminde olmadığı, daha önceden de bu bölgede var olduklarını ispat etmektedir. Yani Türklerin Mezopotamya bölgesinde İslamiyet’ten çok daha önce var oldukları ispatlanmış durumdadır.
2. Irak Türkleri, Emevî veya Abbasî devletlerinin paralı askerleri olarak bölgeye yerleşmemişlerdir. Zaten bölgede var olan ana unsurlardan biridir. Yani dışarıdan getirilmiş yabancı bir güç değildir. Hatta şunu söylemek hiç yanlış olmaz ki, Türkler (Türkmenler) en az Araplar kadar bu bölgenin en eski sakinlerinden birisidir.
3. Türkler, Irak bölgesinde sonradan olduğu gibi önceden de bir devlet geleneğine sahiptir. Bu topluluk bölgede kurulan her devletin içinde şu veya bu şekilde yer almıştır.
4. Irak Türkleri, Irak’ın devlet geleneğinde çok önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle uzun bir kültür tarihi ve tecrübesi olan bu topluluk, devlet geleneğinde vazgeçilmemesi gereken bir unsurdur. Aksi takdirde işin tabiatına aykırı bir siyaset izlenmiş olur. Bu da Irak’ın geleceği için hiçte doğru bir politika olamaz.
5. Türkler, Irak’ın binlerce yıldır kültürü, ekonomisi, siyasi yapısı ve medeniyetinin içerisinde yer almış bir topluluktur, gelecekte de Irak için çok önemli bir zenginlik olacaktır. Bu nedenle sadece varlığı Irak’ın bütünlüğü için büyük önem arz etmektedir.
Sonuç olarak; karşımıza çok önemli bir netice çıkmaktadır. O da, Türklerin Irak’ta varlığı H.32 veya H. 54 yılında başlamamaktadır. Türklerin Irak’ta varlığı en az 1400 yıldan fazladır. Yine önemli bir neticede, Türkler Irak’ta en az 1000 yıllık bir hâkimiyeti söz konusudur.
Bu nedenle tüm Türkmen Siyasi Partilerine, Sivil Toplum Örgütlerine ve kuruluşlarına sesleniyorum, lütfen gerek internet sayfalarınızda ve gerekse tanıtım kitaplarınızda kendi tarihinize sahip çıkın. Sizler Irak’ta her kesten önce vardınız ve en az Irak’taki halklar kadar eski ve asıl bir unsursunuz. Bu gerçeklere siz sahip çıkmazsanız boşluğu başkaları doldurur. Tarih bunlara şahittir.
Kaynaklar:
(*) Cengiz Eroğlu, araştırmacı-yazar.
(1) Akgündüz Ahmet, Osmanlı Devleti Zamanında Irak Türkmenleri Bozuluslar, adlı makale.
(2) BOA. DED. Siyasi 12 (2–5)
(3) Irak’ta sırasıyla 1055 tarihinden itibaren Selçuklu Devleti, Atabelikler, İlhanlı Devleti, Celayirli Devleti, Karakoyunlu Devleti, Akkoyunlu Devleti ve Osmanlı İmparatorlu hâkimiyetiyle yaklaşık bin yıllık bir Türk hakimiyeti söz konusudur. Büyük İslam Tarihi Ansiklopedisi, c. 13, Çağ Yayınları, İstanbul 1989. s. 174.
(4) Daha detaylı bilgi için bkz. Irak Türklerinin Kökeni, Kardaşlık Dergisi, Sayı 43, yıl 11, Eylül-Ekim 2009.
(5) Yakut El-Hamavî, Mu’cemu’l-Buldan, (ilk yayınlandığı tarih, Halep, 20 Safer 621 H./13 Mart 1224 M.), Beyrut, 1977, 1.cilt, s.331.
(6) Yakut El-Hamavî’ye göre; Banukya veya Banikya Küfe şehri yakınlarında Fırat nehri kenarında bir yerleşim yeri, Hz. İbrahim döneminde adı geçmektedir.
(7) Türkler arasında “Baysülü Han” lakabıyla meşhur olmuştur. Sonra bu isim Araplaştırılarak “Basluhan” denilmiştir. Şu halde “Basluhan” adının aslı olan “Baysülü Han” bizim lehçemizde “Bey Sülü Han” veya “Sülü Han Bey” demek olur. Orhan Bey (ﺒﻙ اورﺨﺎن ) ve Turhan Bey (ﺒﻙ ﻁورﺨﺎن) örneğinde olduğu gibi. Buna eski Türk dilinde “Sülay veya Sülav” denirdi. Örneğin Sülav Han adı Arapçalaştırıldığında Seluhan” diye telaffuz edilmiştir. Hüsamettin Amasyalının ilgi makalesinden alınmıştır.
(8) Cizye İslam Devletlerinde zimmî statüsündeki (İslam devleti tebaasında olan) Müslüman olmayanların erkek nüfusundan alınan Şer‛î vergilerdendir.
(9) Yakut El-Hamavî, a.g.e. 1.cilt, s.332.
(10) Fazıl Mehdi Bayat, Türkmen Tarihinden Yapraklar, Bağdat 1975, s.17.
(11) El-Tabari, İbni Cerir, Tarihil Umem velmülük, Kahire 1939.
(12) Fazıl Mehdi Bayat, Türkmen Tarihinden Yapraklar, Bağdat 1975, s.19.
(13) Meşrik bölgesi Hicri 54 ile 93 yılları arasında Müslümanlar tarafından fethedilen Semerkand, Buhara ve Afganistan sınırına kadar olan bölgedir. Stanley Lane Pool, Dynasties Of İslam, Farsça diline Abbas İkbal tarafından tercüme edilmiştir. Farsçadan da Arapçaya, Maki Tahir Al-KAABİ tarafından 1968 yılında tercüme edilmiş ve Bağdat’ta Basr’s Publication House tarafından yayınlanmıştır.
(14) Dr. Sinan Marufoğlu, Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, Eren Yayıncılık, İstanbul 1988.
(15) Fazıl Mehdi Bayat, Türkmen Tarihinden Yapraklar, Bağdat 1975, s.22.
(16) Dr. Sinan Marufoğlu, Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, Eren Yayıncılık, İstanbul 1988.
(17) Laszlo Rasonyi; Tarihte Türklük, TKAE Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1988, s. 160.
(18) M. Fuat Köprülü, Türkiye Tarihi, İstanbul 1923.