Arslan Küçükyıldız
Arslan Küçükyıldız

İhanet Dört Yanımıza Dolanmış Olsa Da…

Benim milletim çok saf ve temizdir. Yüzyıllarca düşmanlarının saldırıları ile yıprandı, yorgun düştü. Kendi içinden çıkarıp başına geçirdiği yöneticilerinin gaflet ve ihanetlerinden çok çekti. Eğitimsiz kaldı, cahil bırakıldı. Bu sahipsizlik içinde hayata tutunmaya, karnını doyurmaya, kendi işini kendi görmeye çalıştı. Onu yönetenler hep şunu aşıladılar: “Karnını doyurabiliyor ya daha ne istiyor?” İşte yüzlerce yıldır kulağına söylenen bu sözler, milletimin beynini uyuşturdu. Düşünemez, aklını kullanamaz oldu. Bugünü düşünse bile geleceğini hiç düşünmüyor.

Temmuz sonlarına doğru ve Ağustos başlarında Türkiye’de cereyan eden hadiseler öyle yenilir yutulur olaylardan değildi. Arka arkaya karakol baskınları, şehit cenazeleri… Bunun önüne geçemeyen bir ordu olmaz olsun demeye başladık. Sonra orduda bir büyük operasyon yapıldı ve biz bu cenazelerin sebebini anlamış olduk. Bu tartışmaların gölgesinde sessiz sedasız Özerklik ilan edildi. Gafletteki değil, ancak ihanet içindeki yöneticiler, adına “Demokratik Özerklik İlanı”[1] denilen bu bin yılın ihanetine sessiz kalabilirlerdi, öyle yaptılar. Yine, Demokratik Toplum Kongresi’nin (savcıların adres bulamadığı bir kurum!) düzenlediği “Özerk Kürdistan Parlamentosu Seçimleri”ne[2] sessiz kalınması kepazeliği için söylenebilecek bir söz bulamıyorum. Türkiye’yi parçalayarak daha kolay lokmalar haline getirmeyi amaçlayan böyle bir kahpeliğe sessiz kalanlar da en az bu ihanete katılanlar kadar suçludur ve cezalarını çekmelidir. Çekeceklerdir… Bölücülüğü tescilli Kemal Burkay’ın AB Bakanı (!) Egemen Bağış tarafından merasim ve canlı yayın eşliğinde Türkiye’ye getirilişi var…
Bildiğim kadarıyla Türk milletiyle ilgisi olmayan bir Kürt milleti yoktur ve Türklerin ayrılmaz ve ayrılmayacak bir parçası olan Kürtler için özerklik, bağımsızlık isteklerini ilk dile getirenler sömürgeci milletler olmuştur. Özellikle İngilizler, Ruslar, Fransızlar, Almanlar bu konuya ciddi yatırımlar yapmışlardır. Yüzyıllarca, kendini Kürt olarak tanımlayanlar, ayrı bir millet olduklarını akıllarına bile getirmediler. Ta ki oryantalistler, istihbaratçılar, sömürgeciler onları fark edene kadar. Önce Kürtçe sözlükler hazırlandı. Ardından dergiler, kitaplar basılmaya başlandı. Sömürgecilerin parasını verdiği filmler çekildi. Yine sömürgecilerin parasını el altından verdiği özel-resmi televizyonlar kuruldu. Sömürgecilerin kontrolündeki basın yayın organları gece gündüz bu meseleyi kurcaladılar, kanattılar. Tabii yine kendilerinin desteklediği terör örgütleri ile binlerce insanı öldürmekle kalmadılar; cezaevlerine gönderdikleri adamları orada eğittiler, mezradan -bizim çocuklar (!) marifetiyle- kaldırıp şehre göç ettirdikleri çoluk çocuğa kurtarılmış mahalleler kurdurdular. Yurt dışına PKK eliyle ciddi bir göç gerçekleştirildi ve bu insan malzemesi, Avrupa’da eğitime tabi tutuldu. Parasını sömürgecilerin verdiği radyo ve televizyonlarla genç beyinler afyonlandı. Yetiştirilenler, müstakbel Kürdistan’ın yerel yöneticileri olarak Türkiye’ye gönderildiler. Böylelikle sömürgecilerin çizdiği senaryoya uygun bir şekilde, günün birinde polise taş atan, askere kurşun sıkan çocuklar, kendilerini Türk milletinden ayrı bir Kürt milleti olarak görmeye başladılar. Seçimlerde gittikçe güçlenen terör yandaşı bir parti ortaya çıktı. Şehirleri çiftliği olarak gören ve öyle idare eden, sokakların pisliğine bakılmaksızın baş tacı edilen yerel yöneticiler yetişti. Bunlar pisliklerine bakılmadan Avrupa’ya çağrılıp başka bir milletin mensubu olarak çeşitli meclislerde konuşturuldular. Terör bir yandan can alırken, bir yandan da teröriste saygı gösterilmeye başlandı. Önce “Sayın”lar ağızdan kaçırıldı. Sonra otobüsler dolusu terörist törenle karşılandı. Devlet eliyle kurulan TRT Şeş yani TRT 6 televizyonunda yayınlanan programlarda ağzından Türkçe kaçıranlar olduğunda “Vatandaş Kürtçe Konuş!” denilmeye başlandı. Arapça, Farsça ve ağırlıklı olarak da Türkçeden oluşan bir dil, müstakil bir dil olarak milletimize yutturuldu, Türklerden farklı hiçbir geleneği olmayan zavallı Kürtlerimiz bunca propagandaya dayanamayıp farklı bir millet olduğuna inanmaya başladı. Kirman Selçukluları’nın -atalarının daha önce de yaptığı gibi- idare ettiği halkla anlaşmak için icat ettiği bir anlaşma lisanı olan Kirmanca, sömürgeci Fransız, İngiliz, Alman, Ruslar eliyle ayrıştırmanın ilk malzemesi olarak kullanıldı. (Maalesef Kürtçe’nin İstanbul Türkçesi olması gereken Kirmanca, devlet televizyonu eliyle terk edildi ve Soranice ana Kürtçe yerine konulmaya çalışıldı), yine Devlet televizyonu, Türkiye’nin bütün camilerinde aynı Mevlid aynı Kur’an okunurken, birdenbire başka dil ve mezheplerde mevlid okutmaya, eğitim ve propaganda yaptırmaya başladı.[3] En son olarak da güya ılımlı bir Kürt aydını diye yutturulan Kemal Burkay, hain televizyonların canlı yayınları, hain gazetelerin propagandaları eşliğinde merasimle Türkiye’ye getirildi, AB bakanı Egemen Bağış tarafından huşû içinde karşılandı, kendisine Kürtçe Kur’an-ı Kerim ve Mem-u Zin adlı hikâye kitabı hediye edildi. (Güya bu adam Müslümandır, aşırı da değildir denmiş oldu.)

Sömürgecilerin fitne oluşturmak amacıyla başlattıkları bu çalışmalar, önce yurt dışında yapılırken, sonra yurt içinde, şimdi de devlet gözetiminde serbestçe yapılmaya başlandı. Fitme aracı olarak düşünülen Kürtçülük, Türkiye’de ne yazık ki devleti yöneten basiretsiz gafil ve hainlerin de katkılarıyla “Kürt Davası” haline getirildi. (Bu arada yapılan Türkleri Kürdistan’a, Kürt Devletine, misyonerliğe hazırlama çalışmalarından bahsetmiyorum; Çünkü yapılan bunca propagandanın bir kısmı Kürt Milleti oluşturmaya yönelikse de bir kısmı da Türk Milletini bölünmüş, bir parçası Kürdistan yapılmış bir Türkiye’ye hazırlamaya yönelikti.)

Bu çalışmalar yapılıp dururken Türkiye ve Türkler ne yaptılar? Hiçbir şey. Neden? Çünkü Türkler Kürtleri ayrı bir millet olarak görmemişlerdi, görme ihtimallerinin de olmadığını zannediyorlar, propagandanın gücünden habersiz yaşıyorlardı. Yanı başlarındaki Kürt komşuları ise yüreklerine binlerce yıllık kan, kültür, din kardeşliğinin sevgisi yerine, ayrı bir millettik bizi Türkler sömürdü kinini ve düşmanlığını yerleştirmeye başlamıştı. Peki Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yapabilirdi? Ne yapmalıydı? Evvela emperyalistlerin Kürtlerle ilgili bütün çalışmalarını daha yakından takip edip, her adımlarında ortaya koydukları gerekçelerin doğru olmadığını, fitne amaçlı uydurulmuş olduğunu ortaya koyabilirlerdi. Türklerle Kürtlerin aynı millet olduklarını, akraba olduklarını, Kürtlerin Türk Devletinin uç bölgelerine genişlemenin başlangıcında gönderildiklerini ortaya koyabilirlerdi. Her köyde ayrı bir anlaşma dili olmasının sebebinin o bölgeye giden Türklerin bölgedekilerle daha farklı bir dille anlaşmak zorunda kalmalarının olduğu iyi anlatılabilirdi. PKK ortadan kaldırılabilir, terörle atbaşı giden ayrı millet propagandasının önü alınabilirdi. Irak’ta peşmergeler Türkiye tarafından eğitilmeyebilirdi. Terör bahanesiyle Avrupa’ya kitlesel göçler önlenip, Avrupa’da yeni sun’i bir millet ve dil hazırlanmasının önüne geçilebilirdi. Hiç olmazsa devlet eliyle tv yayınları yapmayarak bu dilin oluşumuna geçit verilmez veya bu yayında ortak lehçe Soranice (Irak Kürtlerinin lehçesi) değil, Kirmanca kullanılabilirdi.  Hadi bunları da geçtim. Ayrı bir millet psikolojisine sokulmuş kardeşlerimize, aslında Kürtlerin savaşçısı değil, sömürgecilerin taşaronu olan teröristlerin merasimle yurda dönmesi gösterilmezdi. Bütün bunları yaptın, bari Özerklik İlanı’na ve Özerk Kürdistan Parlamentosu Seçimlerine müsamaha gösterme, değil mi? Hayır böyle olmamıştır. Türkler böyle bir bölünmeyi, parçalanmayı ve fitneyi asla kabul etmez iken, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler bu konuları hiçbir tereddüt göstermeden, Türklere aldırmadan, “Açılım” adıyla gündeme getirmiş ve fitneyi beslemişlerdir. Şimdi maalesef Türkiye’deki Kürtlerin -çok az bir kısmı bile sahipleniyor olsa dahi- bir Kürt Davası ve Türklerin de bir Kürt Meselesi vardır. Kürt Davasının büyük bir aşama kaydettiği kuşkusuzdur. Türkiye’nin en büyük basın organları artık Kürtler için pozitif ayrımcılıktan bahsetmeye başlamışlardır.(Bu özetle: Kurulacak Kürdistan’ın Türklerin vergisiyle kurulması ve yaşatılması anlamına geliyor) Zaman gazetesi Türk Milliyetçiliğine bütün yazarlarıyla, hatta satın aldığı milliyetçi yazarları eliyle her fırsatta saldırırken, Kürtçülük aleyhine tek bir satıra yer vermemektedir. Türkiye’de iktidarın kontrolüne girmiş basın yayın organları, gazete, radyo ve televizyonların büyük bir kısmı kamuoyunu kurulacak Kürdistan’a hazırlamakla meşguldür. TRT yaptığı Kürtçe yayında yayınlanan programlarda sürekli olarak ağzından Türkçe kelime kaçıran vatandaşlarımıza “Kürtçe Konuş!” uyarısı yaptırmaktadır. Üniversitelerimizin çoğunda en cevval bölücülük olarak Kürtçülük önde gitmektedir. Örnek vermek gerekirse Türk Kültürü için uzman yetiştiren (tarihçi, edebiyatçı, halkbilimci..) Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi bugün Kürtçülerin kontrolündedir. Yine İstanbul Üniversitesi’nde Yurtsever Cephe adıyla örgütlenen PKK’lı Kürtçüler, içinde “Kürt kardeşlerimiz çözümü ayrılıkta bulmayacaklardır.” Cümlesi geçen bir bildiri dağıttıkları için Türkiye Komünist Partili öğrencileri demir çubuklarla dövmüş, hastanelik etmişlerdir. Türkiye’nin en büyük dini cemaati olan Fethullah Hocacılar, neredeyse bütün kurumları; gazeteleri, televizyonları, radyoları vs. ile Kürtçülüğe çalışmaktadır. Bırakın BDP’li belediyeleri AKP’li Belediyeler bile Kürdistan için bütün imkânlarını seferber etmektedir. Mesela Ankara Büyükşehir Belediyesinde milyarlık ihaleleri Kürt yüklenicilere vermek için usulsüz şartnameler hazırlanmakta, bin türlü takla atılmaktadır.
Eski komünistlerin liboş olan büyük bir kısmı, masonlar, eski solcular, gayrımüslim azınlıkların insafsız olan büyük bir kısmı (Rum, Ermeni ve Yahudiler), Müslüman azınlıkların bize de belki sıra gelir diye düşünen bir kısmı, Alevi olduğunu söyleyen ateistler, Kürt Alevisiyim diyenler (böyle bir Aleviliğin olmadığını biliyoruz), İslamcı geçinen basın yayın organlarının büyük bir kısmı, tarikatların bir kısmı ve benzeri kuruluşlar, oluşumlar, kişiler Kürdistan’ın kurulması meselesini can-ı gönülden desteklemektedir. İçerde buna benzer maymunluklar olurken dışarıdan da destekler gelmektedir; ABD ve AB ülkeleri bu çalışmaları destekleyip, takdirle karşılamaktadır. Özetlemek gerekirse Kürt Davası Yabancılar ve Türkiye’yi bugün yönetenlerle, sivil toplumu yönlendirebilme yeteneği elinde olan kişi ve kurumlar tarafından desteklenmektedir.

Buna mukabil Kürt Meselesi’nin çözümü için Türklerin ne durumda olduğuna bakalım. Türklerin bu meseleyi çözebilmek için arkalarında devletleri yoktur. T.C. devleti, artık meseleye AD ve AB gibi bakmaktadır. Bu meseleye güçlü bir muhalefet de yoktur. İktidardaki AKP, meseleye BDP gibi bakmakta[4], CHP, AKP’nin dolduramayacağı gedikleri doldurmak üzere hazır beklemektedir. MHP ise bu konuda esip gürlemenin dışında mesafe kat edebilecek güçte değildir. Kürt Meselesi’nin çözümü için kafa yorabilecek kişi ve kurumlara, aydınlara bakalım. Sivil toplum kuruluşlarına bakalım. Orada da büyük bir yalnızlık ve fakirlik görülüyor. Mesela Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu olan Ülkü Ocakları’nın üzerine, tıpkı 100 yıllık Türk Ocaklarında olduğu gibi ölü toprağı serpilmiştir. Bu kuruluşlar Türkleri ve Kürtleri yeniden uyandırabilecek, bölünmenin, parçalanmanın önüne geçebilecek, akılcı çözümlerini anlatabilecek yetenekte kurumlardır. Ancak ne hikmetse bu kurumların ağzı bağlıdır. Hiç olmazsa Kürt Meselesinin çözümü için hala yapılabilecek şeyleri bir an önce kamuoyu ile paylaşmalıdırlar. Türkiye’de Türkler MHP’ye, Ülkü Ocaklarına, Türk Ocaklarına, kurtların ağzına bakmaktadır. Onlardan ses gelmeyince “demek ki yapacak bir şey yok” diyerek gemisini kurtarmaya yönelmektedir. Türk Milletini dert edinmiş basın, yayın ve iletişim ortamları çok cılızdır. Buna mukabil eli kalem tutan binlerce ciddi Türk aydını bilgisayar başında pineklemekte, internette, facebook’ta dolaşmaktan yorgun düşmektedir!

Büyük davaların her cinsten adama ihtiyacı vardır. Özellikle de delilere. “Delisi olmayan dava dava değildir.” diyordu Galip Erdem. Doğrudur, yerden göğe kadar haklıdır. Delicesine bağlıları olmayan nice büyük davanın mum gibi söndüğüne şahit olduk. Bir sürü anlı şanlı dava gördük. Bu davalara inanan Komünistleri, Nurcuları, Akıncıları… yakından tanıdık. Onlara bakarak hangi davanın ne kadar ileri gidebileceğini anladık. Hepsi geride kaldı.

Şimdi önümüzde muhteva açısından boş ama şişirilmiş iki dava bulunuyor: Biri Fethullahçılık, diğeri Kürtçülük. Bu davaların her ikisinin de FBI villalarında, CIA salonlarında pişirildiğini biliyoruz.  Fethullahçılar Türkiye’de büyük bir güç oluşturdular. Papalığın, işlemeyen, mesafe kat edemeyen “Misyonerlik Konsülü” yerine kurduğu “Diyalog Konsülü”nün Türkiye’deki uzantıları olan Fethullahçıların Bankaları, Holdingleri, Okulları, Dershaneleri, Dergi ve Gazeteleri,  Ajansları, Radyo ve televizyonları var. Bunlar şimdi devlet televizyonunu da ele geçirmiş durumdalar. TRT Kanallarına, özellikle Haber kanalına bakın ne dediğimi anlayacaksınız. Türkiye’de bu hareketin 60-70 milyar dolarlık bir güce hükmettiği söylenmektedir. Bu grup Türkiye’de Müslümanlığı, Hıristiyanlık ve Yahudilikle aynı-eşit seviyede bir din imiş gibi göstermeye çalışmaktadır. Vatandaşların İslam ve Müslümanlık algısı değiştirilmeye başlanmıştır. Yani hedefe tam gaz yürünmektedir.

Kürtçüler de Kürdistan’ın kurulması yolunda hedefe adım adım yaklaşmaktadırlar. Kürdistan için 23 ilde (sadece 7 ilde BDP var) Özerklik ilan edildi. Bu devletin bölünmesi parçalanması değilse nedir? Adında Demokratik olması bir mana ifade eder mi? Demokratik Toplum Kongresi (DTK) adıyla ortalıkta dolaşan PKK uzantısı göstermelik örgüt 43 ilde “Özerk Kürdistan Parlamentosu” için göstermelik bir seçim yaptı. Seçim sandıklarının çoğu BDP il ve ilçe binalarında kuruldu. Bazı sandıklarda PKK bayrakları konuldu! Mardin’in Derik ilçesinin belediye başkanı Çağlar Demirel “Özerk Kürdistan’a hayırlı olması dileğiyle” diyerek oyunu kullandı… Yani her şey alenî. Gizlisi saklısı yok.

Seçilen Halk Delegesi sayıları illere göre şöyle dağılıyor; Diyarbakır: 70, İstanbul: 50, Van: 40, Mardin: 32, Urfa: 23, Şırnak: 23, Batman: 21, İzmir: 20, Mersin: 17, Ağrı: 17, Adana: 17, Hakkâri: 17  Ayrıca ilk toplantıda sekiz komisyon kurulacak: Siyasi, hukuki, kültürel, ekolojik, sosyal, ekonomik, diplomasi ve öz savunma! Yani bölgede Türk Ordusuna karşı bir ordu da kurulacak! 

Yeri gelmişken hatırlatalım: Haziran 2008 de Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi(AKPM) Türkiye ile ilgili şu kararları almıştı: 

 1-Türkiye’nin Güneydoğusu Kürdistan’dır.
 2-Faşist Türk Ordusu Güneydoğuda işgalcidir ve Kürtleri katletmektedir.
 3-Türk askeri Kıbrıs’ta işgalcidir.
 4-Türkiye’de azınlıklar sorunu vardır.

AKPM bu kararları 8 Türk milletvekilinin kabul ve onayıyla almıştı… Peki bu 8 Türk vekil kimdi dersiniz?

1-Mevlüt Çavuşoğlu (AKP Antalya Milletvekili)
2-Ruhi Açıkgöz (AKP Aksaray Milletvekili) 
3-Lokman Ayva (AKP İstanbul Milletvekili) 
4-Mesude Nursuna Memecan (AKP İstanbul Milletvekili) 
5-Özlem Piltanoğlu (AKP İstanbul Milletvekili)
6-Mehmet Sayım Tekelioğlu (AKP İzmir Milletvekili) 
7-Mustafa Ünal (AKP Karabük Milletvekili) 
8-Erol Aslan Cebeci (AKP Sakarya Milletvekili)

Kısacası BOP’un Türkiye bölme planı, hem de AKP desteğiyle tıkır tıkır işliyor… Herhangi bir savaş ihtimali için orduyu saf dışı bırakmak ve yıpratmak amacıyla karakollara baskın üstüne baskın yapıyor, hükümet ordu kademelerini değiştiriyor, bu da yerli yabancı şakşakçılar tarafından demokrasinin zaferi olarak alkışlanıyor.
 
ABD, Suriye için Türkiye ve AKP’yi taşeron olarak kullanmak istemektedir. Türkiye’yi yönetenler bunun için Esat’a “Halkına kulak ver!” diye mektup götürüyor, tavsiyede bulunuyorlar. Peki Yarın Özerk Parlamento’nun toplanacağı duyurulan Diyarbakır’da binlerce kandırılmış insan meydanlara çıksa Türkiye’ye de “halkına kulak ver!” denilmeyecek mi? Türkiye ABD adına Suriye ile herhangi bir çatışmaya girmemelidir.
 
Türk Milletinin ihtiyaçlarından doğan Ülkücü Hareket’e ve Ülkücülere seslenmek ve “Bu kadar uyku yeter!” demek istiyorum. Silkinin, ayağa kalkın, Türkiye’yi bu bataklıktan çıkarmak size düşer. Türkleri ve özbeöz kardeşleri olan Kürtleri ABD ve AB taşeronlarına karşı sahipsiz bırakmak ülkücülere yakışmaz. Bu meseleyi çözebilmek için ülkücülerin önce kendi sivil toplum kuruluşlarına sahip çıkmaları gerekmektedir. Bu kuruluşların asli görevi milleti uyarmak, uyandırmak değilse nedir?  Nerede çözüm teklifleriniz? İlla düşman vatandaşın tarlasına kadar gelsin mi? Tarihe karşı nasıl hesap vereceksiniz?

Ortada bir mesele vardır ve bu mesele ya devlet tarafından yahut millet tarafından çözülecektir. Aksi halde bir kördüğüm olarak kalmaya devam edecek, kanama devam ettiği müddetçe Türkiye rahat bir nefes alamayacaktır. Ülkücüler Türkiye’ye nefes aldırmak zorundadır.

Türkiye’nin savcılarını da göz göre göre kamuoyunun önünde yapılan bu özerklik ilanı ve özerk parlamento seçimlerini yapanlara, buna katılanlara, destek verenlere, göz yumanlara –kim ve hangi partiden olursa olsun- soruşturmaya açmaya davet ediyorum.


[1] http://www.internethaber.com/ve-guneydoguyu-kurdistan-ilan-ettiler-359576h.htm

[2] http://www.halknet.com/haber/206-ozerk-kurdistan-icin-secim-yapildi

[3] Bu mevlid meselesinde aklıma takılan bir soruyu da sormadan geçemeyeceğim; Berat Kandili gecesi,ulusal çapta yayın yapan televizyonlar Türkiye’nin en büyük selatin camilerinden canlı yayın yaparlarken, mesela Kanal 7 ve Samanyolu Süleymaniye ve Eyüp Sultan’dan mevlid yayını yaparken TRT neden Hasan Tanık Camiinden yayın yaptı? Kimdir bu Hasan Tanık? Melik Gökçek’le bir akrabalığı var mıdır? Anteres alışveriş merkezinin ortağı olduğu, Samanyolu Lisesi ve Turgut Özal Üniversitesi’nin yerleşkelerinin adı niçin Hasan Tanık’tır? Kendileri Fethullah Hoca cemaati tarafından sömürülmekten başka bir hususiyetleri var mıdır? Camisine Eyüp Sultan’dan fazla önem verilen bir zatı kamuoyumuz elbette bilmek ister.

[4] Haluk Özdalga, 2 Ağustos 2011, Zaman Gazetesi
http://www.ilkhaber.biz/Siyaset-ak-partili-haluk-ozdalga-kurt-sorunun-co-6407.html

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!