Ülkücü Hareketin Yakın Tarihimizdeki Sürecine Genel Bir Bakış ve Beklentiler

Ülkücülüğün siyasal manada Türk Milliyetçiliği hareketi ile paralel geliştiğini söylemek mümkündür.

Yakın tarihimiz açısından 1904 yılında Yusuf Akçura’nın yazdığı ve yaşadığı dönemin fikir hareketlerini ortaya koyduğu üç tarzı siyaset makalesinde yer bulan “Türkçülük” ideolojisi ve ardından 25 Aralık 1908’de kurulan Türk Derneği somut ilk adımlar olarak karşımıza çıkar.

1911 yılında çıkan Türk Yurdu Dergisi ve 25 Mart 1912’de kurulan Türk Ocağı aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin de temelini atan “Türkçülük” şuurunu, siyasal zemine hakim kılmıştır.

Ancak, özellikle 1940’lı yıllarda başlayan kurucu felsefeye yabancılaşma tutumu 1944’de “Türk milliyetçiliğine karşı bir zulüm seferberliğine” dönüşmüştür.

İşte o dönem de 1944 yılında emekli olan Mareşal Fevzi Çakmak, 1948 yılında Osman Bölükbaşı’nın da içinde yer aldığı bir grup ile Millet Partisini kurmuş ve milliyetçi muhafazakar kavramları, Türk siyasetine taşımıştır.

Osman Bölükbaşı liderliğinde 1954 yılında kurulan Cumhuriyetçi Millet Partisi, 1958’de Türkiye Köylü Partisi ile birleşerek önce Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi daha sonra da 1969 yılında da Milliyetçi Hareket Partisi adını almıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi 12 Ekim 1969 seçimlerinde sıcak bir mücadele ortamına rağmen, “güçlü ve müreffeh bir Türkiye” hedefini ortaya koymuştur.

O yıllarda Türkiye’deki fikri karmaşa; tıpkı Osmanlı’nın 1900’lü yılların başında yaşadığı belirsizliklere benzeme ye başlamıştı.

Ziya Gökalp’i arayışa iten ve “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” şeklinde ifade ettiği yaklaşımın bir benzeri Alparslan Türkeş tarafından ortaya konmuştur.

Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”  yaklaşımı ile ifade edilen fikri akım; 1967 yılında 9 Işık olarak biraz daha siyasal boyuta bürünmüştür.

Tabi Alparslan Türkeş’in 9 Işık ile ilgili ilk açıklamasını 1 Haziran 1966’da Taksim Meydanında ardından da 2 Haziran 1966’da Milliyet gazetesinde açıkladığı bilinmektedir. (1)

9 ışık, hem CKMP’nin hem de 1969 yılı itibari ile MHP’nin ideolojik görüşü olmuştur.

Yeniye talip olurken köklerinden de kopmayan Türk milliyetçiliği hareketi o dönemde “öğrenen organizasyon” şeklinde ifade edebileceğimiz Ülkücü şuur temelli bir eğitim anlayışı ile “anlamlı bir müfredat” tarzında gençliğe ve Türk milletine umut olmuştur.

Alparslan Türkeş bu tezini, “başta kapitalizm, liberalizm ve komünizm olmak üzere yabancı doktrinler ve yönetim sistemlerine karşı bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, millî bir görüş etrafında birleşmek” için ortaya koymuştur. (2)

Peki bu yol neyi esas almıştır?

“Eskimiş, yıpranmış, tartışmaktan yorulmuş Siyasi Doktrinleri elinin tersi ile bir kenara iterek ne sağ, ne sol, Milliyetçilik Yolu, Akıl ve Ahlak Yolu, Milli bir teşkilatlanma yolu olan DOKUZ IŞIK doktrinini doktrinlere karşı mesafeli olan kitleleri kendine bağlamıştır.

Aslında bu yepyeni bir yoldu, yerli ve Milli idi. 

Bu doktrin ile işçi, köylü, sanayici, serbest meslek sahipleri esnaflar, işverenler, memurlar yeniden organize edilecek ve İMESKİ adında kurulan büyük çatının altında; montaj sanayi değil, fabrika yapan fabrikalar yapılmalı, kalkınma trenini kaçırmış toplum çağlar üzerinden sıçratılmalı, kaybedilen zaman telafi edilmeliydi.

İlk Öğretim Seferberliği seviyesini aşamayan eğitim öğretim alanı yeniden dizayn edilmeli, bir yandan klasik okullaşma ve eğitim kaliteli bir şekilde hızlandırılırken diğer bir kanaldan yüksek kaliteli eğitime önem verilip, Nobel ödüllü bilim adamları seviyesinde ilk planda en az 25.000 birinci sınıf eleman yetiştirilmeliydi.

Bunlar ilim, sanat, ekonomi, tıp, biyoloji, kimya, elektronik, askerlik, diplomasi alanlarında dünyada söz sahibi olabilecek seviyede yetiştirilmeliydi. Devlet bunun için özel bir çaba harcamalı, gereken laboratuvar, donanım, tesis, kurumlar hızla faaliyete geçirilmeli, seçilmiş elemanlar yabancı ülkelerde yüksek düzeyde eğitimden geçirilerek tekrar memlekete geri çağırılıp, yeni kurulan müesseselerde çalışmaya başlatılmalıydı.

O zaman Türk nüfusunun %70’i köylerde mezra ve kırsalda yaşıyordu. 45.000 köy vardı. Bunların her birinin ihtiyacı olan öğretmen, okul, doktor, ebe, hemşire, tarım teknisyeni, teknik eleman bulmak o dağınık coğrafyalara bunları göndermek iaşe ve ibatelerini sağlamak imkânsızdı. Öyle ise köyler yeniden organize edilmeliydi.

Köyler, Tarım Kentleri adı altında kırsal kalkınma birimleri halinde yeniden organize edilecekti.

Gençlik sahası yeni baştan ele alınarak eskimiş köhne ve miskin dernekçilik düzeninden, aktif atılgan, çalışkan, araştırma ve bilime önem veren, milliyetçilik Şuuru ve İslam ahlakı ile mücehhez bir gençlik yetiştirilmeliydi.” (3)

Bunun için Ülkü Ocakları adı altında yepyeni bir teşkilat kuruldu.

Ancak 1968 de Ruhi Kılıçkıran’ın şehadeti ile başlayıp, Yusuf İmamoğlu, Dursun Önkuzu, Süleyman Özmen gibi her biri geleceğin Milliyetçi Büyük Türkiye’sinde kilometre taşı olacak nice yiğitler birer birer toprağın bağrına düştüler.

Acı dolu yıllar, ölümler, terkedilen okullar, gözü yaşlı bir nesil…

İşte oldukça sıcak yılların yaşandığı o mücadele zamanlarında Milliyetçi Hareket daima Güçlü ve Müreffeh Türkiye ilkelerini esas gaye olarak koymuştur. Gençliğe şuur aşılayabilmek için özel eğitim programları uygulamış, bunu yapının temelini inşa eden Ülkü Ocakları vasıtası ile gerçekleştirmiştir.

 Ve 1980 ihtilali ile acıların katmerlenerek devam etmesi…

  1980 ihtilalinin ardından teşkilatların dağıtıldığı, yuvaların yıkıldığı o demlerde hem ceza evlerinde hem de dışarıda her şeye rağmen yeni yapılanmaların içine girilmiştir.

1983’te Muhafazakar Parti.

1985’te Milliyetçi Çalışma Partisi.

Ve nihayet 1993’te yeniden Milliyetçi Hareket Partisi olarak kervan yola koyulmuştur.

Ama düzenin ülkücüleri kullandığı düşüncesi ve çaresizlikler “Balkondan Seyretmek” kavramını çıkardı.

Bunun sonucunda, 1980’li yıllarda ülkücü hareket ideolojik bir arayışın içine girmiştir. -12 Eylülden önce mücadele ortamında, ideolojik ve teori açısından bir eksiklik söz konusuydu.-

Özellikle cezaevindeki ülkücülerin bir kısmı, -sıcak mücadele döneminde fikri temellerinin oturmamış olmasından kaynaklı- Ülkücü ideolojinin İslam’la bağdaşmadığı yada tam olarak İslami anlayışa uymadığı düşüncesine kapıldılar. Bu durumda dışardan gönderilen kitapların büyük etkisi olduğu aşikardır. Bir takım tarikat ve İran menşeili cemaatlerin cezaevlerine gönderdikleri kitaplar, dergiler, gazeteler ülkücüler üzerinde derin tesirler bıraktı. Nihayet, yeni tanımlar ifade edilir oldu.

O dönemdeki doktrin esnemesi, savrulmalara da sebep oluyordu. “Kur’an’ı başında taşıyıp, imanı yüreğinde hisseden kitlenin hayatını İslami esaslara göre şekillendirmiyor olması” şeklindeki yaklaşımlar başka arayışları doğurdu.

Yer yer cezaevlerinden dışarıya  “Müslümanlar, Müslüman Ülkücüler” gibi adlarla bildiriler ulaştırılmaya başlandı.

Üstelik bir kısmı ANAP içindeki ülkücüler, diğer kısmı ise siyasetten uzak duran Türk-İslam Ülkücüleri gibi bir ayrışmayı ve ardından ceza evinden çıkanların hareketi sorgulamaları gibi meseleler hareketin iç gündemini teşkil ediyordu.

Burada hareketin toparlanması için söylemin netleşmesi ve beklentileri karşılayacak nitelikte olması gerekiyordu. İşte, 1904-1944 yılları arasında Türkçülük-Turancılık; 1944-1980 arasında Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülük şeklinde tanımlanan Hareketin üçüncü fikri temeli  Arvasi Hoca’nın 1979-1980 yıllarında kitaplaştırılacak olan Türk- İslam Ülküsü ifadesi ile yeniden zemin buldu. Bu anlayışını Arvasi Hoca şöyle özetledi:

 “Ben, İslam iman ve ahlakına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslam’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim.

İnanıyorum ki hem Türk hem Müslüman olmak hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız bütün tarihleri boyunca bunu denediler ve başarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihi misyonumuzu yerine getirmeyelim?”  (4)

Bu Ülkücü Harekette ideolojik olarak üçüncü bir başlığı da teşkil etti.

Yani üçüncü bir yol olarak adlandırılan bu anlayış yer yer Türkçülük, İslamcılık gibi tartışmaları da beraberinde getirmiş olsa bile nihayet Arvasi  Hoca’nın,  Türk- İslam Ülküsü olarak adlandırması ile su akmış ve mecrasını bulmuştur.

Bunun için, Türk-İslam ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip. Türklüğü bedeni, İslamiyet’i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur. Din ve milliyet, zıt değerler değildir. Bu sebepten, "sentez", tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız "Türk-İslam sentezi" yerine, "Türk-İslam Ülküsü" sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını "TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ" olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.(5) 

Bu yaklaşım ülkücü hareketin de mazi- ati köprüsünü inşa etmesine vesile olmuştur.

1983- 1993 arasında Ülkücü Hareketin yeniden dirilişi Bizim Ocak aracılığı ile sağlanmıştır.

Ocaklar açısından yanan ilk köz ise 1983’te yayına başlayan ve Ülkü Ocakları çizgisinde kurulan Bizim Ocak Dergisi’dir.

O şartlarda ilk sözler, sunuş yazısında şöyle yer bulmuştur:

“Bizler Türk milliyetçiliği fikrine inanmış, gönül vermiş insanlarız. Bundan dolayı da aynı birtakım özelliklerimiz söz konusu. Sevgimiz, nefretimiz, düşünümüz, davranışımız, hepsinden ötesi bakış açımız bir başkadır. Başka olduğu için aynı düşüncenin sahipleri bizi rahatlıkla anlayacak, tavrımızın sebeplerini hemen bulacaktır. Varlık sebeplerimizi biliyoruz, öyleyse bildiklerimizi yasamak, yaşatmak, sahip çıkmak durumundayız. Korkaklığın, sünepeliğin bir mana ifade etmediğinin farkındayız. Ellerimizi sevgi ve birlik anlayışı ile uzatırken, zeytin dalı ile bir alakamız olmadığı bilinmelidir.

Fakat Yunusça, Mevlanaca, Hacı Bektaş Velice bir sevgiyi sürekli taşıyacağız. Allah’a ve O’nun Resulüne itaatkârız. Allah’ın kitabına ise, her dini bütün Müslüman gibi kayıtsız şartsız bağlanmak yaşama hikmetimizdir. Türk milletinin birliği ve istiklâli için şehit düşenlere minnetimiz sonsuzdur. Türk vatanının birliğine, bütünlüğüne, bağımsızlığına yönelecek saldırılara karşı gözümüzü açık tutabilmek zaruretini de biliyoruz.” (6)

Bunu Adnan İslamoğlu’nun “Bizimkisi Bir Ocak Hikayesi, Siyah Beyaz Filim Gibi Biraz” (7) adlı yazısı çok güzel anlatır.
 
1980 sonrasında Bizim Ocak yapılanmasının yanı sıra Alparslan Türkeş’in ceza evinden çıktıktan sonra yaptığı çalışmalar hareketi yeniden toparlamış, aynı zamanda devletle de yeniden barışılmıştır.

Dağılmayı önlemek için, Türkeş devreye girerek, Türklük ve İslam anlayışını bütünleştiren çekilen çileler ve geleceğe ait hedefleri ortaya koyan tavrı ile kervanı bir kez daha yola dizmiştir.

Ancak 1980 sonrası cemiyet ideolojilerden kopmuş, kendini kapitalist yaklaşımların kucağını bırakmış, yeni yetişen nesil ise fikirsiz bir hüviyet kazanmıştır. Sosyolojik bir travma yaşanmıştır.

Şükrü Alnıaçık yakın zamanda şöyle bir değerlendirme yaptı.

“Afrika’daki "açlık"la ilgili mantıklı bir teori vardır. Bence bizi de ilgilendiriyor. Bu yüzden, bu mantıklı iddiayı biraz açmamız gerekiyor: 

Avrupalı sömürgecilerin yüzyıllar boyunca Afrika’nın genç nüfusunu esir alıp; "Yeni Dünya"ya taşımaları, bir tür "sosyal ekoloji" sorununa yol açmıştır.

Geride kalanlar genellikle kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olduğu için "üretim" açısından görece zayıf olan bu nüfus, tarımda ve sanayide beklenen üretim ve kalkınma hamlelerini yapamamıştır. 

Yani Afrika’nın üretken genç nüfusunun yüzyıllarca budanması, afet seviyesinde bir geri kalmışlığa ve açlığa sebep olmuştur.

"Beyaz adam"ın kendine göre mantıklı bulduğu sebeplerle Afrika’nın genç nüfusunu bloke etmesi, yüzyıllar sonra Afrika’daki üretim sorunlarını bir doğal afet seviyesine çıkarmıştır.” (8)

1990 öncesi ülkücü hareket de buna benzer bir sendrom yaşamış; 70’lerde binlerce gencini şehit vermiş, 80’lerde binlercesi esir edilmiştir. Bu da yeni bir nesil ile yeni anlayışları doğurmuştur. Bu anlayış, istenen “sev genç” benzetmesine çok da yabancı kalmamış ve toplumdaki virüsler yapıya da sirayet etmiştir.

Ülkücü Hareketin, günümüzde karşılaştığı sorunların temelinde, 1980 sonrası hareket mensuplarının yaşadığı travma, toplumsal dejenerasyon, yeni problemlere yeni yaklaşımlar sergileyememe ve geçmişten taşıdığı bazı geleneksel tutumların yattığı ifade edilebilir.

Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan hareket, bireyin gen aktarımına benzer nitelikte bir örgütsel davranış benzeşimini devam ettirmektedir.

Yapısal değişim ve fikri gelişimi bünyesinde barındıramamanın verdiği atıllık beraberinde savunma refleksi ile hareket etmeyi getirmiştir.

Fikri teşekküllerde, iç meselelere çözüm endeksli yaklaşımlar ya da eksikleri teşhis ve onarma temayülü, ancak görevin devredilmesinden sonra yapılan muhasebe ile ortaya çıkmaktadır. Görev tevdi etmeden, vazife alacakların şahsiyet ve fikri donanım yeterliliğine ulaşması vazife esnasında da iç muhasebeye güç katacaktır.

Sonuç Yerine:

Bütün bu değerlendirmeler ışığında, kaderi Türk Milletinin kaderi ile örtüşen ve dünden bugüne birikmiş meselelerin çözümünün de ancak ülkücü irade ile mümkün olacağı şuurundan hareket ile söz, eylem, tavır, tutum ve fikir sergilemek gerektiği unutulmamalıdır.

Yakın bir tarihte milli yaklaşımların ortadan kalktığın, dünyanın küresel bir köyden ibaret olduğunu söyleyenler yanılmışlar ve günümüzde küreselleşme tarih olmanın eşiğine gelmiştir. Önümüzdeki dönem, milli aidiyetlerin yükseldiği bir dönem olacaktır.

Ülkü, vurgusunun aynı zamanda hali hazırdan memnun olmama ve daha iyiye talip olmayı ihtiva ettiği düşünülür ve Türk milliyetçiliğinin aynı zamanda milletin öznesi olduğundan hareket edilirse geleceğin inşası için somut yaklaşımlar sergileme mecburiyeti doğacaktır.

Hülasa satır araları iyi okunması temennisi ile beklentiler şöyle sıralanabilir:

Ülkücüleri artık sadece ortak acılar değil, ortak gelecek birleştirmelidir. Nitekim, daima güçlü ve müreffeh bir Türkiye özlemini dillendiren Türk Milliyetçiliği Hareketini diğer Türk siyasal anlayışından ayıran en temel başlıklardan biri de Türk Birliği idealidir. Buradan hareketle; Ülkücü irade, yeni hedefini Güçlü ve Müreffeh bir Türkiye ışığında Türk Birliği olarak inşa etmelidir.

Ülkücülük kişilerin emrinde değil; kişiler ülkücülüğün emrinde olmalıdır.

Köklerinden kopmamak, temel değerlerden taviz vermemek kaydıyla yapısal değişim ve fikri gelişim ülkücü iradeyi güçlendirecektir.

Hareket, ülkenin temel meselelerinin; a-jeopolitik parçalanma, b-milli kimliğin kaybı, c-politik açmazlar, d-ekonomik ve sosyal yıkım olduğunu görüp fikri gelişimlerini bu çerçevede realite ederek bir felsefe ortaya koymalıdır.

Her ülkücünün kıymetli olduğu unutulmadan, ülkücülerin birbirini sevme ve “rol model” olma mecburiyeti esas alınmalıdır.

Kin, haset, gıybet, çekememezlik gibi gayri ahlaki davranışlardan uzaklaşıp, hangi ülkücü, hangi alanda kabiliyetli ise ona o alanda fırsatlar verilmelidir.

 Terbiye ve samimiyet ölçüsünde, çözümü olan tenkitlerle meseleler ortaya konulmalı, sorumluluk sahipleri; ülkücü aydınların önerilerini ortak akla dönüştürüp mesuliyetini ifa etmelidir.

“Siz-biz” gibi tehlikeli kavramlardan uzak durulmalı, hiçbir milli değer öteki ilan edilmemelidir.

 Türk milletinin beka problemi varken Türk milliyetçilerinin ikbal beklentisi içinde olmayacağı düşüncesinden hareket ile ferdiyetçi bütün yaklaşımlar ötelenmeli ve ülke menfaatleri adına beklentisiz bir koşu başlatılmalıdır.

 

 



1-  (Milliyet, 2 Haziran 1966, s.1)
2-  .” (Alparslan Türkeş, Millî Doktrin Dokuz Işık, Genişletilmiş Birinci Baskı, Hamle Basın Yayın., İstanbul, s. 15)
3-  Ali Yıldız, 3-mayisi-anlamak-2-makale,2460.html)
4-   (http://ulkucubellek.com/turk-islam-ulkusu-mutefekkiri-seyyid-ahmet-arvasi/)
5-  (Türk-İslâm Ülküsü – 1. Cilt, 5. Sayfa, son Paragraf)

6-  (Bizim Ocak Dergisi, 1. Sayı, Sunuş Yazısı)
7-  (http://haberiniz.com.tr/haber/gundem/37521/bizimkisi-bir-ocak-hikayesidir-ve-siyah-beyaz-film-gibidir-biraz%E2%80%A6.html)
8-  (
http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?id=22080)

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!