Belagat için eskiler “muktezayı hale mutabakat sağlamaktır” derler. Belagat ile öfkeyi birbirine karıştırmamak gerekir. Öfke; bilinç ve söz ölçüsüzlüğünün sonucudur. Belagat ise hem ölçü hem de estetik içerir. Kanaat önderleri, bilgeler, siyasi saygınlar her şeyden önce ölçülü olmaktan, sınırlara riayetten ve saygılı olmaktan söz ederler.
Herkesin sözünde, davranışında ve yargısında insaflı ve ölçülü olması esastır. Ancak devlet adamlarının, siyasi önderlerin ve bilim adamlarının herkesten daha çok bu ilke ve değerlere bağlı olması gerekir. Yalnız kendini temsil edenlerin sorumluluğuyla kurumları ve toplumları temsil edenlerin sorumluluğu aynı değildir.
Övmeyi değil dövmeyi siyaset edinmek!
Siyaset, her şeyden önce bir ölçü ve kıyas sorunudur.
Demokrasinin vatanı olarak bilinen Eski Yunan’ın bilgeleri “ölçü” konusunda şunları söylerler. Ispartalı Khilon, “Tutkularını dizginle, ölçülü ol”, Lesboslu Pittakos, “Uygun zamanı kolla, ölçüyü göz önünde tut”, Rodoslu Kleobulos, “Ölçü en iyi şey”, Prieneli Bias, “Çok dinle, yerinde konuş, ölçüyü kaçırma” der.
Rakiplerinin yaptıkları iyi şeyler konusunda bile övmeyi değil dövmeyi gelenek edinmiş bir siyasetle Türkiye karşı karşıyadır. Bu durum duygu, önyargı ve tahammülsüzlükle birleşince rakibi sözle dövmek siyasetin zorunlu sonucu haline geliyor.
Siyasi seviyesizlik ve üslupsuzluğun en önemli nedenlerinden birisi de hatiplerin kelime hazinesinin zayıflığıdır. Türkçeyi kullanma zorluğu çekenler, kavram kıtlığı olanlar saldırgan ve üslupsuz söylemlerle yetersizliğini kapatmaya çalışmaktadır.
Had bilmek, had bildirmek!
Rakibe haddini bildirmeye kalkmak da ironik bir durumdur. Çünkü had bildirmek, her şeyden önce haddini bilenlerin yapacağı bir iştir. Ölçü, had, ilke bilmeyenlerin bu tür erdemle ilgili değerleri başkalarına öğretebilmeleri mümkün değildir. Bunları bize yazdırmaya mecbur kılan şey; siyasetçilerin topluma kötü örnek olan üsluplarıdır. Kişiliğin içeriği üslupta saklıdır. Bu nedenle eskiler “üslubu beyan aynıyla insan” derler.
Türk siyasetinde görülen seviyesiz üslup, ülkedeki siyasi seviyeyi gösteren önemli bir kriterdir. Şu ifadelere bir bakınız: “Ananı da al ve git!”. “Alçaktır, şerefsizdir”. “Ulan müfteri!”. “Önüne yatmak” vb.
Türk siyasetindeki en büyük sorun, kişilerin kendi inanmadıkları şeylere başkalarını inandırmaya çalışmalarıdır. Bu olgu üslup konusunda da kendini gösteriyor. Türkiye’de kim ki, saygı, sevgi, hoşgörü, tolerans, empati vb. kavramları kullanıyorsa, aslında herkesten daha çok onların bu değerlere ihtiyacı var!
Siyasi gerilim ve üslupsuzluk!
İşin garip olan bir diğer yanı daha vardır. O da üslup konusunda adeta “kendisi muhtacı himmet dede gayrıya yardım ede” türünden olanların başkalarına ayar vermeleridir. Bu durum insanların aklına “dinime dahleden bari Müslüman olsa” sözünü getirmektedir. Doğaldır ki, bir kimse kendisinde olmayan seviye ve üslubu başkalarından beklemesinin çok da anlamlı olmadığını ortaya koyar.
Diğer yandan siyasi gerilim, siyasi üslupsuzluğu da bünyesinde taşır. Kaldı ki, Türkiye’nin önemli bir kesimi tarafından “öfke sanat” olarak, gerilim siyasi gereklilik olarak görülmektedir. Bu nedenle asgari değil azami müştereklerde bile taraflar anlaşamıyorlar. Yanlış da olsa Türkiye’deki siyasiler gerilimi, iktidar getiren önemli faktör olarak görüyorlar. Gerilimi siyasi bir manivela olmaktan çıkarmadan, siyasi üslubun düzelmesini beklemek doğru bir beklenti olmaz.
Diğer yandan Türkiye’de tahakküm, hakaret ve seviyesizlik içeren üslubun çok fazla müşterisi vardır. Siyasilerin üslupsuzlukta yarışmalarının bir nedeni de budur. Seviyesizliğin baş tacı edildiği yerden, kalitenin göç etmesi de doğaldır. Hâlbuki siyaseti erdem yapan, onun zarafet, estetik ve nezaketle ilgili yanıdır. Hâlbuki Türkiye bir zamanlar üslubu olan insanlar ülkesiydi.