Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu’nun bu araştırması, haddini aşan kentleşme nedeniyle Türkiye’deki köylerin boşalması ve tarımsal üretimin geleceğini tehdit eden yaşlı nüfus sorununu merkeze almaktadır. Yazar, bu mevcut durumu ele alırken, çiftçilik kavramının iktisadi bütüncüllük ve üretim disiplini gerektiren bir uğraş olduğunu vurgular ve köylüye yönelik eski ve yeni politik yaklaşımları karşılaştırır. Özellikle, Cumhuriyetin kuruluşundan kısa süre sonra düzenlenen kapsamlı tarım kongreleri ve burada hazırlanan, köylerin yaş yapısı üzerine derinlemesine analizler içeren tarihi raporlara dikkat çekilmektedir. Bu 1935 nüfus verilerine dayanan rapor, savaşların yol açtığı doğum noksanlığı nedeniyle gelecekte tarımda çalışacak genç iş gücünün azlığına dair erken uyarılar sunmuştur. Çözüm olarak yazar, Köy Enstitüleri gibi geçmişteki başarılı modellerin yeniden hayata geçirilmesini, çiftçinin örgütlenmesini destekleyecek tarım kentleri oluşturulmasını ve planlı devlet desteğini önermektedir. Metin, sonuç olarak, gençlerin yenilikçi projeler ve teknoloji kullanarak köy yaşamına geri dönüşünü sağlayabilecek umut verici güncel örneklerle sona ermektedir.
Bugün köyler boşalıyor. Sadece köyler boşalmıyor, hadnaşinas sınır tanımaz kentleşmenin mücavir alanı genişletme hevesi köyleri mahalle yapıyor. Bunda köylünün birdenbire kentli olma fırsatını yakaladığına dair ucuz yorumların da katkısı yok değil.
Köylü kavramı ile çiftçi kavramını elbette ayırmak zor olsa da çiftçilik bir üretim disiplini ve elbette bir toplumsal görgü içerir. Bunun yanında kendi işletmesinde sadece kendisi için değil, artı değer yaratarak başkaları için de üretim yapmanın iktisadi bütüncüllüğünü, marketing ilminin bütün teferruatını taşır.
Köylünün bu açıdan hep merkezi idare veya mahalli idareler tarafından hatta çiftçi önderleri tarafından gözetilmeye ihtiyacı vardır.
Elbette tarım bir entelektüel çabadır. Bunda kuşku yok. Elbette çiftçi ve köylü arasında politikalarımızı sahaya aksettirmede doğru yaklaşımlar ortaya koyabilmek için bir ayrım yapabilmeliyiz. Ancak ‘hakiki müstahsil’ olan köylünün ve tabii ki köyün birbirinin mütemmim cüzü – ayrılmaz parçası olduğu kesindir.
Köyler boşalıyor. Köylerde hayatını idame ettirenlerin yaşları 60’ın üzerinde… yaşlı nüfusun yerine üretici genç nüfus gelmez ise köy ve köylü kavramının ortadan kalkması ve onbin yıl boyunca toplumsal hayatımızın ve bazı değerlerimizin, sosyal bünyemizin ağır bir tahribata uğraması kaçınılmaz.
Gerçi Mehmet Altan, Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz şiirinden ilhamla köylünün ortadan kaldırılması fikrini liberalizmin ekonomi politik modern çıkarsaması sayalı çok olmadı. Bugünlerde de Ahmet Tarık Çelenk gizli ve açık köylülüğü deşifre ederek; kentteki toplumsal görgüsüzlüğün ve üretim disiplini olmayışının faturasını köylüye kesmiş.
Oysa maziye baktığımızda Türk köyü ve köylüsü için çok daha verimli çalışmalar yapılmış.
Henüz Kurtuluş Savaşından yeni çıkmış bir ülke Cumhuriyet kurulur kurulmaz Birinci Ziraat Kongresi düzenliyor ve 200’ü aşkın rapor hazırlanıyor. 1937 tekrar toplanılıyor ve Birinci Köy ve Ziraat Kalkınma Kongresi çalışmalarına başlanıyor. 1938’de bir kütüphaneyi dolduracak kitap basılıyor. Üstelik bazı özel yayınlar müstesna hemen hepsinde Atatürk’ün fotoğrafı ve önsözü filan yok. Hani bugün herhangi bir şey basınca sıra sıra yukarıdan aşağıya bütün yetkililerin resimleri boy boy yayınlanır ya; öyle bir şey o zaman kimsenin aklına gelmemiş…
O kitaplardan biri B Serisi Takım 1 numaralı kitap. İçindekiler: Türkiye’de Zirai Araştırma Müesseseleri, Agronom Teşkilatı, Türkiye Ziraat Bölgeleri, Türkiye Ziraat Veriminin Başka Memleketlerle Mukayesesi, Türk Köylülerinin Yaşları ve Ziraat Üzerine Olan Tesirleri…
Köyler boşalıyor ve gençleri köye, tarıma çekebilmenin formüllerini arıyoruz ya şimdi; bakın daha o yıllarda bu meseleye nasıl teşhis konmuş?
25 kentimizde bilimsel araştırmalar yapılmış ve sonuçları tartışılmış.
Türk köylülerinin yaşları ve ziraat üzerine olan tesirleri başlığı altında Prof. Dr. F. Christiansen – Weniger tarafından yazılan ve 1935 nüfus sayımına göre tanzim edildiği bildirilen sonuç raporunda şöyle deniyor:
“20 Birinciteşrin 1935 nüfus sayımının, önümüzde mevcut 25 Vilâyetin münferit neticeleri bize, köy sakinlerinin yapısı hakkında muhtelif ve önemli malumat vermektedir. Köy sakinlerinden, köylerde yaşayanlar veya 10000’den az nüfusu olan şehirlerde yaşayanlar anlaşılmalıdır.
Ağrı, Afyon-Karahisar, Amasya, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bilecik, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çangırı, Çorum, Denizli, Edirne, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gazi-Antep, Gireson, Gümüşhane, İstanbul, İzmir, Muş, Vilâyetlerinin köy sakinlerinin nüfusu 5.435.926 dır. Bu nispet Türkiye’nin bilumum köy sakinlerinin %42,2 dir. Bu Vilâyetler memleketin her tarafına dağılmış oldukları için, bunlardan bütün memleket için umumî neticeler çıkarmak mümkündür. Bu yirmi beş vilâyette yapılan ayrı ayrı incelemelerin neticelerinde esaslı farklar görülmemiş olması dahi bu mütalaamızı teyit etmektedir.
Birinci cetvel halkı, kadın ve erkekleri ayrı ayrı beş senelik sınıflar halinde, tevzi etmekte olup aynı zamanda her yaş sınıflarında 100 erkeğe isabet eden kadın miktarını göstermektedir. İkinci cetvel, yirmi beş yaşına kadar, ayrı ayrı her yaşın dağılışını göstermektedir. Her iki cetveldeki rakamlar bir ve üç Nr.lu grafiklerde yaş piramidi halinde gösterilmektedir.
Yaş yapısı bakımından ideale yaklaşmış bir milletle mukayese edebilmek için 2 Nr. lu grafikte birleşik Amerika devletlerinin yaş piramidi yapılmıştır. Piramidin geniş bir kaidesi vardır ki, zirvesine doğru bir yaş sınıfından diğer yaş sınıfına geçtikçe, tedricen ve mütenasiben küçülmektedir. Yalnız 1926-1930 senlerindeki doğum noksanını gösteren, 0-4 yaş sınıfında bariz bir darlık görülüyor. Bu darlığın dünya iktisadi buhranından ileri gelmesi muhtemeldir.
Türkiye yaş piramidi Amerikan yaş piramidine nazaran bariz bir intizamsızlık arz etmektedir. Bu halden Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarındaki ve Yeni Hükümetin ilk on iki sene zarfındaki köy sakinlerinin mukadderatı çıkartılabilir.
Erkekler kısmında ihtiyarlık çağlarında, kuvvetli bir darlık görüyoruz. Bu yaş sınıfları, 19. asrın sonundan itibaren istiklâl harbinin sonuna kadar olan harplara iştirak edenleri gösteriyor. Erkeklerin 1895 ten itibaren -100 erkeğe 148 kadın isabet etmektedir- azalışı, bu harplarda kurban olmalarının neticesidir.

1 Nr.lu grafikte, ok ile işaret edilmiş olan, ikinci büyük arızaya 15-19 yaş sınıfında tesadüf ediyoruz. Bu sınıftakiler 1916-1920 de doğmuşturlar. Müteakip grup bir doğum tezayüdü arzetmekle beraber, normal doğum sayısına erişemediğini 5-9 yaş sınıfı göstermektedir. Piramidin her iki tarafı da birbirine müşabihtir. Burada Harbiumumî ve İstiklâl harbinin tevlit ettiği kuvvetli doğum noksanı mevzu noksanın en kuvvetle isabet ettiği ve binaenaleyh miktar itibarile en zayıf olan 1916-1922 senelerindeki nesildirki, bu günün 15-22 yaşındakilerini teşkil etmektedir. (111.gr.B.) bu hal son senelerde ve bugün evlenebilecek yaşta bulunanların azlığını gösterir. Evlenmelerdeki bu zaruri tenakus, gelecek nesillerde, yeni bir doğum noksanına sebebiyet verecektir. Netekim geçen son dört seneye nazaran 1934-1935 senelerinde görünen doğum tenakusu, bu bahsettiğimiz hale bir başlangıç teşkil etmektedir. (Üç Nr.lu grafik ile ikinci cetveli mukayese ediniz.) Esaslı bir doğum tenakusuna karşı gelebilmek, ancak önümüzdeki senelerde her izdivaçta yaşıyan çocukların miktarını arttırmak ile kabil olabilir. Bunada girişebilmek için plâna müstenit bir propaganda yapılması icap eder.
Meselâ Almanya ve İtalyada “izdivaç istikrazatı” ile eski zamanlardaki mebzul izdivaçların avdeti teşvik edilmektedir. Türkiye için izdivaç yaşlarının kızlar için, hiç olmazsa köy kızları için, indirilmesi mevzubahis olabilir.
Şimdiye kadar yaş piramidinin menfi kısmını mütalaa ettik. Şimdi önemli olan müsbet kısmını yani geniş kaidesini gözden geçirelim. Bunun için yaş sınıflarını 0 dan 25 şe kadar münferit senelere-yaşlara-dağıtmalıyız. (İkinci cetvel ve üç Nr.lu grafik) evvelâ bilhassa kadınlar tarafında bulduğumuz istatistik hataları mütalea edüp müteakip incelemeler için meydana çıkaralım.
18,20,25 yaşlarındaki kadınlarda, sebepsiz olarak kuvvetli bir atlayış görülmektedir. 26 yaşından küçük her erkeğe grafiğin orta kısımlarında 97 kız isabet ederken, yukarıda mezubahs kadın yaşlarında, her 100 erkeğe 100,147,239 kadın isabet etmektedir. bu halin, 18 yaşındakilerin doğum tarihlerini aslından evvel gösterilmesi, yirmi yaş tercihen yuvarlak yaş olarak verilmesi, köy kadınları için yirmi beş yaşının, aşılmak istenmiyen bir hudut olması itibarile birçok kadınların nüfus sayımında yaşlarını eksik söylemelerinden ileri gelmesi muhtemeldir.
Erkekler tarafında ise 22-20 yaşlarının fazla yer kapladığı görülmektedir. Bu hal yirmi yaşının tercihen yuvarlak yaş olarak verilmesi, bazı yerlerde garnizonların mevcut oluşu ve bu itibarla askerlerin beraberce tadat edilişi yüzünden 21 ve 22 yaşlarında bir az fazlalık görülmektedir. Garnizon olan vilâyetlerde, nüfus sayımı yabancı gençleri de ihtiva etmektedir.
Münferit seneler piramidi dahi 1916-1922 senelerindeki doğum tenakusunu bariz olarak göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin sulh zamanlarındaki saadet getirici mesaisinin tesirleri, müteakip yaş sınıflarındaki doğum sayısının kuvvetle yükselmesinde görülmektedir. 76000 erkek 66000 kız çocuğu ihtiva eden, ilk büyük nesil, şimdi 16 yaşındadır. Bundan sonra gelen yaş sınıfı büyük bir sarsıntı arz etmekle beraber, bu hal hiç şüphesiz, kısmen de istatistik hatalarından neş’et etmektedir. Çünkü 10 yaş tercihen yuvarlak olarak verilmiştir. Bu yaşa mukabil 9 ve 11 yaşları biraz kuvvetlice olarak görülmektedir. 927’den itibaren kat’i olarak miktar itibarile kuvvetli nesiller geliyor. 1927 den 1935’e kadar olan yaş sınıflarının mevcudu 1927’den 22 ye kadar olanların iki mislinden fazladır.
Mevcudu az olan nesil henüz şimdi istihsal hayatına girmektedir. Bugün köylerde kıymetli yardımları dokunan ilk büyük nesil 1943 ten itibaren istihsal hayatına girebilecektir. Gençlerin meslek hayatına girmek yolunda yapacakları enerjik hamlelere mukabil bulacakları saha yukarıda arzettiğimiz gibi- hak kurbanlarile azalan ihtiyar neslin işten el çekmesile husule gelecek az ve mahdut saha olacaktır. Yani diğer bir tabirle, gençler tarafından talep edilecek birçok yeni mevkilere mukabil bulacakları mevkiler, yüksek yaş kademelerinin çekilmesile kalacak mevkiler olacaktır. Bu hali köyler üzerinde mülahaza edersek: Mirasla intikal eden ocağı muhafaza edebilecek pek az köylü çocukları bulunacaktır. Yetişen köylü neslinin çalışma kudretlerinden tamamile is-tifade temin edilmek istendiği takdirde, bu jenerasyonun kısmı azamı için tebdili mekân vasıtasile yer bulunmalıdır. Atatürk’ün: “Arazisiz köylü kalmamalıdır,” sözü istikbalde tahakkuk etmelidir.
Hülasa denilebilir ki :20 birinci teşrin 1935 nüfus sayımının şimdiye kadar neşredilen münferit datlarından meydana gelen yaş piramidi hükümet için bir menfi taraf arzetmektedir ki, o da son harplarda 1916-1922 senelerinde husule gelen doğum tenakusudur. Müsbet tarafına gelince, o da genç neslin miktar itibarile artmasıdır. Bu hal iki vazifeyi tevlit eder: Evvelâ zayıf kalmış nesli, gelecek nesil üzerinde hiss olunacak derecede bir doğum tenakusu husule getirmesini, mümkün olduğu kadar önlemek; saniyen, bir müddet sonra istihsal hayatına girecek, miktar itibarile kuvvetli olan gençlere faaliyet sahası bulmak için tedbirler ittihaz etmek…… Yüksek yaş sınıflarının azlığı dolayisile, ihtiyarların işten el çekmelerinden kalacak serbest yerlerin azlığı meseleyi büsbütün ehemmiyetleştiriyor. o halde gittikçe, gençlerden iş sahibi olanlar fazlalaşacaktır. Ancak bundan sonraki, gençliğin terbiyesi için Türkiye Cumhuriyeti’nin sarf ettiği kuvvet semerelerini vermeğe başlıyacaktır.


Görüldüğü gibi teş tek yaş aralıkları ve azalış ya da artışları üzerinde yorumlar yapılmış savaşın etkileri de gözlemlenmiştir.
Yüksek yaş kademelerinin çekilmesiyle oluşacak boşluğun tehlikelerine işaret eden sonuç raporu bugün de geçerliyse geçen o kadar zamana nispetle köyün ve köylünün hali ve çözüm tedbirleri üzerinde bir arpa boyu yol gidemediğimiz anlaşılmıştır.
Yaşlıların yerini alacak pek az köy çocuklarının olacağı vehametle bildirilmiştir yazıda.
Siyasi partilerin köye yönelik politikalarında gençlerin köye dönüşünü özendirme noktasında pek de hayırhah teklifler sunamadığını görüyoruz.
Biz diyoruz ki; köy, olmazsa olmaz toplumsal doku parçasıdır. Şehirde ne varsa köyde de o olmalıdır. Köy enstitüleri aslında köy kalkınmasında iyi bir modeldi. Bugün yeniden hayata geçirilmelidir. Bir ara her köye bir ziraat mühendisi düşünüldü ama tutmadı. Neden? Çünkü o genç danışmanların köylüye verebileceği bir devlet desteğinin de planlı bir şekilde hayata geçirilebilmesiyle mümkündü. Şeker şirketinin pancar bölge şefleri mesela bu açıdan örnek olabilir. Pancar üreticisinin nadas planlamasından ekim nöbetine hangi ürünün hangi tarlada olacağına kadar birlikte çalışırlardı. İlaç, gübre, tohum ve mekanizasyon desteği yanında avans planlaması ve kredilemeler bile bölge şeflerinin yayım desteği arasındaydı. Pancar Kooperatifleri de çiftçinin mekanizasyon ihtiyacı için devredeydi. Zirai Donatım Kurumu, Köy Hizmetleri, Yol Su Elektrik, Toprak Su teşkilatları da önemli işlevler gördüler. Ama giderek birkaç köyün hizmetinde üstelik de gereğinden fazla eleman yükü devlete ağır geldi. Belki köylerin her birinin bir tarımsal işletme sayılıp ister kooperatif biçiminde, ister aile işletmesi, isterse anonim şirket halinde çiftçinin örgütlenip toprak toplulaştırması, ortak makine parkının kurulması ile verimliliğin artırılıp maliyetin azaltılması düşünülebilir. Bunun yanında unutulan tarım kentleri modeliyle cazibe köyler ya da merkez köyler olarak tebellür eden bazı köylerin tarım ve sanayi kasabası halinde geliştirilmesi sağlanabilir ve bu tarım sanayi entegrasyonunu ve sözleşmeli tarımı geliştirir. Bunun yanında mega kentleşmenin önüne geçmek için çevre kentler tarım kentlerine uyum içinde kent tarımını geliştirdiği gibi kentlerdeki yoğunlaşmayı da emer. 1946’da savaş sonrasında insanlar güvenlik gerekçesiyle Londra’ya akınca önce üç sonra 24’e varana kadar çevrekentler meydana getirildi. Bunlar, şehir merkezindeki standartları taşıdılar, üniversitelerine varıncaya kadar. Böylece eski kent tarihi dokusunu koruyabildi ve yozlaşması azaldı. Bugün maalesef kentlerimiz çarpık sanayileşmenin ve çarpık kentleşmenin anaforunda yaşam mücadelesi veriyor.
Yine de ümitvar olmak için sebeplerimiz var. Geçenlerde bir öğretmen köy okulunu şehirdeki köy okulundan çok daha cazip hale getirmiş, bir başkası yazılım mühendisi gibi köydeki kayıp hayvan varlığını azaltmış.
Erzincan’ın dağ köylerinden birinde öğretmenlik yapan Mert Can, köyü teknoloji üssüne çevirmiş. Köydeki çocukların sadece hayvan otlatmaktan ibaret geleceğini tersine çevirmiş, dünya ile rekabet edebilecekleri özgüvenini kazandırmış. Hurda bilgisayarları tamir etmiş, laboratuar kurmuş ve akıllı sürü takip sistemi meydana getirmiş. Böylece köydeki kayıp hayvan vakalarını %90 azaltmışlar elbirliğiyle… Çocukların öğretmen etrafında yaşadıkları heyecanı ben bilgisayar mühendislik fakültelerinde görmedim.
Kim demiş köylerde üretim disiplini ve toplumsal görgü olmaz diye?…