Bu makale, Atsız Burucu’nun “Kendini Hissetmekten Korkan İnsan” başlıklı eserinden alıntılanmıştır ve günümüz toplumundaki duygusal yozlaşmaya odaklanmaktadır. Yazar, modern dünyada görülen sessizliğin huzurdan değil, bastırılmış çığlıklardan kaynaklandığını öne sürerek, insanların kendilerine ve birbirlerine yabancılaştığını belirtir. Metin, duyguların sistem tarafından “zayıflık” olarak öğretildiğini ve bu nedenle insanların üzüntü, öfke gibi hisleri bastırdığını, bunun da ruh sağlığını olumsuz etkilediğini vurgular. Fikirlerini desteklemek için Ulus Baker’ın düşüncelerine sıkça atıfta bulunarak, sağlıklı bir ruh için hissetmenin, sorgulamanın ve “ruhsal devinim”in şart olduğunu ifade eder. Sonuç olarak, metin, dostlukların ve evliliklerin bitmesinin temel sebebinin kaybedilen hissetme yetisi olduğunu iddia etmektedir.
Son yıllarda çevremize baktığımızda bir sessizlik görüyoruz; ama bu sessizlik huzurun değil, içe gömülmüş çığlıkların sessizliği. Dostluklar hızla tükeniyor, evlilikler birer birer bitiyor, insanlar birbirine değil, kendi içine kapanıyor. Herkes “iyiymiş” gibi davranıyor ama kimse iyi değil. İşte tam bu noktada, Ulus Baker’ın düşünceleri bugünün insanına ayna tutuyor: İnsan yalnızca düşünerek değil, hissederek var olur. Fakat biz artık hissetmekten korkuyoruz.
Toplum bize öğretti ki, hisler karışıklık yaratır; hissetmek, “zayıflık”tır. O yüzden bastırıyoruz. Üzüntüyü, öfkeyi, kırgınlığı… Bastırdıkça içimizde biriken şey, ruhun doğal akışını bozan bir tortuya dönüşüyor. Baker’ın deyişiyle, sistem tam da bu noktada devreye giriyor: “Herkes gibi hisset, herkes gibi düşün.” Çünkü kendi hissini taşıyan insan, yönlendirilemez.
Dostluklar bu yüzden tükeniyor. Evlilikler bu yüzden bitiyor. Çünkü insanlar, birbirine “kendisiyle” değil, “normallikle” yaklaşıyor. Normal olan mutlu görünmek; gerçek olan ise içimizde yankılanan boşluk. O boşluğu susturmak için birbirimizi değil, ekranları dinliyoruz. Kendi sesimizi duymamak için sürekli konuşuyoruz.
Ulus Baker, “En sağlıklı ruh, en çok soru sorandır,” der. Biz artık soru sormayı bıraktık. “Neden sevemiyorum?”, “Neden uzaklaştım?”, “Neden bunca kalabalığın içinde bu kadar yalnızım?” sorularını sormayı unuttuk. Çünkü sorular, bastırdığımız hisleri yeniden uyandırır. Oysa ruh sağlığı, bastırmakla değil, işlemeyle mümkündür.
Bugünün insanı, düğünlerde alkış tutarken bile bir şeylerin eksik olduğunu hissediyor. Çünkü sistem, bizi ‘iyi görünmeye’ programladı; ‘iyi hissetmeye’ değil. Gerçek özgürlük, Baker’ın dediği gibi, “ruhsal devinim”dedir. Yani hissetmekte, sorgulamakta, anlam aramakta…
Belki de kaybettiğimiz şey insanlar değil; hissetme yetimizdir. Onu yeniden bulmadıkça, hiçbir dostluk kalıcı, hiçbir evlilik sağlam, hiçbir ruh huzurlu olamayacak.