Türkiye’de yükselen ekonomik kaygılar, güvenlik algısındaki erozyon, adalet eksikliği ve kimlik bunalımı, milletimizin mutluluk endekslerini dibe çekiyor. Bu varoluşsal krizden çıkış yolu, millî dirilişle mümkün: Ekonomiyi güçlendirmek, sınırları korumak, hukuku üstün kılmak ve değerlerimizi sahiplenmek şart.
Türkiye’nin bir süredir içinde bulunduğu durum, sadece ekonomik ya da siyasal bir mesele olarak ele alınamaz. Bu, aynı zamanda, milletimizin ruh hâlini, geleceğe dair umutlarını ve dolayısıyla mutluluk endekslerini doğrudan etkileyen bir varoluşsal krizdir. Bir milletin mutluluğu, sadece kişi başına düşen millî gelirle değil, aynı zamanda o milletin kendisine, devletine ve geleceğine duyduğu güvenle ölçülür. Maalesef, bugün Türkiye’de bu güvenin, erozyona uğradığı bir gerçektir.
Milletimizin mutluluğu, bir evin temel direkleri gibidir. Bu direkler sarsıldıkça, evde oturanların huzuru da kaçar. Peki, bu direkleri sarsan nedir?
Ekonomik Kaygılar ve Mutsuzluğun Kökleri
Öncelikle, ekonomik tablo ortadadır. Yıllardır süregelen yüksek enflasyon, alım gücünü dibe çekmiş, her geçen gün daha da yoksullaşan bir halk gerçeği yaratmıştır. Bir baba, çocuğuna istediği oyuncağı alamadığında, bir anne pazardan dolu bir poşetle dönemediğinde hissettiği mutsuzluk, basit bir yoksunluktan öte, onurunun zedelenmesiyle ilgilidir. İnsanlar, yarın ne olacağını bilmedikleri bir ortamda, ne birikim yapabilir ne de gelecek planı kurabilir. Bu belirsizlik, sürekli bir kaygıya dönüşür ve bu kaygı, mutluluğun en büyük düşmanıdır. İş bulma umudu olmayan gençler, emeklerinin karşılığını alamayan çalışanlar, ay sonunu getiremeyen emekliler… Her birinin gözlerindeki umutsuzluk, istatistiksel verilerden çok daha acı bir gerçeği anlatır. Bir millet, ekonomik özgürlüğünü kaybettikçe, kendi kaderini tayin etme gücünü de kaybeder.
Güvenlik Algısının Kaybolması
Bir diğer önemli mutluluk göstergesi, güvenlik algısıdır. Türkiye, coğrafi konumu gereği zaten hassas bir bölgede bulunmaktadır. Ancak, son yıllarda plansız ve kontrolsüz göç politikaları, bu hassasiyeti artırmış, toplumsal huzursuzluğu tetiklemiştir. Kendi topraklarında kendini güvende hissetmeyen bir milletin, nasıl mutlu olması beklenebilir? Sınırların adeta kevgire döndüğü, demografik yapının hızla değiştiği bir ortamda, sokakta yürürken tedirginlik duyan bir vatandaşın, geleceğe nasıl umutla bakması beklenebilir? Bu durum, sadece suç oranlarını artırmakla kalmıyor, aynı zamanda milletin kendi kimliğine, kültürüne ve geleceğine olan inancını da sarsıyor. Güvenlik, sadece fiziki bir durum değil, aynı zamanda psikolojik bir ihtiyaçtır ve bu ihtiyacın karşılanamaması, toplumsal bir mutsuzluk kaynağıdır.
Hukukun Üstünlüğü ve Adalet Eksikliği
Bir milletin mutluluğu, en temelinde adalete olan inancıyla doğru orantılıdır. Eğer vatandaş, hukukun kendisine eşit ve adil bir şekilde uygulanacağına inanmıyorsa, devletine olan güvenini kaybeder. Bir ülkede liyakat yerine sadakatin ödüllendirildiği, hukukun siyasete alet edildiği algısı yaygınlaştıkça, insanlar kendilerini sahipsiz hisseder. Bu durum, sadece bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması anlamına gelmez, aynı zamanda toplumsal barışın da bozulmasına yol açar. Haklı olanın değil, güçlü olanın kazandığına dair yaygın bir kanaat, toplumda derin bir hayal kırıklığı ve öfke biriktirir. Mutluluk, adaletin tecelli ettiği bir toplumda yeşerir.
Kimlik Bunalımı ve Değerlerin Erozyonu
Türkiye, maalesef son yıllarda bir kimlik bunalımı yaşamaktadır. Kültürel değerlerin, geleneklerin ve millî kimliğin aşındırıldığı bir ortamda, insanlar kendi köklerinden kopmuş hissederler. Eğitim sistemindeki sürekli değişimler, gençlerin millî ve manevi değerlerden uzaklaşması, bu bunalımı derinleştirmektedir. Oysa ki bir milletin mutluluğu, ortak değerleri etrafında kenetlenmesiyle mümkündür. Birbirine yabancılaşan, ortak bir geleceğe dair inancı zayıflayan bir toplum, mutluluğu bulamaz. Millî bayramlarımıza, tarihimize ve kahramanlarımıza sahip çıkmak, sadece geçmişi onurlandırmak değil, aynı zamanda geleceğe dair bir umut inşa etmektir.
Sonuç: Mutluluk Endeksleri ve Millî Diriliş
Tüm bu faktörler göz önüne alındığında, Türkiye’de yaşayanların mutluluk endekslerinin neden düşük olduğu, kolaylıkla anlaşılabilir. Bu, sadece bir anketin sonucu değil, sosyolojik ve psikolojik bir olgudur. Milletimiz, ekonomik zorluklar altında ezilirken, güvenlik kaygılarıyla yaşarken, adalete olan inancını yitirmişken ve kimlik bunalımıyla boğuşurken, mutluluktan bahsetmek mümkün değildir.
Ancak, bu tablo bir kader değildir. Bu durumu değiştirmek, milletimizin kendi kaderine sahip çıkmasıyla mümkündür. Mutluluğu yeniden inşa etmek için, önce ülkenin temel direklerini sağlamlaştırmamız gerekir.
- Ekonomik olarak ayağa kalkmak, üretimi ve istihdamı artırmak, adil bir gelir dağılımı sağlamak.
- Sınırlarımızı korumak, plansız göçe son vermek ve milletimizin güvenlik kaygılarını gidermek.
- Hukukun üstünlüğünü tesis etmek, adaleti herkes için erişilebilir kılmak ve liyakati esas almak.
- Millî kimliğimizi ve değerlerimizi korumak, gençleri bu değerlerle yetiştirmek.
Mutluluk, sadece bireysel bir duygu değil, aynı zamanda kolektif bir başarıdır. Bir millet olarak mutlu olmak istiyorsak, önce kendi evimizin içindeki sorunları cesurca kabul etmeli ve çözmek için harekete geçmeliyiz. Türkiye’nin geleceği, bu sorunları aşacak millî bir diriliş hareketiyle mümkün olacaktır.