Metin, yazarın bir akrabasının kızının kaydolduğu, hem örgün eğitimi hem de hafızlık eğitimini bir arada sunan bir İmam Hatip Ortaokulu deneyimi etrafında dönüyor. Yazar, bu “proje okulunun” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın doğrudan müdahalesiyle açıldığını ve başlangıçta Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın onaylamadığı bir fikir olduğunu belirtiyor. Gözlemleri arasında, öğrencilerin aşırı çekingen ve içe kapanık halleri, teneffüslerde bile ezber çalışmaya devam etmeleri ve hafızlık yükü nedeniyle okul derslerinde not kolaylığı sağlandığına dair endişeler yer alıyor. Yazar, bu sistemin çocukların ruh hali üzerindeki olumsuz etkilerini ve profesyonel formasyon eksikliği olan kişilerin eğitimde görevlendirilmesini eleştirerek, Erdoğan’ın eğitim alanına müdahalesinin keyfi olduğunu vurguluyor. Makale, Kuran’ı anlamadan ezberlemenin anlamsızlığını sorgulayarak, hafızlık sayısını artırma politikasının ülkeye ne kazandıracağını sorguluyor.
Geçen yıl yakınım olan bir aile, ilkokulu bitiren kızlarını, aynı zamanda hafızlık yaptıran bir İmam Hatip Ortaokuluna vermek istedi. ‘Okul ve hafızlık ikisi birden zor olur, normalini okusun’ dedim. Düşünceleri değişmedi. Çocuk “proje okulu” denen bu okulun sınavına girmiş, kazanmış, orada okumaya başladı.
Bir süre sonra öğrencinin ezberleri yapmada zorlandığını duydum. Çocuğa yardımcı olmak için okul yönetimi ve hafızlık hocalarıyla görüşmeyi düşündüm. İki kez okula gittim, müdür yardımcıları ve iki hafızlık hocasıyla (bayan) konuştum.
Öğrendiğime göre “hem okul hem hafızlık” düşüncesi, çocukluk ve gençliği medreselerde geçmiş; ortaokul, lise ve ilahiyatı dışarıdan bitirmiş bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeninden çıkmış. Bu öğretmen, bir meslektaşıyla Millî Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na gitmiş, bu projeyi önermiş. “Olmaz” demişler. Adam bunu Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan aracılığıyla yapmak istemiş. Yanına aldığı bir başka öğretmenle, Saray’da Erdoğan’ın danışmanı bir tanıdıkları aracılığıyla Erdoğan’dan randevu almışlar, isteklerini anlatmışlar. Erdoğan “olur” demiş, Millî Eğitim Bakanlığı ve Diyanet’e telefon edilmiş. Beşi Konya’da, onu diğer illerimizde olmak üzere on beş okul açılmış.
***
Konuyla ilgili izlenim ve düşüncelerim şunlar:
Okula önce öğrenci servisiyle gittim. Serviste ve okulda ilk dikkatimi çeken görüntü, orta birinci sınıf öğrencilerinin giyim, bakış ve davranışları oldu. Hepsi çok çekingen, içe kapanık, ürkek ve sessizlerdi. “İmam Hatip’te okuyan, hafızlık yapan bir kız çocuğu böyle olmalı” telkininde bulunulmuş ki, çocuklar anlattığım gibi olmuşlar. Hepsi başka bir dünyanın çocukları gibi. Bu çocukların-diğer çocuklarımız gibi görünme, bakma, konuşma, yürüme hakları yok mu ki başkalaştırılıyorlar? Bu “çocuk insan” tipinin hangi dinde yeri var? Hiçbirinde! İmam hatip ve hafızlık adına çocuklarımızın düşürüldüğü ruh hali birçok tehlikenin habercisidir.
***
Okulun bahçe, salon ve sınıflarını izlerken öğrencilerin çoklu, üçlü, ikili gruplar halinde sallanarak ezber çalışması yaptıklarını gördüm. Din ve Kuran eğitimi alan birisi olarak böylesini hiç görmedim. Teneffüslerde bile ellerinde Kuran, ezber çalışıyorlar. Oysa teneffüste dinlenilir.
***
Okulda sırf tanıdığım öğrenicinin değil, başkalarının da hafızlıkta zorlandığına tanık oldum. İki öğrenci müdür yardımcısına geldi, birisi: “Hocam, bu arkadaşım ezberi veremedi üzülüyor” diyerek yakındı, yardım istedi.
***
Hafızlığa yoğunlaşan çocukların bir de okul derslerini nasıl öğrenebildiklerini merak ettim, sordum. İki öğrenci ve bir veliden aldığım kapalı yanıt şu: “Öğretmenler öğrencileri sıkmıyorlar. Yazılılarda sorulabilecek konu ve sorulara işaret ediyorlar…” Bunun açılımı, öğretmenler aracılığıyla kopyacılıktır.
***
Müdür yardımcıları ve hafızlıkları takip eden bayan hocalara (kadroları Diyanet’te): “Okul ve hafızlık projesi zor/ağır. Günlük ezber miktarını azaltsanız iyi olur, öğrencilerin morali bozulmasın” dedim. “Yok, normal. Biz bunu biliriz. Sen bilmezsin, acıyorsun, büyükler acır” dediler. ‘Verdiğiniz ezber sayfası çoksa azaltın’ dedim. “Azaltırsak iki yılda hafızlık bitmez. Biz bunu iki yıla göre planladık” dediler.
***
Eğitim öğretim işini yürütenlerin mesleki formasyon sahibi olmaları gerekir. Kuran kursu hocaları, imam ve müezzinlerde bu formasyon yok. İmam Hatip Okullarında formasyonlu öğretmen varken, Millî Eğitim Bakanlığı niye Diyanet’in formasyonsuz (veya formasyonu çok düşük) hocalarına görev veriyor?
Burada sormamız gereken asıl soru şu: Millî Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığınca kabul edilmeyen okul + hafızlık düşüncesi niye Recep Erdoğan’ın isteğiyle uygulamaya konuyor? Erdoğan eğitimci değil, ilahiyatçı değil. Herkes yaptığı işten sorumlu ve herkes işine bakmalı. Millî Eğitim Bakanlığı ve Diyanet, okul + hafızlık isteğini uygun bulmamış ki “olmaz” demiş. Olay burada bitmeliydi, Recep Erdoğan: “Ben bu işe karışmam, bu işi bilmem. İlgililer olmaz dediyse olmaz…” demeliydi. Bu açıklama keyfilikleri engeller.
***
Biz şimdiye kadar sürekli hafız olmaya, hafız sayısını artırmaya özendirildik. Bunu yaparken: “Kuran ne diyor” demedik, Arapçasını ezberledik, hepsi bu.
Türkiye’deki bütün imam hatip ve hatta ortaokul, lise ve meslek lisesi öğrencilerini hafız yaptığımızı düşünün. Türkiye mutlu, güllük gülistanlık mı olacak? Anlamadığımız ayetlerle, din sömürüsüyle, medrese kültürüyle mutlu olunmaz.
Recep Erdoğan’ın telefonuyla yetiştirmeye başladığımız hafızların bize neler kazandıracağını düşünmeye başlayalım.
Bir başka yazım, Kuran’ı anlama ve anlamama üzerine olacaktır. Hoşça kalın.