Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ, rekor kıran kredi kartı harcamalarını ‘çaresizlik çığlığı’ olarak nitelendirdi. Özdağ’a göre, iktidarın Orta Vadeli Programı halkın açlık sınırındaki yaşamını görmezden gelirken, gerçek çözüm sığınmacıların gönderilmesi ve üretim ekonomisine geçişte yatıyor.
Türkiye, ekonomide her geçen gün yeni ve daha derin bir krizin içine sürüklenirken, vatandaşın omzundaki yük katlanarak artıyor. Bir yanda iktidarın pembe tablolar çizdiği, “rasyonel” ve “öngörülebilir” olduğu iddia edilen Orta Vadeli Program (OVP), diğer yanda ise çarşıda, pazarda, mutfakta yaşanan acı gerçekler var. Bu gerçeğin en somut göstergelerinden biri, kredi kartı harcamalarında kırılan tarihi rekorlar ve açlık sınırının altında can çekişen milyonlarca hayat. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, bu tezatlığı en sert dille eleştiren ve meselenin kökenine inen politikaların altını çizen liderlerin başında geliyor. Özdağ’ın perspektifinden bakıldığında, kart harcamalarındaki bu patlama bir refah değil, bir çaresizlik çığlığıdır ve OVP, bu çığlığı dindirmekten ziyade, üzerine bir enkaz daha yığma potansiyeli taşımaktadır.
Kredi Kartı: Zenginleşme Değil, Hayatta Kalma Aparatı
Hükümet yetkilileri, artan kartlı harcamaları zaman zaman ekonomideki canlılığın bir işareti olarak sunma eğiliminde olsalar da, Ümit Özdağ bu durumu tam tersi bir okumayla, “borçla günü kurtarma” ekonomisinin iflası olarak yorumluyor. Özdağ’a göre, vatandaş artık yatırım yapmak, birikim yapmak veya keyfi harcamalar için değil, temel gıda maddelerini alabilmek, çocuğunun okul masrafını karşılayabilmek ve ay sonunu getirebilmek için kredi kartına sarılıyor. Mutfaktaki yangın, eriyen maaşlar ve durdurulamayan enflasyon karşısında, kredi kartları, milyonlarca hane için bir “hayatta kalma aparatı” haline gelmiştir.
Özdağ, bu noktada hükümetin vergi politikalarındaki adaletsizliğe dikkat çekiyor. Kur Korumalı Mevduat gibi uygulamalarla bir avuç zenginin faiz gelirinden vergi almayan siyasi iradenin, vatandaşın borçlanarak yaptığı harcamadan dahi vergi almayı hedeflemesini “Lidyalılar parayı, Sümerliler vergiyi buldu, borçtan vergi almayı da Recep Tayyip Erdoğan buldu” sözleriyle eleştiriyor. Bu, Özdağ’ın gözünde, devletin asli görevi olan vatandaşı koruma ve refahını sağlama ilkesinden ne kadar uzaklaştığının, zengini daha zengin, fakiri ise daha da borçlu yapma üzerine kurulu bir düzenin kanıtıdır. Açlık sınırının, asgari ücreti ve emekli maaşını fersah fersah aştığı bir ortamda, insanları borçlanmaya iten ve sonra o borçtan pay almaya çalışan bir yönetim anlayışı, sosyal devlet ilkesinin ruhuna Fatiha okumak anlamına gelmektedir.
Orta Vadeli Program: Kimin İçin ve Ne İçin?
Hükümetin büyük umutlarla sunduğu Orta Vadeli Program, Ümit Özdağ’ın perspektifinden bakıldığında, halkın gerçeklerinden kopuk bir “temenniler manzumesi” olmaktan öteye gidemiyor. OVP’de hedeflenen enflasyon rakamları, büyüme oranları ve kişi başına düşen gelir tahminleri, pazarda kiloyla değil taneyle alışveriş yapmak zorunda kalan, bir marul alırken dahi düşünen emeklinin, siftah yapamayan esnafın hayatıyla örtüşmüyor.
Özdağ, OVP’nin temel probleminin, hastalığın teşhisini yanlış koymasından kaynaklandığını savunuyor. Ona göre Türkiye ekonomisinin en büyük kara deliklerinden ve enflasyonun temel sebeplerinden biri, kontrolsüz ve plansız göç politikası sonucunda ülkeye dolan 13 milyon sığınmacı ve kaçağın yarattığı devasa ekonomik yüktür. Yılda 11 milyar doları aşan ve Türk milletinin vergilerinden karşılanan bu harcama, vatandaşın refahından çalınan, enflasyonu körükleyen ve demografik yapıyı tehdit eden bir ur haline gelmiştir. OVP’de bu devasa soruna yönelik tek bir somut ve kararlı çözüm önerisi bulunmaması, programın daha en başından itibaren sakat doğduğunun ilanıdır. Özdağ için sığınmacılar vatanlarına dönmeden, Türkiye ekonomisinin kalıcı bir feraha ulaşması, enflasyonun dizginlenmesi ve vatandaşın alım gücünün artması mümkün değildir.
OVP’de öngörülen sıkı para politikaları ve dolaylı vergilerdeki artışlar da Özdağ’ın eleştiri oklarının hedefindedir. Zira bu politikaların faturası yine dar ve sabit gelirli vatandaşa çıkmaktadır. Üretimi ve istihdamı artıracak, teknolojiye ve tarıma dayalı bir kalkınma modeli yerine, sıcak para ve yüksek faiz sarmalına dayalı, günü kurtarmaya yönelik bu yaklaşım, borçla dönen çarkı daha da hızlandıracak ve kredi kartı limitlerini daha da şişirecektir. Zafer Partisi’nin önerdiği “Anadolu Kalesi” projesi ve planlı kalkınma modeli ise bu kısır döngüye bir alternatif olarak sunulmaktadır: Üreten, kendine yeten, tarım ve sanayide milli atılımlar yapan bir Türkiye.
Çözüm: Saray’ın Değil, Milletin Ekonomisi
Ümit Özdağ’ın gözünden Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik darboğazdan çıkışın reçetesi nettir:
- Sığınmacı ve Kaçakların Geri Gönderilmesi: Ekonominin sırtındaki milyarlarca dolarlık kamburun atılması, kaynakların Türk milletinin refahı için kullanılması.
- Adil Vergi Sistemi: Zenginlerin ve büyük holdinglerin vergi afları ve istisnalarla kayırıldığı düzenin sona erdirilmesi, herkesin kazancı oranında vergi ödediği adil bir sistemin kurulması. Vatandaşın temel ihtiyaçları üzerindeki dolaylı vergi yükünün hafifletilmesi.
- Üretim Odaklı Ekonomi: Tarım ve hayvancılığın desteklenerek gıda enflasyonunun önüne geçilmesi, stratejik sanayi yatırımlarıyla ithalata bağımlılığın azaltılması ve istihdam yaratılması.
- Liyakat ve Hukukun Üstünlüğü: Rüşvet ve yolsuzlukla etkin mücadele, öngörülebilir bir hukuk devleti altyapısıyla yerli ve yabancı yatırımcıya güven verilmesi.
Sonuç olarak, kredi kartı harcamalarındaki rekor artış, açlık sınırındaki yaşamlar ve hayal satan Orta Vadeli Program üçgeni, Ümit Özdağ’ın siyasi söyleminde birbiriyle doğrudan bağlantılı ve aynı çürümüş politikanın farklı yüzleridir. Özdağ’a göre, milletin kredi kartına mahkumiyeti, aslında hükümetin iflas belgesidir. Bu belge, milletin temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamadığı, geleceğini borçlandırdığı ve bir avuç zengin ile milyonlarca sığınmacının menfaatini kendi vatandaşının önüne koyduğu bir yönetim anlayışının tescilidir. Çözüm, rakamlarla oynanan, hamasi nutuklarla geçiştirilen OVP masallarında değil, milletin sesine kulak veren, üretimi merkeze alan ve her şeyden önce Türkiye’nin kaynaklarını yine Türk milleti için kullanan milli bir ekonomik programdadır.