Siyasetin satranç tahtasında muhalefet piyonları dizayn ediliyor mu? CHP’nin kaotik kurultayı, kayyum atamalarının irade gaspı ve yargıdaki ‘mutlak butlan’ krizi, iktidarın büyük planının parçaları. Peki ya çözüm? Erdoğan’ın CHP genel başkanlığına aday olması! Bu absürt öneri, ‘Tek Adam, Çift Başkanlık’ modeliyle Türkiye’nin siyasi geleceğini nasıl şekillendirir? İroni dolu bir analizle, muhalefetin ‘atanmış’ kaderini keşfedin.
Siyasetin büyük satranç tahtasında bazen piyonların hareketi, kalelerin gürültüsü veya atların ani hamleleri gözümüzü alır. Oysa tecrübeli oyuncular bilir ki asıl oyun, rakibin taşlarını yönetme, hatta rakibin bir sonraki hamlesini ona fısıldama sanatında gizlidir. Bugün Türkiye siyasetine baktığımızda gördüğümüz dağınık ve birbirinden kopuk krizler yumağı, belki de göründüğü gibi bir kaos değil, titizlikle işlenmiş bir mühendislik projesinin parçalarıdır: Muhalefeti yeniden dizayn etme projesi.
Bu projenin üç sacayağı var: Kendi içinde boğulan bir ana muhalefet (CHP Kurultayı), seçmen iradesinin anlamsızlaştırıldığı bir zemin (Kayyum Atamaları) ve tüm bu hukuksuzlukları mümkün kılan bir kuralsızlık hali (Mutlak Butlan Krizi).
Projenin Laboratuvarı: CHP Kurultayı ve “Çözüm” Önerisi
Ana muhalefet partisi, adeta bir gladyatör arenasına dönen kurultay süreciyle meşgul. “Değişimciler” ve “gelenekçiler” arasındaki mücadele, medyada o kadar büyük bir yer kaplıyor ki, partinin enerjisi, tıpkı boşa akan bir musluk gibi, parti içi kanallarda heba olup gidiyor. Taraflar birbirini yıpratırken, dışarıdaki asıl oyunu kuranlar, muhtemelen keyifle süreci izliyor.
İşte bu noktada, tüm bu karmaşaya son verecek, ülkeye siyasi istikrar getirecek ve muhalefeti daha “öngörülebilir” kılacak dâhiyane bir çözüm aklıma geliyor. Neden bu kadar yoruluyoruz ki? Madem bu ülkede bir kişi aynı anda birden çok derneğin, vakfın başkanı olabiliyor; madem bir iş insanı onlarca şirketin yönetim kurulu başkanlığını aynı anda yürütebiliyor, o halde siyasi partiler için neden olmasın?
Önerim şudur: CHP’nin bir sonraki kurultayında, AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan da genel başkanlığa aday olmalıdır.
Bu fikre ilk karşı çıkacakların “değişimciler” olacağı aşikâr. Peki ya diğer kanat? Kemal Kılıçdaroğlu’na bağlılığını sürdüren “gelenekçi” kanadın, partinin tamamen “değişimcilerin” eline geçmesi tehlikesi karşısında, Sayın Erdoğan’ın adaylığını ehvenişer olarak görebileceğini dahi iddia edebiliriz. Ne de olsa bu hamle, partiyi “ele geçirmeye” çalışan iç rakipleri bloke etmenin en kesin yolu olabilir. Siyasetin cilvesi bu ya; bazen en büyük rakibiniz, en büyük iç hasmınıza karşı en iyi müttefikiniz olabilir.
Böyle bir hamle, CHP içindeki tüm kavgaları bir anda bitirir. Parti içi hizipleşme son bulur, çünkü tek ve tartışılmaz bir liderlik profili ortaya çıkar. Böylece CHP, enerjisini iç çekişmelere değil, iktidarın belirlediği “milli hedeflere” daha uyumlu bir şekilde kanalize edebilir. Ana muhalefet partisi, iktidarın sadık ama göstermelik bir eleştirmeni rolünü üstlenerek, demokrasinin tüm kurumlarıyla “mükemmel bir uyum” içinde çalıştığı görüntüsünü pekiştirir.
Bu “milli mutabakat” projesine en büyük desteğin MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’den geleceğinden hiç şüphem yok. Kendisi, “devletin bekası” ve “siyasi istikrar” adına bu tarihi birleşmenin ne kadar elzem olduğunu, keskin ve bilge üslubuyla kamuoyuna anlatacaktır. Böylece “Tek Adam, Çift Başkanlık” modeliyle Türkiye, siyasi tarihinde yeni bir çığır açabilir.
Dizaynın Provaları: Kayyum ve Butlan
Bu önerimin “imkânsız” olduğunu düşünenler, son yıllardaki diğer hamleleri gözden kaçırıyor demektir. Kayyum atamaları, bu projenin en başarılı provalarından biridir. Eğer bir şehirde yüz binlerce seçmenin iradesi, “kamu yararı” veya “güvenlik” gibi gerekçelerle bir kenara itilip, o şehrin yönetimi tek bir imzayla bir memura devredilebiliyorsa, bir partinin delegelerinin iradesi neden “siyasi istikrar” adına yönlendirilmesin? Kayyumlar, bize iradenin ne kadar esnek ve yönetilebilir bir kavram olduğunu zaten göstermedi mi?
Bu büyük dizayn projesinin hukuki altyapısını ise Yargıtay’ın “mutlak butlan” çıkışı sağlıyor. Anayasa’nın en tepesine yerleştirilmiş, kararları herkesi bağlayan Anayasa Mahkemesi’nin kararını dahi “yok hükmünde” sayabilen bir yargı düzeni inşa edildiğinde, bir partinin tüzüğü, delege seçimleri veya kurultay kararları kimin umurunda olur? Hukukun en tepesi ilga edilebiliyorsa, geri kalan her şey teferruattır. Bu durum, iktidara sadece muhalif belediyeleri değil, bizzat muhalefetin kendisini “kayyum zihniyetiyle” yönetme imkânı sunan altın bir anahtardır.
Sonuç: Atanmış Muhalefete Doğru
Gördüğünüz gibi, bu üç olay birbirinden bağımsız değil, aksine birbirini besleyen ve tamamlayan adımlardır. Biri, muhalefeti içten çürütür; diğeri, iradeyi yok saymanın normalleşmesini sağlar; üçüncüsü ise tüm bu süreci mümkün kılan hukuksuzluk zeminini döşer.
İktidar, sadece devleti yönetmekle kalmıyor, aynı zamanda kendisine karşı yarışacak rakibini de şekillendirmek istiyor. Güçlü, alternatif üreten, halkı mobilize edebilen bir muhalefet yerine; kontrol edilebilir, hamleleri önceden kestirilebilir ve nihayetinde kendi projesine hizmet eden bir “muhalefet” arzuluyor.
Bu nedenle, “Tek Adam, Çift Başkanlık” önerim, bir ironi olmanın ötesinde, bu gidişatın varabileceği nihai ve mantıksal sonu işaret ediyor. Belki de asıl soru, CHP’nin bir sonraki genel başkanının kim olacağı değil, ana muhalefet partisinin bir sonraki “yönetim kurulu başkanının” kim tarafından atanacağıdır. Satranç tahtasındaki oyun devam ediyor, izlemeye devam edelim