Geçtiğimiz hafta salgın dolayısıyla oluşturulan Bilim Kurulu’nun üyelerinden birisi “Sosyal medyadan bana yazıyorlar ‘Niye şöyle yapmadınız? Neden böyle karar aldınız?’ gibi ama bizim böyle bir yetkimiz yok. Bilim Kurulu olarak biz karar alamıyoruz.” şeklindeki açıklaması basında çıktı. Bunun üzerine çok tartışma yapıldı. Çok hızlı değişen gündem içinde büyük bir hızla da yerini başka tartışmalara bıraktı.
Bilim Kurulu üyesinin söyledikleri çok önemli bir noktaya işaret ediyor. Doğru olmasına doğru ama aynı zamanda da çok can yakıcı.
Can yakıcı çünkü Türkiye’nin en büyük problemlerinden birisi. İsimlerinin önünde büyük gayretlerle elde edilmiş unvanları yüksek olsa da davranışları, yaptıkları veya özellikle yapmadıkları ile tarihe geçiyorlar. Tarih onlar için “Ne yazık ki yapması gerekeni çeşitli sebeplerle yapamadılar, yapmaması gerekenleri de yaptılar.” diye yazacak.
Yakın geçmişte bunun benzerlerini yaşadık…
Tıpkı PKK açılımı sürecinde bazı STK’ların yaptıkları ve/veya yapmadıkları da böyle bir şeydi… Bugün yaşı yüzü geçen STK’nın temsilcileri, bize de böyle davranmışlardı şeklinde, bölücülere hak verircesine, Türk devletini şikâyet etmişlerdi. Şikâyet yetmemiş, bunu yayın organları aracılığı ile camialarına ilan da etmişlerdi. O camianın da büyük oranda bunu görmezden gelmesi de böyle bir şeydi…
Cumhuriyetle yaşıt veya artık orta yaşı geçmiş siyasi partilerde de benzeri oldu. Onların da yapmadıkları yahut yaptıkları tarihi etkiledi. Yapmadıklarının bir kısmını yapsalar ya da yaptıklarının bir kısmını yapmasalar tarih başka türlü tezahür edebilirdi.
Bütün bu yaşananlar tarihe geçti. Bugün yaşadıklarımız da tıpkı onlar gibi tarihe geçecek…
Sistem meselesi
Sağlık teşkilatı canla başla salgınla mücadele etmeye çalışıyor. Ancak Kurul üyesinin sözleri buzdağının görünmeyen kısımlarına işaret etmekte.
Mesela Ankara ve İstanbul Belediye başkanlarının günlük açıklanan sayılar eksik, sadece Ankara ve İstanbul’da bile ölüm sayısı bu kadar mealindeki açıklamalarından sonra günlük salgın istatistiklerinin değişmesi soru işaretlerini artırıyor. Ama bunu ve salgınla mücadele kısmını bir yana bırakarak baktığımızda da farklı bir husus daha öne çıkıyor.
Kurul üyesinin söyledikleri lafzen doğru, karar alma yetkileri yok. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) bunu gerektiriyor.
Bilim Kurulu ihtiyaç üzerine oluşturulmuş bir kurul. Karar alma hususunda sadece ihtiyaç ortadan kalkınca dağılacak Bilim Kurulu mu yetkisiz? Hayır. Devlet teşkilatı içinde kanunlarla kurulmuş bütün kurullar, başkanlıklar ve bakanlıkların da karar alma artık yetkisi yok. Millî Güvenlik Kurulu, Genelkurmay, MİT, Diyanet İşleri Başkanlığı… Hepsi dâhil.
CHS’ye geçerken 21 Haziran 2018’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TV’lerde naklen yayınlanan söyleşideki “Cumhurbaşkanının öncelikleri doğrultusunda projeleri geliştirecekler… Bir ortak akıl cumhurbaşkanına bağlı olarak çalışıyor, yapılacak olan bu. 3-5-7 kişiden oluşan bu kurullar üretimler yapacaklar, üretimlerini de cumhurbaşkanına takdim edecekler. Yeni dönemde çözüm üreten devlet, sorun çözen devlet, anlayışı ile çalışmalarımızı sürdüreceğiz yeni sistemle bürokrasiyi azaltacağız. Daha hızlı karar alacağız. Patenti bana aittir, bunun için çok eleştiri almışımdır. Bir anonim şirket gibi devleti yönetme kabiliyeti demişimdir.” ifadeleri arşivlerde duruyor.
9 Temmuz 2018’den itibaren Cumhurbaşkanının tek başına hükümet etme yetkisi hayata geçti. İlk Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile de yeni hükümet yapısı ortaya kondu. Buna göre yürütme yetkisini kullanacak CHS içinde tek karar merci Cumhurbaşkanı olarak ortaya çıktı.
Sistemin mimarisi öznel olarak bir kişiye hem de yaşayan bir kişiye göre kurgulanarak inşa edildi. Bu da devamlılığı sıkıntıya sokmakta. Belki de veraset yoluyla intikal de daha kolay sağlanabilir, kim bilir?
CHS ve Türk Milletinin genetiği
Türk Milletinin binlerce yıllık devlet geleneği terk edilerek ne olduğu tam olarak anlaşılamayan bir tek adam sistemine geçildi. Bu milletin günlük hayatını sıkıntıya sokuyor. Ancak bu sıkıntıyı artıran ve fakat fark edilmeyen bir husus daha var. CHS, Türk Milletinin binlerce yıldan beri tecrübe ederek sosyal DNA’ları hâline gelmiş olan duyguları ile de çatışıyor. Milletin devletiyle arasında koparılamaz durumdaki bağları ile şirket devlet anlayışı uyuşmazlığı yaşanıyor. Tıpkı bir hastaya kan verilirken, verilen kanın vücut ısısından daha düşük sıcaklıkta olması gibi. Bu durumda hasta müdahale edilmediği takdirde şoka girer. Uzarsa hasta kaybedilebilir. Buna bir örnek üzerinden bakalım.
Uzun zamandan beri devasa dış problemler bizi meşgul etmekte. Son dönemde mütemadiyen en üst düzeyde beka tehlikesinden bahsediliyor. Son birkaç aydır da her gün savaş tehlikesiyle ilgili açıklamalar yapılıyor. Bütün TV kanallarında bu hususta tartışma programları seyrediliyor. Hoş, kadrolu tartışmacılardan artık gına geldi ama tehlikenin varlığını ortadan kaldırmıyor ya.
Böyle bir durumda Türk Milletinin gözü kulağı, Cumhurbaşkanının başkanlığındaki Millî Güvenlik Kurulunda olurdu. Devletin güven veren yapısı orada ortaya çıkardı.
Yapıyı incelerken karşımıza çıkan ayrıntılarda sistemdeki değişim görülüyor. Öncelikle MGK’nın yapısı Anayasa’da hükme bağlı. Kurul üyeleri de orada belirlenmiş. Bakanların yanında Kuvvet Komutanlıkları da üye. Ancak MGK Genel Sekreterliğinin teşkilat yapısını belirleyen 6 numaralı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde, gündem teklifleri verebilecek kurul üyeleri içinde isimleri geçmiyor. Yani hem üyeler hem değiller gibi bir durum söz konusu.
Ve tek adam yapısı orada, “Devletin Millî Güvenlik Siyaseti: Millî güvenliğin sağlanması ve millî hedeflere ulaşılması amacı ile Millî Güvenlik Kurulunun belirlediği görüşler dâhilinde, Cumhurbaşkanı tarafından tespit edilen iç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan siyaseti… ifade eder.” tanımında kendini net olarak gösteriyor.
Örneklerinden de görüleceği üzere Bilim Kurulu üyesinin birkaç cümlelik açıklamasında Türkiye’nin büyük açmazı gizli. Bu sistemden vazgeçilmediği takdirde sıkıntıların artarak devam etmesi kaçınılmaz olacaktır.