Rıza Tahir Yel
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Gerilim Hattı: İran-İsrail Çatışmasının Derin Tarihsel Kökleri ve Zafer Partisi’nin Perspektifinden Değerlendirme

Gerilim Hattı: İran-İsrail Çatışmasının Derin Tarihsel Kökleri ve Zafer Partisi’nin Perspektifinden Değerlendirme

0
Paylaş

Zafer Partisi ve lideri Ümit Özdağ’ın perspektifi dikkat çekicidir. Parti, özellikle milli egemenlik, sınır güvenliği ve Türk milletinin çıkarlarını önceleyen dış politika yaklaşımıyla bilinir. İran-İsrail savaşında da Zafer Partisi, Türkiye’nin bu çatışmadan uzak durması, sınırlarını ve hava sahasını bu tür vekil savaşlara kapatması gerektiğini savunmaktadır.

Gerilim Hattı: İran-İsrail Çatışmasının Derin Tarihsel Kökleri

Ortadoğu’nun her köşesini saran ve küresel denklemleri altüst eden İran-İsrail gerilimi, son zamanlarda manşetlerden düşmese de, aslında onlarca yıla yayılan, derin tarihsel kökenlere sahip bir stratejik rekabetin ürünüdür. Bu iki bölgesel gücün mevcut çatışmasını anlamak için, Soğuk Savaş yıllarından günümüze uzanan karmaşık ilişkiler yumağını çözmek, ortak çıkarlardan şiddetli düşmanlığa evrilen bu paradoksal dönüşümü irdelemek gerekmektedir.

Altın Çağ: İran ve İsrail İlişkilerinin Başlangıcı (1948-1979)

Bugün pek çokları için şaşırtıcı gelse de, 1979 İran İslam Devrimi öncesinde İran ile İsrail arasında sıcak ve işbirliğine dayalı bir ilişki mevcuttu. İsrail’in 1948’de kuruluşunun ardından, Orta Doğu’daki Arap milliyetçiliğinin yükselişi hem İsrail hem de İran’ı (Şah Pehlevi yönetimi altında) ortak bir tehdit algısına sürükledi. Her iki ülke de, özellikle Cemal Abdünnasır’ın liderliğindeki Mısır’ın bölgedeki etkisi karşısında kendilerini yalnız hissediyordu.

Bu dönemde İsrail, “Çevre Teorisi” adı verilen bir dış politika stratejisi benimsedi. Bu stratejiye göre, Arap dünyasının dışında kalan ve benzer jeopolitik endişelere sahip Türkiye, Etiyopya ve elbette İran gibi ülkelerle ittifaklar kurularak Arap abluka kırılacaktı. İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi de İsrail’i, hem Sovyetler Birliği’nin güneye yayılma emellerine karşı bir denge unsuru olarak, hem de bölgedeki Batı yanlısı duruşunun bir parçası olarak görüyordu.

Bu dönemde iki ülke arasında askeri, istihbarat ve ekonomik alanlarda yoğun işbirliği yaşandı. İsrail, İran’a askeri danışmanlık ve silah satışları sağlarken, İran da İsrail’e başta petrol olmak üzere stratejik kaynaklar temin etti. İstihbarat servisleri MOSSAD ve SAVAK (İran’ın gizli servisi) arasında yakın bir işbirliği vardı. Hatta İsrail’den İran’a gizli yollarla Yahudi göçmenlerin getirilmesi gibi hassas konular bile bu dönemin işbirliği ruhunu yansıtıyordu. Bu, Ortadoğu’nun modern tarihinde eşine az rastlanır bir “balayı” dönemiydi.

Dönüm Noktası: İslam Devrimi ve Paradigma Değişimi (1979)

1979 İran İslam Devrimi, sadece İran’ın iç siyasetini değil, aynı zamanda Ortadoğu’nun jeopolitik dengesini de kökten değiştirdi. Ayetullah Humeyni liderliğindeki devrim, İsrail’i “gayrimeşru Siyonist rejim” olarak tanımlayarak, Filistin davasını İslam dünyasının merkezine yerleştirdi. Şah döneminin Batı yanlısı politikaları terk edilerek, İsrail’e karşı “İslami uyanış” ve “cihat” retoriği benimsendi.

Bu ani U dönüşü, İsrail için büyük bir şok oldu. Bölgedeki en önemli stratejik ortaklarından birini kaybetmekle kalmadılar, aynı zamanda yeni bir ve ideolojik olarak düşmanca bir güçle karşı karşıya kaldılar. İran, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve sonrasında Hamas ve Hizbullah gibi gruplara açık destek vermeye başladı. Bu destek, İsrail’in güvenliği için ciddi bir tehdit olarak algılandı.

Vekalet Savaşları ve Nükleer Endişeler (1980’lerden Günümüze)

İran-İsrail çatışması, 1980’lerden itibaren doğrudan bir savaştan ziyade, genellikle vekalet savaşları ve dolaylı çatışmalar şeklinde tezahür etti. Lübnan’daki Hizbullah, Gazze’deki Hamas ve İslami Cihad gibi İran destekli gruplar, İsrail’e karşı füze saldırıları ve diğer militan faaliyetler yürütürken, İsrail de bu gruplara karşı askeri operasyonlar düzenledi. Suriye’deki iç savaş, İran’ın bölgedeki nüfuzunu artırma ve İsrail sınırına yakın yerlerde askeri varlık oluşturma çabalarını hızlandırdı. Bu durum, İsrail’in Suriye topraklarındaki İran hedeflerine yönelik sık sık hava saldırıları düzenlemesine neden oldu.

İran’ın nükleer programı, bu çatışmanın en kritik boyutlarından biri haline geldi. İsrail, İran’ın nükleer silah elde etme potansiyelini “varoluşsal bir tehdit” olarak görüyor ve bu konuda her türlü askeri seçeneğin masada olduğunu açıkça belirtiyor. İran ise nükleer programının barışçıl amaçlı olduğunu savunuyor. Bu karşılıklı şüphe ve korku, uluslararası camianın da dikkatini çekerek, diplomatik girişimlere ve yaptırımlara yol açtı. Ancak İsrail, uluslararası anlaşmaların İran’ı durdurmak için yeterli olmadığına inanıyor.

Siber saldırılar, suikastlar ve sabotaj eylemleri de iki ülke arasındaki “gölge savaşın” önemli araçları haline geldi. İranlı nükleer bilim adamlarına yönelik suikastlar ve İran’ın nükleer tesislerine yönelik siber saldırılar genellikle İsrail’e atfedilirken, İran da İsrail’e yönelik siber saldırılar ve bölgedeki hedeflere yönelik operasyonlar düzenlediği iddia ediliyor.

Geleceğe Yönelik Tehditler ve Bölgesel Dinamikler

Günümüzde İran-İsrail çatışması, Ortadoğu’daki diğer bölgesel dinamiklerle iç içe geçmiş durumda. Bir yandan, İsrail’in bazı Arap ülkeleriyle (Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas gibi) normalleşme anlaşmaları imzalaması (İbrahim Anlaşmaları), İran’a karşı bir bölgesel cephe oluşturma çabasının bir parçası olarak yorumlanıyor. Öte yandan, Yemen’deki Husiler gibi İran destekli grupların Kızıldeniz’deki ticari gemilere yönelik saldırıları, bölgesel ve küresel güvenliği tehdit ederek gerilimi daha da tırmandırıyor.

Gazze’deki son çatışmalar, bu kadim düşmanlığın yeni bir boyutunu gözler önüne serdi. Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırıları ve İsrail’in Gazze’ye yönelik operasyonları, İran’ın bölgedeki direniş eksenini güçlendirme çabalarını daha da belirginleştirdi.

Sonuç olarak, İran ile İsrail arasındaki çatışma, sadece iki devlet arasındaki bir rekabetten ibaret değildir. Bu, farklı ideolojilerin, jeopolitik çıkarların ve tarihsel travmaların bir araya geldiği, karmaşık ve çok katmanlı bir güç mücadelesidir. Soğuk Savaş’ın “çevre teorisi”nden bugünün “direniş eksenine” uzanan bu yolculuk, Ortadoğu’nun geleceği üzerinde derin etkileri olan, tırmanma potansiyeli yüksek bir gerilim hattıdır. Bu çatışmanın barışçıl bir çözüme kavuşması, uluslararası toplumun ortak çabasını ve her iki tarafın da güvenlik endişelerinin dikkate alınmasını gerektirecek, meşakkatli bir süreç olacaktır. Ancak yakın zamanda bu gerilimin düşeceğine dair güçlü işaretler bulunmamaktadır, bu da Ortadoğu’nun geleceğinin bu iki ülkenin stratejik hamlelerine bağlı olduğunu göstermektedir.

Türkiye’nin Konumu ve Zafer Partisi’nin Perspektifinden Değerlendirme

Türkiye, İran ile İsrail arasında derinleşen bu savaşın merkezine en yakın ülkelerden biridir. Hem NATO üyesi olarak Batı bloğu ile ittifakı hem de İran’la olan uzun tarihi, kültürel ve coğrafi bağları, Ankara’nın denge siyaseti yürütmesini zorunlu kılmaktadır. Özellikle Irak ve Suriye’de İran destekli milis unsurlar ile İsrail saldırılarının Türkiye sınırına kadar yaklaşması, güvenlik açısından ciddi bir tehdit algısı yaratmaktadır.

Türkiye’nin bu krizde tarafsız kalması, ancak etkili bir arabuluculuk rolü üstlenmesi mümkün olabilir. Bölgesel istikrarın korunması ve enerji güvenliğinin sağlanması açısından Türkiye’nin, bu çatışmayı önleyici diplomasiye ağırlık vermesi elzemdir. Aynı zamanda, Filistin meselesine olan geleneksel duyarlılık da kamuoyunun politikaya olan tepkisinde belirleyici bir faktördür.

Bu noktada Zafer Partisi ve lideri Ümit Özdağ’ın perspektifi dikkat çekicidir. Parti, özellikle milli egemenlik, sınır güvenliği ve Türk milletinin çıkarlarını önceleyen dış politika yaklaşımıyla bilinir. İran-İsrail savaşında da Zafer Partisi, Türkiye’nin bu çatışmadan uzak durması, sınırlarını ve hava sahasını bu tür vekil savaşlara kapatması gerektiğini savunmaktadır.

Zafer Partisi’nin önerdiği “Demir Güvercin Projesi”, tam da bu tür kriz anlarında gündeme gelmelidir. Proje, Türkiye’nin askeri caydırıcılığını artırırken aynı zamanda barışçıl bir diplomasi vizyonunu temsil etmektedir. İsrail-İran gerilimi gibi bölgesel krizlerde Türkiye’nin bağımsız, etkili ve milli bir duruş sergilemesi gerektiğini savunan Zafer Partisi, hem Batı’nın çıkar oyunlarına hem de İran’ın yayılmacı politikalarına karşı dikkatli olunması gerektiğini vurgular.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!