Ömer Kavur’un zamanı, filmleri çektiği yıllar ile örtüşmüyordu. O zamanlar onun sineması ulusal ve uluslararası sinema ödüllerine layık görülse de toplumun çoğunluğu tarafından “anlaşılmaz” ya da “yavaş” bulunuyordu. Bir bakıma zamanının ötesinde bir yönetmendi. Oysa şimdi zamanın onun yapıtlarının lehine çalıştığını görüyoruz. Çünkü biz hızlandıkça, filmlerindeki yavaşlık anlam kazandı. Biz gürültüye boğuldukça, sessizliği daha çok duyulur oldu. Biz kalabalıklaştıkça, yalnızlığı daha çok anladık.
Sabahın köründe cep telefonumun ekranından memleket haberlerini okumaya çalıştım, olmadı. Gözüm ekrana değil de içimde biriken uğultuya takıldı. Her yerde aynı cümle: kriz, kutuplaşma, belirsizlik, öfke, yas… Sanki memlekette herkes aynı kâbusun farklı versiyonlarını görüyor. Uyanıyoruz ama aslında uyanamıyoruz. Kendimizi açıklamaya çalışıyoruz ama cümleler yetersiz. Bir yerlerde bir şeyler kırıldı, ama kimse neyin düştüğünü duymadı.
İşte böyle bir günde, içimde belirsiz bir itkiyle Ömer Kavur’un filmlerini düşünmeye başladım. O hep puslu, sessiz, içe bakan, ıssız sinemayı. Kalabalığın ortasında bir tren garı sessizliği gibi. Kendini unutan insanların, bir valiz gibi terk edildiği otel odaları gibi. Bugün bu kaosun içinde, geçmişten bana bakan o yüzleri, o suskun insanları düşündüm. Yusuf Atılgan’ın yarattığı sevimsiz karakter Zebercet’i, kendini arayan yönetmeni, peşinden gidilen o gizli kadını…
Ve fark ettim ki, Ömer Kavur’un filmlerindeki zaman aslında hiç geçmedi, ve bir köstebek tüneli gibi helezonik bir devinimle sürüp gidiyor.
***
Zebercet’in Aynasında Biz
Anayurt Oteli (1986), bir taşra otelinde, sevimsiz bir adamın ruhuyla birlikte çürüyen zamanın hikâyesi. Zebercet’in saplantılı bekleyişi, aslında hepimizin içinde bir yerlere sinmiş. Bugünün Türkiye’sinde de herkes bir şeyleri bekliyor: Adaletin gelmesini, hayatın düzelmesini, huzurun bir gün kapıyı çalmasını. Ama gelmiyor. O kapı açılmıyor. Tıpkı Zebercet gibi, biz de o kapının önünde bekliyoruz, otelin duvarları üstümüze çökene dek.
Zebercet’in ruhsal çözülüşü, sadece bireysel bir çöküş değil; bastırılmış arzuların, toplumsal yalnızlığın ve varoluşsal boşluğun da resmi. Bugün insanlar birbirine dokunmadan yaşıyor, birbirine bakmadan konuşuyor. Bu toplumun tüm katmanları, birer “Anayurt Oteli”ne dönüştü. Herkes içindeki Zebercet’le baş başa kaldı.
Yönetmenin Yorgun Yolculuğu
Gece Yolculuğu (1987), bir film çekmek için Anadolu’yu dolaşan ama aslında kendi iç yolculuğuna çıkan bir yönetmenin hikâyesi. Bu filmde, Kavur doğrudan kendini anlatıyor. Ama bu bir itiraf değil; bir arayışın, bir boşlukla barışmanın filmidir. Yönetmen, sürekli yoldadır ama hep aynı yere gelir: içindeki boşluğa.
Bu yolculuk artık yalnızca sinemacıların değil, bu topraklarda yaşayan herkesin kaderine dönüşmüş durumda. “Bir film arıyorum” diyen yönetmenin sesi, bugün “Bir anlam arıyorum” diyen bir toplumun iç sesine karışıyor. Bozkırdan geçen o tren, sadece raylardan değil, zamanın içinden de geçiyor. Durmuyor, duramıyor. Çünkü durursa, yüzleşmek gerekecek. Ve yüzleşmek, hep ertelenen bir felaket gibi.
Gece Yolculuğu, zamanın döngüselliğini değil; tekrar eden çıkmazlarını anlatıyor Yönetmenin yolculuğu, aynı mekânlara dönse de aynı adam olarak sürmez. Her dönüş biraz daha eksilerek olur. Tıpkı ülkemizde her neslin, bir öncekinden daha fazla yükle yola çıkması gibi.
Gizli Yüz ve Kaybolmuş Hafıza
Gizli Yüz (1991), bir kadınla bir erkeğin karşılaşması kadar, belleğin karanlığıyla da ilgili bir anlatı. Kim olduğumuzu unuttuğumuz bir ülkede, kimliğimizin silik suretleriyle konuşmaya çalışır bu film. Kadın her yerde ama hiçbir yerdedir. Yüz tanıdık ama ulaşılmazdır. Tıpkı bir zamanlar inandığımız şeyler gibi.
Ömer Kavur, Gizli Yüz’de hem arayan hem kaçan karakterler yaratır. Hepimiz o karakterlerin kırık aynalarındaki yansımalarıyız artık. Belleğimizin boşluklarını doldurmak için hayal kurmakla meşgulüz, ama rüyalarımız bile sansürlenmiş. Yüzler silik, hikâyeler yarım, bakışlar kayıp.
Bugün Türkiye’de, yüzünü arayan bir toplumun orta yerindeyiz. Hafızamız tahrip olmuş; neyi, neden yaşadığımızı bile hatırlamakta zorlanıyoruz. Bu yüzden Kavur’un filmleri, birer terapi seansı gibi çalışıyor. Karanlık bir salonda, kendi içimize baktırıyor. Ve şunu soruyor: “Bu yüz kimin?”
Ömer Kavur, sinemanın sadece bir sanat değil, bir tür içsel ikamet olduğuna inananlardandı. Onun için sinema, insanın kendine dönmesinin en zarif yoluydu. Bugün bu zarafeti kaybettik. Hikâyeler hızlı, karakterler sığ, yüzler maskeli. Herkes bağırıyor ama kimse duymuyor. Çünkü artık kimse susmuyor. Kavur ise susmanın sinemasını yapıyordu. Ve bu yüzden hâlâ çok şey söylüyor.
Filmleri, büyük anlatılardan çok, içsel monologlara benzer. Kavur, karakterlerinin ne yaptığını değil ne hissettiğini anlatır. Ne kadar eksik olduklarını ne kadar yalnız ve ne kadar umutsuz… Ama bu umutsuzluk, bir çağrı gibidir: Dur. Bak. Dinle. Belki bir yüz çıkar karanlıktan.
***
Ömer Kavur’un zamanı, filmleri çektiği yıllar ile örtüşmüyordu. O zamanlar onun sineması ulusal ve uluslararası sinema ödüllerine layık görülse de toplumun çoğunluğu tarafından “anlaşılmaz” ya da “yavaş” bulunuyordu. Bir bakıma zamanının ötesinde bir yönetmendi. Oysa şimdi zamanın onun yapıtlarının lehine çalıştığını görüyoruz. Çünkü biz hızlandıkça, filmlerindeki yavaşlık anlam kazandı. Biz gürültüye boğuldukça, sessizliği daha çok duyulur oldu. Biz kalabalıklaştıkça, yalnızlığı daha çok anladık.
Ve belki de bu yüzden, karanlık bastığında oturup kendimizi dinleyebilmek için onun filmlerini izlememiz gerekiyor, yeniden ya da ilk defa. Çünkü Ömer Kavur, kaybolanların, bekleyenlerin ve arayanların yönetmeni.
Ve ne yazık ki, biz, hiç olmadığı kadar kaybolmuş, bekleyen ve arayan bir toplumuz.
Ama yine de enseyi karartmamalıyız. Her gecenin bir sabahı elbette vardır.
Bu arada, hakkında bu kadar bahsettikten sonra sinemamıza farklı bir soluk getiren ve aramızdan 12 Mayıs 2005’te ayrılan Ömer Kavur’un filmlerinden birini bulup izlemek isterseniz, Anayurt Oteli, Gece Yolculuğu, Gizli Yüz dışında Yusuf ile Kenan (1979), Kırık Bir Aşk Hikâyesi (1981), Akrebin Yolculuğu (1997), Melekler Evi (2000) ve Karşılaşma (2002) filmlerini izlemenizi öneririm.
İyi Pazarlar…