İnsanlık; düşüncede ve yaşamında din gerçeğinden kopmamıştır.
ABD’deki Pew Araştırma Merkezi’nin Din ve Kamu Yaşamı Forumunca, 230 ülke ve bölgede yapılan anketler ve nüfus kaydı araştırmalarına göre hazırlanan 2010 Dünyanın En Önemli Dini Gruplarının Büyüklüğü ve Coğrafi Dağılımı adlı rapora göre; 2010 yılında 6,9 milyar olan nüfusun 10 kişiden 8’i bir dini grup içinde yer alıyor.
Hristiyanlar; 2,2 milyar (yüzde 32)
Müslümanlar; 1,6 milyar (yüzde 23)
Dinsizler; 1,1 milyar (yüzde 16.) Bu grupta Tanrı’ya ya da evrensel bir ruha inanan, ancak kendisini belirli herhangi bir dini grubun üyesi olarak tanımlamayan kişiler de yer alıyor.
Hindular 1 milyar (yüzde 15)
Budistler 500 milyon (yüzde 7)
Museviler; 14 milyon (yüzde 0,2)
Geleneksel dinler; Afrika, Amerika, Asya ve Avustralya’da 400 milyon kişi (yüzde 6).
Jainizm, Sihizm, Şintoizm, Taoizm, Tenrikyo ve Zerdüştlük; 58 milyon kişi (yüzde 1)
Din’i akımlar da Akılcı akımlar ve Pozitivist akımlar yanında; insanoğlunun düşünce dünyasını, yaşamını şekillendirmeye yönlendirmeye devam ediyor.
Akılcı akımlar; akılla kavrama anlama, bilme öğrenme ona göre yaşama temel düşüncesine sahipken, Pozitivist akımlar beş duyu ile algılananların gerçek olduğunu benimseyerek ona göre yaşamayı tercih eder.
Din’i akımlar ise; din’i kabulleri tartışmadan yani akıl ya da beş duyu ile sorgulamadan mutlak doğru kabul ederek düşünmeyi ve yaşamayı öngörmektedirler.
Din’i akımlar çıktıkları dönemlerde; aydınlatıcı yenilik içeren düşünce, bakış, yorum ve yaşayışını esas alan ilkeler getirmiştir. Ancak, din’ler; akıl ve beş duyunun gelişimine göre yorumlamayı kabul etmeyince, dogmalara dönüşmüş ve hiçbir gelişme ve ilerleme dinamiğine sahip olmayan, kapalı düşünce atmosferinde düşünen, yaşayan, kişilere tapan, ölülerden medet uman, zenginliğe, cinselliğe odaklanmış insanlar oluşturmuştur.
İdeolojik akımlar; vahyi reddetmenin getirdiği boşluğu dolduramama sorunu yaşamışlardır. Herşeyin akılla, beş duyu ile çözülemeyeceği gerçeğini kabul etmek istememişlerdir.
Pozitivistler ise; beş duyu bilgisini mutlak algı olarak kabul etmişler ancak beş duyunun yetersizliğini anladıkça aklın ve vahyin de önemli olduğunu ifade etmeye başlamışlardır.
Akılcı, pozitivist ve vahiyci/din akımlar; kendilerini mutlak doğru çizgi görünce, fasit daire içinde aynı şeyleri söylemeye, aynı kalıplarla düşünmeye saplanıp kalmışlardır.
Aklın da, beş duyunun da vahyin de gerçekte öngördüğü; merak, anlamak, bilmek, düşünmek, yorumlamak, sabit düşünmemek, sorgulamak olmasına rağmen, ideolojik akımlar ve din’i akımlar sorgulamaya şiddetle karşı çıkmaya devam etmektedirler.
Oysa; felsefi akımlar da, rasyonalistler de pozitivistler de, dinciler de benzer kavramlar, üzerinden öngörülerle, benzer vaatlerde bulunmaktadırlar.
Bu vaatler; insanların doğuştan eşit haklara sahip olduğunu, insana, doğaya, hayvanlara, bitkilere saygılı olmayı, kadın erkek eşitliğini, paylaşımı, adaletli olmayı, yardımlaşmayı, hoşgörüyü, bilimi, çalışmayı, üretmeyi, haksız yere insan katletmemeyi, öngörmektedirler.
Uygulama böyle midir? Hayır. Peki ama neden?
Sürüleşme-köleleşme; ayrıcalıklı kalmak isteyenlerce gerçekleştirilmektedir. Kendilerini diğer insanlardan farklı gören, algılayan, kendisine itaat edilmesini isteyen diğer insanları sürü-köle gören, bağlılarına-müritlerine de bunu telkin edenler, tarih boyunca hem Felsefi ideolojik akımlarda hem de Din’lerde vardır, var olmaya da devam etmektedir.
İnsanoğlu; akıl, beş duyu ve vahiy üçgeni içinde gidip gelmektedir.
Aklın da, beş duyunun da, vahyin de kendi alanlarında kabullenilmesi ve her birinin gerekliliğine ve gerçekliğine dayalı algının geliştirilmesi gerekir.
Çıkış noktası; her insanın, başkasını kendisinden üstün görmemesi, hizmetkarlığı, biat algısını tersyüz etmesi, nihayet sorgulama odaklı düşünmesi, yaşaması, haksızlıklara, hukuksuzluklara ve adaletsizliklere karşı mücadele etmesi ile mümkündür.
Günün Söz: İnsanın aydınlanması diğer insanları da aydınlatma sorumluluğunu getirir.