Devlet, vatandaşının mal, can, namus seyahat gibi özgürlüklerini ve emniyetini korumak için vardır.
TBMM’ne gönderilen sayın vekiller, Genel Başkanlarının değil milletin vekilleridir ve kendilerini seçen milletin haklarını korumak, onun mutluluğu, refahı ve her türlü korunup-kollanması için yasalar çıkarmakla yükümlü ve görevlidirler.
Eğer benim mal, can, namus, seyahat, eğitim, konut güvenliğimi devletim sağlayamıyorsa/sağlamıyorsa; benim bir durup düşünmem gerekiyor. Ben o zaman bu devlete hangi vatandaşlık bağı ile bağlı kalacağım diye!
Yine yüreğimiz yandı. Samsun’da başarılı ve yılın doktoru seçilen bir hekimimize kıydı bir cani.
O cani ki, tutuklanıp götürülürken de, kime ve kimlere güveniyorsa; “CANIM İSTEDİ VURDUM” diyebilmektedir.
Bu olay ve bu pervasız gerekçe, ülkeyi yönettiğini sananlar için bir züldür, utançtır, yüzkarasıdır.
Ona gelinceye kadar onlarca doktora, sağlık görevlisine ya kıyıldı ya da tacize uğradı. Öğretmenler sınıflarında, öğrencilerinin gözleri önünde tartaklandılar, tecavüze uğradılar ya da öldürüldüler
Pek çok polisimiz, askerimiz öldürülmekte.
Bütün bunlar ne hikmetse işin “FITRATINDAN” oluyor da, Allah hamd olsun bugüne kadar tek bir vekilimizin burnu dahi kanamamıştır. Onların FITRATINDA demek ki bu yok.
Yandın yurttaşım, yandın ki ne yandın!
Biz aldığımız eğitimde şunu öğrendik ki, vatandaşın mal, can, namus, seyahat güvenliği, konut dokunulmazlığı, mülk edinme, serbest ticaret yapma hakkı; DEVLETİN koruması ve güvencesi altındadır.
Devlet, vatandaşlarının bu temel haklarını korumakla görevli tek yetkilidir. Devlet bu işi yapamıyorsa; vatandaşlar bu işi kendileri yapmaya kalkarsa o ülkede KAOS ortamı oluşur ve DAĞ KANUNLARI ile TÖRE devreye girer. Bu ise, asla istenmeyecek bir durum ve ortamdır.
Devlet, doktorunu, öğretmenini, polisini, askerini, korucusunu, mühendisini, kadınını, çocuğunu şantiyesini, elektrik trafosunu koruyamaz hale getirilmiş görünmektedir.
Eğer durum bu olmasaydı; şehirler iş yerleri güvenlik kameraları, mobeselerle donatılır, ÖZEL GÜVENLİK diye bir yardımcı koruma ordusu oluşturulur muydu?
Demek ki devlet, ya bitmiş ya da bitme noktasına gelmiştir.
Bütün bu gerçekler ortada dururken; S. Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinin Suriye için, “Orada ki zalimliğe, zülme göz mü yumsaydık?” lafı hiçte inandırıcı gelmiyor bana.
Buna bizde, “Kelin merhemi olsa kendi başına sürer” sözünü hatırlatmakta ve “Kendi saçını tarayamayan, gelin başı taramaya kalkar” acı gerçeğini çağrıştırmaktadır.
Haksız mıyım?
Ey dünyaya ve komşularımıza lafla düzen vermeye kalkan hayal tacirleri, dönünde kendi ülkenizin haline bir bakın. Her gün cinayet, her gün çocuğa tecavüz, her gün rüşvet, her gün yolsuzluk gibi gayri ahlaki ve gayri İslami olaylar ülkenizin temel gündemini oluşturur iken sizlerin kalkıp, komşu ülkelerin işine karışarak; “Oradaki zulmlere, insan hakları ihlallerine göz mü yumsaydık” edebiyatı havada kalmaktadır, inandırıcı olmamaktadır.
Siz önce ülkenizde Güldünya’ların, Özgecan’ların, doktorların, korucuların, polislerin, öğretmenlerin, mühendislerin canını, çocukların, genç kızların ırzını koruyun yeter.
Ne olur: “Gölge etmeyin, başka ihsan istemeyiz”
Ne olur;” Canım istedi öldürdüm, canım çekti tecavüz ettim, macera olsun diye soydyum”lardan bu ülkeyi koruyunuz yeter.
Esen kalınız.
Nazım Peker
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı