Lütfü Şahsuvaroğlu
Lütfü Şahsuvaroğlu

Türkmen Meselesi

Silahlar Türkmenlere gitti gitmedi…

Türkiye Türkmenlere yardım yaptı yapmadı…

Hepsi muallakta…

Bizim dış politik manevralarda öyle salt soydaşlarımıza yardım etiketiyle davranma ezberimiz olamaz.

Türkmenlere yardım yapacaktık iddiaları iç politikaya dönük telaşlı söylemlerdir bence…

Türkmenlere yardım konusunda devletin madem ki sır dolu bir icraatı söz konusudur neden o zaman bu sır en basitbir eleştiri yahut iddialar karşısında hemen deşifre oldu?

Sır ise saklanmalı değil miydi?

Devlet halkına yalan söyleyebilir mi?

Bunu duyan başka uluslararası güçler ve/veya başka devletlerin istihbarat teşkilatları müthiş bir koz edinmiş olmazlar mı?

Bu kozu bile bile düşman cephesine vermek ve ülke yönetimlerinin her zaman halkına yalan söyleyebilecek bir vasfa sahip olduklarına dair kanaat oluşturmak hiç de millî bir duruş olmasa gerektir.

İki kutuplu soğuk savaş dönemlerinde Türkiye bazı iddialarını ve Osmanlı’dan tevarüs eden emanetlerini korumada ve dertlerine deva olmada ketum davranırdı. İkili görüşmeler, ziyaretler sırasında hatırlamalar vesaire…

Irak ziyareti sırasında Türkmenlerin dertlerini dinlemek ve fakat tam da sahip çıkamama refleksi vardı.

Neden?

İnönü gitti, Ecevit gitti, Demirel gitti, bazı Cumhurbaşkanlarımız gitti ve akabinde oradaki Türkmenler birazcık başlarını kaldırdılar hemen acımasız katliamlar yaşandı.

O yüzden ister istemez soydaşların kanı akmasın diye ketum davranmak ve fazla şaşaa ve tantana göstermemek zarureti vardı.

Şimdi hala bu alışkanlık varsa Türkiye’nin bölgesel irade ve inisiyatif ortaya koyma iddiasında bir sorun var demektir.

Hem büyük iddialarda bulunacaksınız hem de basit bir refleksten bile eski alışkanlıkla kaçınacaksınız.

Devlet sınır dışındaki Kürtleri koruyabilir ve veya böyle bir iddia ile sınır ötesi bir takım yaptırımları tetikleyebilir.

Devlet başkaca unsurları da takip edebilir ve haklarını gözetir.

Neden? En azından memleketimiz dahilinde vatandaşlarımızın soydaşlarıdırlar, dolayısıyla soydaşlarımızdırlar.

Böyle olunca Türkmenlerin haklarını takip etmek iki defa hak ve yetki verir. Elbette sorumluluk da…

Şimdi Suriye’den bize sığınan Araplar nasıl ki bize uluslararası camiada müthiş kozlar vermektedir; aralarında Türkmenlerin daha ziyadesiyle gözetilmesi kaçınılmaz bir devlet sorumluluğudur.

Türkiye’nin Türkmenlerden dolayı mahcup olacak, sıkıntıya düşecek bir zorluğu, ayıp tarafı yoktur.

Bugünden itibaren Türkmenleri destek babından Türkiye’nin elindeki kartları açık açık oynama cüreti ve stratejisi göstermesi ve bazı tedbirleri alması kaçınılmazdır.

Zaten bu son on yılda Türkmen coğrafyasında yeteri kadar zulüm ve yeteri kadar hak gaspı meydana geldi. Artık Türkiye’nin bundan daha fazla Türkmenleri görmezden gelmesinin ne iç politikayla ne de dış politikayla tevil edilmesi mümkün değildir.

Şer bildiğimizde hayır hayır bildiğimizde şer vardır.

Bu ilahi düstur, göç dalgası karşısındaki çaresizliğimiz ve kozlarımızın farkına vararak yeni stratejiler ortaya koymamız açısından iki taraflı bir gündemi oluşturmaktadır. 

Sayın Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı iken AB ile yapılan bir anlaşma elimizi kolumuzu bağlayacak bir potansiyeli taşımakla birlikte Türkiye’nin yeni kozlarını hatırlaması bakımından da yeni imkanlar sunmaktadır. 

İçerde tüccarlarımız açısından kolay vize anlaşması, Avrupa açısından ise göçmenlerin iadesi anlaşması olarak bilinen anlaşma ne yazık ki göç dalgasının daha başlangıcında imzalandı.

Elimizdeki büyük kozun farkına varamamışlığın ifadesiydi. İleriyi görememekti.

Avrupa görmüş ve sınırlarındaki tehlikeyi baştan bertaraf etmeye girişmişti.

Avrupa’ya giden göçmenlerin kaynak ülkeye iade edilmesi hükmünü içeriyordu anlaşma…

Böylece kendini emniyete alan Avrupa bu sefer deniz yoluyla gelenler hakkında yeni tedbirler geliştirmeye başladı.

Hatta gemilerin bombalanması, batırılması gündeme geldi.

Biz rahmetli Özal zamanında 500 bin Peşmerge’yi misafir ederken, aynı dönemde 1500 Peşmerge gemilerle

İtalya’ya vardığında denize dökülmüşlerdi.

Yine de İtalya Kürt hamisi oldu ve Türkiye Kürt düşmanı…

Yaptığımızı anlatamadık bile…

Kilis’te Suriyeli göçmenlerin sayısı elli bin iken kurulan kampı gezmiş ve yetkililere seslenmiştik.

Bu akın iki milyonu aşabilir diye…

Onları misafir etmek ayrı, böyle bir olgu ile yeni stratejiler üretmek ayrı.

Devlet adamlarına düşen her ikisini birden yapabilme becerisidir. Türkiye maalesef Ensar ve Muhacirin ezberleriyle bu göç dalgasından stratejik bir üstünlük ve batıya karşı yeni kozlarının bilincinde yeni oturumlar gerçekleştiremedi…

Şüphesiz sadece Türkmenleri eğil, Arapları, Kürtleri, Yezidileri bütün insanları sırf insan oldukları için merhametle bağrımıza basmak kadim geleneğimizdir.

Fakat eğer Batının bu mevzuda bir strateji ve taktik zincirine muhatap isek neden enayi rolü üstlenelim ki?..

Enayi adam olur da enayi devlet olur mu?

Daha elli bin iken göçmen sayısı şöyle bir tez ortaya atmıştık:

Kampı Kilis’e değil de Edirne’ye yapalım ve her gece üç beş bin göçmen Avrupa’ya geçsin…

Sonra İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yenilenmesi gerektiği taleplerini dünya kamuoyu ile paylaşalım ve İstanbul’da bir kongre toplayalım.

İnsan hakları evrensel beyannamesi maddeleri yenilenmelidir diyerek iki madde ilave edelim:

1. Küreselleşme kaçınılmazdır. Bilgi ve para serbest dolaşmaktadır.

2. Bilgi ve para kimin için? İnsan için… İnsan niye serbest dolaşamamaktadır? İnsanın seyahat özgürlüğü önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.

Sonra da sınırları açmak ve doğu ile batı arasında sadece enerji köprüsü olmak değil insanlık köprüsü olmak vazifesini de deruhte edelim.

O büyük göçü hissedince Batı, beş yüz yıllık korkusu etrafında yeni güvenlik şemsiyesi ve tehdit algılaması devresine girecektir.

Ta Nostradamus’tan beridir bu korku:

Üç milyon kara adam doğudan ve güneyden Avrupa’yı istila edecek.

Avrupa’nın bütün korkusu bu minvaldedir. O yüzden Avrupa Konseyi!nde birinci tehdit olarak terör değil ‘immigration’ yani göçmen sorunu karar altına alınmıştır.

Böyle bir tehdidi hisseden Avrupa karşısında gerçek bir kozumuz olacak. İşte o zaman AB üyelik müzakereleri

layık-ı veçhile görüşülmeye devam eder. Sahte uyum politikaları değil gerçek bir uyum ve üyelik projesi…

Bu minvalde Türkmen meselesi şimdi elimize daha özel bir koz bahşetmiştir.

Türkiye gerek Irak’ta gerekse Suriye’de Türkmen varlığının ve hatta kültür coğrafyasının ihyası için yaptırımlara girişmelidir.

Bunu hem ABD, İsrail ve İngiltere üçgeninde hem AB ölçeğinde hem de kuzey komşumuz ve Avrasya müttefikimiz Rusya temelinde yeni gündem maddesi olarak dış politikamızın mihverine oturtmalıdır. Ayrıca komşularımızla daha açık ve gerçekçi oturumlar böylece gerçekleşebilir.

Türkmen meselinde Suriye ve Irak nezdinde kesin ve şiddetli arka-planı olan bir yaptırımlar programı hazırlanmalıdır. Bu program maddelerinin bazıları açık edilmeli, ucu gösterilmeli, bazıları ise an be an bizzat hayata geçirilmelidir. Bir zaman yönetimi sanatı içinde…

Yeni hükümet tartışmaları muvacehesinde tarafların bu acil konuyu dış politikamızın bu mihver meselesini iyi özümsemesi ve masaya yatırması gerekmektedir.

Yoksa koalisyon olmuş, tek parti olmuş ne fark eder?

Kendi meselesinin farkına varmayan toplumlar, kendi meselesini bilen toplumların inisiyatifi dahilinde elini kolunu oynatabilirler…

Bu ayıp da bize yeter…

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!