“Herkesin bir Ali’si var durur içerisinde” deseydim kimse itiraz etmeyecekti.
Geçenlerde “Herkesin Bir Muaviyesi Var Durur İçerisinde” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Bazı hassas okuyucularım “senden bunu beklemezdik” faslından yorumlar yazdılar.
Sahabiye dil uzattığımı düşünenler de vardı.
Tekrar tekrar yazımı okudum, sahabiye bir saygısızlık yapmamıştım.
Nedense bir alınganlık, aşırı bir duyarlılık ‘efradını cami, ağyarına mani’ ilkesinin doğru dürüst idrakine imkân vermiyordu.
Yazıda anlatmak istediğim teorik ile pratik arasındaki münasebet ve hangisinin önceliği olması gerektiği yolunda bir yaklaşım arayışının gerekliliği idi.
Muaviye kavramı ile anlatmak istediğim devletin yaşaması prensibinin öncelliği idi.
İnsan zaman zaman teoriyi arka plana itip devletin yaşaması için kol kırılır yen içinde diyebiliyor, zaman zaman devletin de araç olduğunu unutup her şeyin üstünde bir mevkie yerleştirebiliyor onu…
O zaman da güzel ahlakı tamamlama prensibi göz ardı edilebiliyor, araç ile amaç karışabiliyor.
Bu tehlikeye dikkat çekmek istedim.
Yoksa sahabiye hürmet, bütün ehli sünnet için vazgeçilmez ve devredilmez davranış kodumuzdur.
Ama en başta da söylediğim gibi “Herkesin Bir Ali’si Var Durur İçerisinde” deseydim muhtemelen ona kimse itiraz etmeyecekti.
Orada ne demek istedim? Aslında her Müslümanın içinde bir Ali vardır zaten. Zaman zaman şehadet şerbeti içmeyi göze alarak hakikat güneşinin perdelenmesine müsaade etmez. Zalimin karşısında susmaz. Teoriyi –Efendimiz gibi: “Bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz davamdan dönmem” diyerek hiçbir makamı davasından üstün görmez- asla ihmal etmez ve ilkesizliğe duçar olmaz.
Elbette inanmış her Müslümanın içinde Ali vardır.
Bir takım entelektüel Batılılar, “içimde bir Cizvit papazı ile Hıristiyan derviş kavga edip dururlar” derlerken aslında kendi kültürel kodlarının izini sürmek ve inanç temelleri üzerinde bir vicdan muhasebesi yapmak çabasında olmuşlardır.
Kötü mü?
İslâm tarihindeki kimi kavgaların arka-planını günümüz problemleri etrafında mülahaza etmek sahabiye niçin hakaret olsun ki?
Biz hepsinin ayağının tozuyuz.
Elhamdülillah…
Ama itiraf edelim ki: “içimizde zaman zaman Ali ile Muaviye, kendi zeminlerini genişletmek için mücadele edip durmuyorlar mı”?
Hatta Ebubekir Sıddik… Öyle ya sadakat, merhamet, ehliyet, liyakat, fedakârlık, cesaret, bilgelik, kanaatkârlık, samimiyet, mesuliyet, vefakârlık, hürmet, hikmet ve aşk bizim fazilet burçlarımız değil mi?
İçimizde zaman zaman Hazreti Ebubekir’in sadakat vasfı baskın bir vasıf olamaz mı?
Niçin olmasın?
Dolayısıyla sevgili dostlar, hassasiyetinizi anlayışla karşılamakla birlikte, yazımdaki asıl anlatmak istediğim meseleyi ve gözettiğim tezi kavramalısınız.
Günümüz Müslüman aydınının problemi de zaten bu ehemmi mühimme tercih edip edememe meselesi olsa gerek…
TÜRKMEN DAĞI TERKEDİLEMEZ
Türkmen Dağı hemen Hatay’ımızın güneyi…
Türkmenlerin yurdu…
Rusya desteğinde rejim ordusu büyük bir saldırıya geçti.
Hani uçaklarını düşürmüştük ya…
Şimdilerde daha fazla sınır ihlali yapıyorlar ve hatta Türkmenleri tamamen Türkiye’ye sığınmaya zorluyorlar.
Türkmen Dağı’nı terketmek Suriye politikamızın iflas ettiğini gösterir.
Kimseye ağlamanın zırlamanın faydası yok.
Uluslararası kamuoyuna şikâyet etmeler, “Rusya yanlış yapıyor” diye sızlanmalar boşa…
Türkmen Dağı’nı terketmek Türkiye’nin yenildiğini gösterir.
Türk Ordusu hemen hudutta yenilirse içerde hiç muvaffak olamaz.
Beyler kendinize gelin ve ne yapacaksanız yapın!
BİR ŞİİR
İHTİDA
Hasretinle büyüyen bir pınar var içimde
Ellerin bu pınarı deşiversin özünden
Ebâbil kanadından düş veren bir siccil de
Hüznümü dağıtsın tek öpüversin yüzümden
Günahlarım kelebek uçuşuyla pervâne
Döner de durur öyle… İhtidâ ey ihtidâ
Dört duvardan ibâret arzın merkezi hâne
Kanatlarımı tutar çekiverir iptidâ
Metropol çocukları terörist kurşunları
Hangi dağ sevebilir gül medeniyetini
Sevdâya tutsaklanmış istilâm vurgunları
Hacer’in sağ elinde gösterir niyetini
İnce bir hat çizilir Bismillah Allahuekber*
Öpülür avuç içi, gönül heyûlâ gibi
Döner mahşer öbeği ihtidâ Allahuekber
Annenin topuğundan yarılır arzın dibi
*Hacılar tavaf ederlerken Kâbe’yi…. Müthiş bir mahşer öbeği teşkil ederler. Hacer’ül Esved’in önünden çizilen bir hatta bütün hacıların “Bismillah Allahuekber!” istilamları ve öpülen avuç içi ritüeli dönen mahşer yeriyle birlikte tekrar tekrar ihtida kavramını hatırlatıyor. Sürekli yenilenen bir iman ve ahlâk yükseltisi… “Eriştim, tamam, oldum” demenin derin zaafiyeti…