Seçim Sonrası Kendimizle Hesaplaşma Yapalım mı?

30 Mart 2014 Mahallî İdareler Seçimi, bunca kasetler/tapeler üzerine dayandırılmış siyasi propagandaların başka her şeyi gölgede bıraktığı bir gürültü ortamında yapıldı ve alınan sonuç, herkesin beklentilerinin altında kaldı.

İktidar, % 55 oranında bir halk desteğine ulaşmayı, İzmir ve Adana başta olmak üzere birkaç büyükşehir belediyesini de almayı, ve yürüyüşüne bu destekle devam etmeyi bekliyordu; ama 45’te kaldı, Ankara’yı kıl payı kazandı ve İstanbul’u burun farkıyla elinde tuttu; İzmir’de açık ara kaybetti. Adana’da umduğunu bulamadı… Bunlara rağmen, muhalefetin başarısızlığı bir bozgun halini almış olduğu için, AKP varlığını bütün aleyhteki kampanyalar karşısında % 45’le muhafaza etmiş olmakla kendini zafer elde etmiş saymaktadır ve bence de haklıdır.

CHP, Türkiye çapında bence büyük çapta erimiştir ki, Ankara ve İstanbul’da, hatta başka illerde bile AKP karşısında güç birliği oluşturulması “fısıltı propagandası”yla, kendisine büyük oranda MHP oyunu da emanet almasına rağmen, % 29’ları bile aşamamıştır ki, bence oraya verilen MHP oylarına yazık olmuştur. Türk siyasi hareketinde “devlet şuuru” taşımaktan artık tamamen uzaklaşmış bulunan, dinî konularda yaptığı göstermelik birkaç çıkışla samimiyetsizce inanç özgürlüğü vurgusu yapmakta beis görmeyen, özellikle 1950’den sonraki dönemde yaşadığı muhalefet hayatında –İsmet Paşa döneminde bile bir-iki istisnası dışında- nerdeyse hiçbir konuda olumlu bir tavır sergilememeyi prensip haline getirmiş olan, 80 öncesinde ülkede sol/komünist militan hareketlerin ülkeyi tehdit etmesine, iktidar hırsı uğruna, tamamen hamilik etmiş olan bu parti, şimdi de kasetle gelmiş bir genel başkan ve kariyerini 80 öncesinde yapmış sol militanların yönetimi altında aynı yoldadır. Yine devlet şuurundan yoksun bir anlayış içindedir. İktidar hırs ve hasretiyle, en küçük bir olumsuzluk emaresine sarılarak, mal bulmuş bir mağribî hırsıyla kitlelere höykürmeyi politikasının esası haline getirmiştir. Millet nezdinde asla iktidar sorumluluğunu, devlet sorumluluğunu yüklenemeyecek bir tıynette olduğunu ortaya koymuş ve koymaktadır. Bu yüzden oylarını artıramamış, hatta MHP’nin bazı yerlerde kendi adaylarını desteklemesine rağmen, 30’u bile bulamamıştır. Bundan sonra da CHP ufalmaya devam edecektir; bundan sonra MHP’nin bu “bir seçimlik kıyağını” asla görmemesi lazımdır ve kanaatimce göremeyecektir de. Bu itibarla bugünkü genel oy oranı olarak ileri sürülen % 29 rakamının, gerçekte %23’ü aşmadığı, % 6’lık kısmının MHP’nin oyları olduğunu –içim yana yana- belirterek, CHP’nin bu seçimin asıl bozguna uğrayan partisi olduğunu belirtmek isterim… Öyle anlaşılıyor ki, CHP Türk siyasi hareketinde yeni bir İP olmağa doğru gidecektir…
MHP’ye gelince: MHP, soldan asla oy alamaz. Zaten Türkiye’de sol da gittikçe oy kaybetmektedir, oradan MHP’nin oy almasını beklemenin bir anlamı yoktur. MHP, Türkiye’de Ecevit’le, Mesut Yılmaz’la yaptığı üçlü koalisyon dönemindeki birkaç temel duruşuyla hak etmesi gereken iktidarı, elinin tersiyle –muhtemelen böyle bir tutum sergilerse ülke menfaatinin aleyhinde olur korkusuyla- itmiştir. Bunun da cezasını, akabinde yapılan seçimlerde baraj altında kalarak ödemiştir. Bu arada 1999 depremindeki canhıraş gayretlerini ve büyük hizmetlerini halka doğru dürüst anlatamamış; buna karşılık Koray Aydın’ın kayınpederinin –galiba % 10’una- ortak olduğu bir parke şirketinin (ki yıllık cirosu 1 Milyar liraydı, yanlış aklımda kalmadıysa) parke satışıyl ilişkilendirilerek lekelenmiş, derhal istifa ettirilmiş, adlî makamlarca muhakeme edilip aklanmıştır. Fakat bu basit gölge, MHP’nin büyük hizmetlerini ağzına almasını engellemiştir. Apo’nun idam kararının meclise taşınmasında hükümeti bozmaması, Kemal Derviş’in kabineye alınışında resti çekmekten “ülkeyi kaosa sokarız” endişesiyle geri durması MHP’nin puan kaybetmesine, kendinden bekleneni yerine getirmemesine, hayal kırıklığına yol açmıştır. Başörtüsü konusunda da Meclise seçilmiş kadın milletvekilinin girmesini kavga sebebi haline getirmeme arzusu da millette hayal kırıklığı yaratmıştır. Bir dönem sonra parlamentoya daha düşük oranda temsil edilerek girmesi, o günden bu güne tutumlarıyla dikkat çekici bir politika uygulayamamış olması, 2011 seçimlerinde en ciddi adayları hakkında ortaya konan kasetlerden hemen ürküp adaylarının çekilmesini istemesi de yanlış olmuştur ki, burada da diretse, daha iyi olmaz mıydı diye tartışılabilir.

Ama bu son mahalli idareler seçimi öncesinde yaptığı mitinglerle başladığı Millî Birlik, Bayrak ve Bölünmezlik esasına dayalı propagandalarını, 17 Aralık’tan sonraki furyada hemen hemen sadece yolsuzluk ve rüşvet teması üzerine oturtması, hatta sadece bu konuyu işler hale gelmesi de bence MHP’ye fayda sağlamamıştır. Çünkü, aslında çıkışları şaibeli olan, kaynağı meçhul bulunan, hangi kaynaklar/odaklar tarafından servis edildiği belirsiz olan ve doğrudan rüşvet, nüfuz ticareti, yolsuzluk gibi karalayıcı konular olduğu için bulunmaz fırsat olarak değerlendirilip, siyasi propagandanın temelini bu anaforların oluşturmasına izin veren bir anlayış, kolaycı bir muhalefet anlayışıdır ve ciddi bir partiye asla yakışmamıştır. Bu konu, ana meselelerdeki politika anlatılırken, yanında garnitür kabilinden kullanılması gerekirdi ve adalete saygılı davranmayı, şaibeli konularda teftiş ve denetimin esas olduğunu üzerine basa basa bağırması gerekirdi.

Ana muhalefet CHP’nin, başbakanı Suriye lideri Esad’dan beter ilan etmesinin, Enternasyonal’de Türk başbakanı aleyhinde beyanat vermesinin yakışıksız ve şuursuz bir davranış olduğunu MHP’nin yüksek sesle söylemesi, ülke içinde ana muhalefete yakışmayacak, devlet ciddiyetiyle ve şuuruyla bağdaşmayacak laflar etmesinin yanlış bir üslûp olduğunu söylemesi ve bu gibi konularda CHP’yi geniş çapta eleştirmesi, MHP’ye hem sempati toplar, hem de ülkede ana muhalefetin CHP değil, MHP olması gerektiğini; iktidara ancak MHP gibi bir partinin alternatif olabileceği anlayışını millet nezdinde pekiştirebilirdi.

Bunların yanında Erdoğan’ın pervasız, öfkeli, diktatörce bir tutum sergilediği hususunun üzerine gitmesi, seçilmiş bir diktatörün ülke kalkınmasını ileride büyük bir kaosa çevirebileceği tehlikesini dile getirmesi, onu itidalli, âdil ve devlet adamı şuuruyla hareket etmesi gerektiği yollu söylemlerle ortalığı yumuşamaya, ortalığı germemeğe davet etmesi; yolsuzluk konusunda da hakkaniyetli davranışlara davet etmesi; bunların uydurma/montaj olması halinde dahi şaibeden kurtulmanın adlî makamlarca yapılacak tahkikat ve muhakemenin sonunda belli olacağını söyleyip itidal tavsiye ve talep etmeliydi. Çünkü, asıl konunun, asıl ülke gündeminin Terör ve Ülkenin bölünmezliği konusu olduğunu, Suriye ile olan gerilimin ciddi bir temele oturtulmadığını, bu yönlerdeki işlerin Ortadoğu halkları nezdinde Erdoğan lehine yaratılmış olan sempati uğruna, ülkeyi zarara uğratabilecek hassasiyette olduğunun ve bu tutumun ülke menfaatine uygun olmadığının belirtilerek, dış politikadaki tutarsızlıklarla ülke imajının zedelendiğinin vurgulanması daha ciddi bir muhalefet yapıldığı imajını verebilirdi. Halbuki bu böyle olmamıştır. Birçok konuda CHP ile aynı sloganlar, sanki onunla gizli bir ittifak varmış gibi, tekrarlanıp durmuştur. Bunun neticesi de MHP’ye ait % 6-7 nispetinde oy, büyük şehirlerde CHP’ye (CHP adayına demek daha doğrudur) kaymış, ama sonuçta MHP % 22-25 aralığına yerleşmesi gerekirken % 15-16 aralığında kalmıştır ki, bu, MHP için başarısızlık, hesap bilmezlik ve âcilen sorgulanıp çözümlenmesi gereken bir sonuçtur ve ciddi bir problemdir.

Bütün bunlara rağmen seçimler çok açık bir şekilde gösteriyor ki, birkaç büyük şehir dışında ülkede iktidara alternatif parti MHP’dir. Birkaç büyük şehirdeki başka partilere verilen emanet oylar korunarak bunların üzerinde çalışılırsa, oralarda da nisbetler yükselecek ve gerçekten ana muhalefet partisinin MHP olduğu görülecektir. Parti bence bunun üzerinde çalışmalıdır.

Aslında MHP’nin seçimlerde neyi hedeflediği belli olmamıştır. Ana muhalefet olmadan iktidar alternatifi olmanın mümkün olmadığı açıktır. MHP Türkeş’in vefatından sonraki üçlü koalisyondan beri % 18’in üzerine çıkamamıştır. Bu seçimde MHP’nin hedefi % 25-30 oy oranı olmalıydı; gürültücü medya ve yaygaracı muhalefetin etkisiyle oylarını CHP’ye kaptırmış, kendisi de % 15’lerde kalmıştır. Seçimde bir hedefsizlik gözlenmiştir… MHP farkı güçlü bir şekilde ortaya konamamıştır. MHP’nin sadece “Barış sürecine karşı olduğu” imajı belli belirsiz kitlelerce anlaşılmışsa da bu hususta da bu aşamadan sonra ne yapacağını hiç kimse net bir şekilde anlayabilmiş değildir; MHP de bu incelikli konuyu zannederim kendi sözcülerine bile anlatabilmiş/kavratabilmiş değildir. Millet bu belirsizlik içinde MHP’yi nasıl değerlendireceği hususunda bir netlik içinde değildir. En fazla, MHP’ye, CHP’nin biraz da dine saygılısı gibi bakılmaktadır…

MHP’nin görülen ve görülmeyen çok kuvvetli bir ekibi var. Bunlar güzel bir politika ve tanıtımla ülkede devreye sokulabilir ve memleketin bunlardan büyük hizmetler görebilmesi sağlanabilir. Ama MHP’nin karakteristik çizgileri netleştirilmeli, seçimlerdeki hedefi belirginleştirilmelidir. MHP yönetimi bu konularda daha demokrat, daha profesyonelce çalışmalar yaparak ülke yönetimine talip olduğunu, fark getireceğini, kalite getireceğini, ülke kalkınmasını büyük ve yüksek hedeflere taşıyabileceğini cevval, hareketli ve enerjik davranış ve beyanlarla ortaya koymalı, seçimlere şimdiden hazırlanmalıdır.

Doğu ve güneydoğuda her il ve ilçede eskiden MHP’nin % 10-12 nisbetinde bir oy potansiyeli vardı; bu kitlelerden kopulmuştur. Yeniden bu bağlantılar kurulup seçimlere katılınmalıdır… Burada kazanmak gaye değil, varlığını kanıtlamak yeterlidir… Kazanmak sonraki iştir.

***
AKP’nin yolsuzluk ve rüşvet konusunda yaptıklarının doğrudan doğruya bu lafızlarla ifade edilerek “Hırsız var!” çığlıkları atılması, CHP tarzı bir muhalefetin göstergesidir. Halbuki bu işler Erbakan’ın MSP’sinden beri bir takım yan kuruluşlar, vakıflar, hayır kuruluşları ve STK’lar vasıtasıyla yapılmaktadır ve buralarda hayırla, fakirlere/öğrencilere yardımlarla, Partiye, adaylara dolaylı destek sağlayacak girift ilişkilerle yürütülmekte, yani minareyi çalanların hazırladıkları düzgün kılıflarla kamufle edilmektedir. Bu hususlarda ciddi kuruluşların detaylı araştırma yapmaları halinde bu girift ilişkilerdeki suç unsurları ancak ortaya çıkarılabilir. Aksi takdirde, itham edilenler itham edenleri dava ettiklerinde, üstelik haklı da çıkıp bir de tazminat ödemeye mahkûm olabilir ki, AKP ve Erdoğan’ın kazandığı davalar bunun en bariz delilidir. Ama Bilal Erdoğan’ın Ümraniye Belediye Başkanı Hasan Can’ın da ortağı olduğu vakfın, Ali Ağaoğlu’ndan aldığı arsa bağışını neyin karşılığı olarak verildiği konusunun ispatı zordur. Rüşvet ve yolsuzluk ilişkileri zina ilişkileri kadar gizli ilişkilerdir ve bunların belgesi olmaz. Bunu halkın da böyle anladığını siyasiler bilmek zorundadır. Bunlar apaçık görüldüğü halde ispatlanamayan şeylerdir. Bir parti bu tarzda söylemlerle sadece çenesini yormuş olur. Onun için bunlardan söz etmektense etmemek, daha iyidir. Esasen “Zannın çoğu yalandır!” hadîs-i şerifi de bunu gerektirir.

Bir de Cemaat ve F. Gülen konusu var: Dikkat ettiniz mi bilmem: Ben STV’lerde MHP’nin lehine hiçbir habere rastlamadım. Sürekli olarak AKP aleyhine ve cemaati savunur programlar yaptılar. Ben yayınevinden de bilirim ki, cemaat kuruluşlarında milliyetçi kalemlerin (Erol Güngör’ün, Tarık Buğra’nın, P. Safa’nın, Nevzat Kösoğlu’nun, vb.) kitaplarını, sadece belli yerlerde isteyenler olduğu zaman alırlar, başka türlü bunların alınıp gerçekten teşhir ve satışa sunulduğunu pek göremezsiniz. Bu ilgisizliğin sebebi, milliyetçileri sevmemelerindendir. Bunları da bizden sempati ile bahsedenleri ürkütmemek için bulundururlar. Aslında bizim eski arkadaşlarımızdan gerek okullarında, gerek Türk dünyasında çok faydalanmışlardır; ama bizi asla benimsememişlerdir. Buna rağmen bizim bazı büyüklerimiz onlardan sempatiyle bahsetmekten geri durmamışlar, Türkçe Olimpiyatları vs gibi şovları alkışlamaktan kendilerini alamamışlardır. Doğrudur, ama bu okullarda eğitim dili İngilizce’dir. Yani, cemaat bize yüz vermez, bizden hoşlanmaz. Yabancılara da gerektiğinde rehberlik hizmeti verdiğini, sizler de duymuşsunuzdur. Esasen cemaatin Patrikhane ve Papaz Okulu hakkındaki fikirleri, Vatikan’la dinlerarası diyalog girişimleri falan bizim öteden beri algılamakta zorlandığımız ve cevabını alamadığımız sorulardır… Onun için cemaatin bize karşı tutumu, veya devletin bazı müesseselerine (mesela Silivri mahkemesindeki tavır) sirayet ettiği hususu, buralarda Veli Küçük ve bazı kimseler hakkındaki işkenceye varan tutumları da karanlık noktalar oluşturuyordu.  Bu yüzden, şaibeli ve dış güçlerin işine yarayacak bazı manipülasyonlar içinde olması doğrusu beni şaşırtmadı, ama Erdoğan ve yandaşları 11 yıldır bunlarla içli dışlı idiler. Fakat dersaneden mi neden bilmem, araları açılınca, kasetler/tapeler ortaya çıktı; acaba bunlar daha önceden ellerinde bu malzemeler vardı da, işlerini bunlara dayalı şantajlarla mı yürütüyorlardı? Diye akla sorular gelebilirse de, bunların ardını aramayan, AKP’lilerdir; iktidardır. Ucu kendilerine dokununca bağırmaya başladılar ve ajanlıkla, örgütlükle suçlamaya yöneldiler. MHP bu konuda da düşünmeli, yurt içinde ve yurt dışındaki Gülen kuruluşları ile programlar geliştirmelidir…

Bunlar seçimin hemen ardından aklıma gelenlerdir. Düşünülmesi, tartışılması, doğru politikalar oluşturulması ve geleceğe dönük yüksek bir moralle millî meselelerimizin ele alınmasını temenni içindir… Ülkücülerin kendilerine gelmelerini sağlamak içindir…

Hayırlara vesile olur inşaallah!

31 Mart 2014-ÜMRANİYE

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!