“Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına..”
Aliya İzzetbegoviç
Batı’nın geçmişi; vahşet, katliam, soykırımlarla dolu ve neredeyse tüm insanlık suçlarının özet bir tarihçesidir. Bu tarih sürecinde sadece insanların canlarına, mallarına kastetmekle yetinilmemiş, maneviyatlarına, ahlâklarına, insanlıklarına da yönelmiş büyük bir tecavüz gerçekleştirilmiştir. Nitekim dünyaya en çok zarar veren büyük harplerin, soykırımların ve katliamların tamamına yakınında da Batılı ülkelerin imzası vardır.
İşte bu Batı kaynaklı soykırımlardan birisi de İkinci Dünya Harbi sonrasında yaşanan en büyük soykırım niteliğinde olan Srebrenitsa soykırımıdır. Srebrenitsa soykırımına değinmeden önce soykırımın mimarı olan Sırpların yakın tarihini kısaca ele alalım.
Sırpların Türklere ve Müslümanlara Karşı Olan Nefretinin Tarihi Kökleri
Sırbistan, Sultan I. Murat öncülüğündeki Osmanlı ordusu ile Sırp kumandan Lazar’ın ordusu arasında 28 Haziran 1389’da yapılan Kosova Savaşı ile Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Savaş sonunda bir Sırp, Müslüman olmak istediğini söylemiş ve I. Murat’ın elini öpmek istemiştir. I.Murat’ın elini öpmek için eğildiğinde padişahı hançerlemiş ve onu şehit etmiştir.
I. Kosova Muharebesi, Sırp milliyetçiliğinin miladı olarak tarihe geçmiştir ve Sırplar, bugün dahi bu savaşı oldukça önemsemektedirler. Yüzyıllar boyunca dinmeyen bir nefreti bu tarih ile beslemişlerdir. Sırp edebiyatında ‘Camileri yakın yıkın. Türkleşmiş olanları imha edin.’ ifadeleri sıklıkla işlenmiştir.
1683 Viyana bozgunu ile Sırpların bu nefreti eyleme dönüşmüştür. Istraga Poturica (Türkleşmiş olanların imhası) adını verdikleri eylemleri neticesinde 1702’de Karadağ’ın başkenti Çetine’de ilk Müslüman Boşnak kanı dökülmüştür.
‘Adriatik’ten İran’a kadar müslüman kalmayacak.’ sloganı 1990’lı yıllarda popüler bir Sırp sloganı olarak sürekli halka işlenmiştir. Bu işlenen nefret, Sırpların sistemli bir şekilde Müslüman Boşnakları katletmelerine neden olmuştur.
Balkanlarda Osmanlı Sükûnetinin Bozulması
Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamaya başladığı dönemlerde Avrupa’da bağımsızlık akımlarıyla birlikte Balkanlar’da isyanlar baş göstermiştir. Bu isyanlardan biri olan Sırp isyanı, 1878 Berlin Antlaşması ile meyvelerini toplamıştır.
93 Harbi’nden sonra imzalanan Ayastefanos ( Yeşilköy) Antlaşması Rusya’yı, Balkanlar da hâkim devlet haline getirmiştir. Ayastefanos’un ağır maddelerini geri çevirmek için uğraşan Osmanlı Devleti, Berlin’de Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın katıldığı kongrede imzalanan antlaşma sonucu kendisine bağlı olan Bulgaristan, Romanya, Karadağ ve Sırbistan’ın birer prenslik olmasını kabul etmiştir. Aynı zamanda Doğu Rumeli vilayeti kurulmuş, Bosna Hersek imtiyazlı bir yönetim haline getirilmiş, Kıbrıs Sancağı İngiltere’ye kiralanmış, Niş Sancağı Sırbistan’a verilmiş ve daha birçok Balkan toprağı masa başında kaybedilmiştir. Ayestefanos Antlaşması’ndan daha kötü bir durum ortaya çıkmıştır.
Müslümanlara Karşı Haçlı Saldırılarının Tarihçesi
Hıristiyan dünyasının, İslam’ı yok etmek ve müslümanların elinde bulunan zenginlikleri ele geçirmek amacıyla hazırladıkları ordular, 1095 – 1270 yılları arasında ona yakın saldırı gerçekleştirmiştir. 1095’te sefere başlayan Birinci Haçlı Orduları, 1099’da Kudüs’e girmiş ve kısa sürede yetmiş bin insanı katletmiştir.
Haçlı zihniyeti yalnızca 11. yüzyılda kalmamış, çağlar aşarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bu zihniyetin sahibi olan, medeniyetin beşiği(!) olarak nitelendirilen Avrupa’nın tam ortasında, Bosna-Hersek’te 1 Mart 1992 tarihinden 14 Aralık 1995 tarihine kadar soykırım yapılmıştır.
Bosna’da Sırp Mezalimi ve Srebrenitsa Soykırımı
1992’de Yugoslavya’nın parçalanmasıyla birlikte Bosna–Hersek, AB tarafından egemen devlet olarak tanındı. Yugoslavya’nın parçalanmasını fırsat bilen ve Büyük Sırbistan hayalini gerçekleştirmek isteyen Sırplar, gözlerini Bosnalıların yaşadığı topraklara diktiler.
Sırp mezalimi, 4-5 Nisan 1992’de Bosna’nın Sırplar tarafından kuşatılması ile başladı. Sırplar, tanklarla, toplarla, makineli silahlarla adeta çelikten bir halka oluşturdular. Amaçları 500 yıllık Türk hâkimiyetinin intikamını almaktı.
Savaşa engel olmak için BM tarafından bölgeye konulan silah ambargosu yalnızca Boşnaklara uygulandı. Direnen Bosna halkı silahsız, yiyeceksiz, susuz ve Avrupa’nın göbeğinde yalnızdılar. Soykırıma karşı savunmasızdılar.
Ambargo yüzünden Boşnaklar 1993’te 800 metre uzunluğunda bir tünel inşa etti. Havaalanından Saraybosna’ya kadar uzanan bu tünelle silah, ilaç, yaralı ve yiyecek taşınıyordu.
Bosna’daki dağların her birinde Sırpların ölüm makineleri vardı ve Srebrenitsa çocukları her gün bu silahlarla ölüyordu. Sırplar, tek bir bomba atışıyla okul bahçesinde oyun oynayan 105 masum çocuğu yok edebiliyordu.
Srebrenitsa, Bosna Hersek’in içinde gerek askeri, gerek stratejik gerekse ekonomik açıdan önemli bir yerleşim yeriydi. Ayrıca silahsızlandırılmış Müslüman nüfusun en yoğun olduğu şehirdi. Bu nedenle Mladiç’in emriyle Srebrenitsa’ya doğru Tanjarz kırsal bölgesinden hareket eden Sırp ordusu, 11 Temmuz 1995’te 10.000 Bosnalıyı esir aldı.
Mladiç, kıyımı başlatmadan hemen önce hayâsızca kameraların karşısına geçmiş: “İşte 11 Temmuz 1995’te Sırp şehri Srebrenitsa’dayız. Büyük bir Sırp bayramı arifesindeyken bu şehri Sırp milletine armağan ediyoruz. Nihayet, yeniçerilere karşı ayaklanılmasından sonra bu toprakta Türklerden intikam almamızın vakti geldi.” demiştir.
Srebrenitsa’da 11 Temmuz’da insanlık yoktu, vicdan yoktu. Yaşlılara, hamile kadınlara, savunmasız bebeklere sıkılan kahpe kurşunlar vardı.
NATO ve BM’nin ihaneti ve olaylara göz yumması ile Srebrenitsa’da Sırp güçler, her yaştan 8 bin Müslüman Boşnak’ı Hollandalı barış gücü askerlerine rağmen katletti. Srebrenitsa’da 1995’in Temmuz’unda boş fabrikalar, ormanlar, sokaklar ve caddeler kısacası akla gelen her yer cesetlerle doldu.
Savaş sırasında, öldürülen 8 bin Müslüman Birleşmiş Milletler Barış Gücü tarafından ilan edilmiş olan güvenli(!) bölgelerdeki toplu mezarlara Sırplar tarafından gömüldüler. Toplu mezarların üstleri Sırplar tarafından hemen çimlerle yeşillendiriliyor, böylelikle toplu mezarların uydudan fark edilmesinin önüne geçiliyordu. Sağ kalan Bosnalılar sevdiklerinin mezarlarına ulaşamıyordu.
Bosnalılar savaş sonrasında hep mavi kelebekleri takip etiler. Biliyorlardı ki; o kelebekler tek bir çiçeğin üzerine konuyordu ve o çiçek sadece Bosna’daki toplu mezarların üzerinde çıkıyordu. Bu çiçeklerin adına “Ölüm Çiçekleri” deniyordu. Bosna’da “Ölüm Çiçekleri” sayesinde 300 toplu mezar bulundu.*1
Son Söz
Bosna’da ve Srebrenitsa’da vahşetin doruk noktaya çıktığı soykırımlar bize Haçlı ruhunun ölmediğini ve ölmeyeceğini tekrardan göstermiştir.
Srebrenitsa Soykırımı’na neden olan her milleti lanetliyoruz ve ölenlere yüce Allah’tan rahmet diliyoruz. Türk milleti olarak Bosna halkının acısını paylaşıyoruz. Türk milleti Bosnalıların her zaman yanında olacaktır.
Saraybosna Hastanesi’nde 19 Ekim 2003′te vefat eden, Bosna’nın Atatürk’ü Aliya İzzetbegoviç’i rahmetle anıyorum ve yazımı onun şu sözleri ile bitirmek istiyorum.
“Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecburuz, size asla intikam peşinden koşun demiyorum ama yapılanları da asla unutmayın!”
“Her şeye kadir olan Allah’a ant olsun ki köle olmayacağız.”