Üzerinde yaşadığımız dünyanın, dünkü günde yaşadığımız dünya olmadığının bilinci ile baktığımızda, coğrafyamızdaki hareketliliğin (28 Temmuz 1914’te başlayan ve 11 Kasım 1918’de sona eren Avrupa merkezli I. Dünya Savaşı) sonrası dünyasına yakın bir görüntüyü ortaya koyduğunu görüyoruz.
Kuzey Afrika ülkelerinden başlayan; iç harp görüntülü küresel emperyalizmin, çağın gelişmiş silahları ile bölünmüş ve iç harp yaşayan İslam ülkelerinin yaşadığı acıları ne kadar yaşıyor veya hissediyoruz?
Ortadoğu ülkelerindeki benzer durumlar karşısında, mağdurlardan yana mıyız, zalimlerden yana mı olduğumuzu bile bilmiyoruz.
Başka bir bakışla mağdur olan; mazlum kim, mağdur eden zalim kim, onun da farkında değiliz.
Kültürümüzdeki diğergamlık açısından bakıldığında kendimizden önce, etrafınızdakileri görmek gerekebilir. Ama yangının asıl hedefi biz olduğumuzda, etrafı biraz kenara koyarak kendimize bakmamız gerekmiyor mu?
İçinde yaşadığımız zaman dilimi de tam bunu göstermiyor mu?
Etnik bölücü terör yanında, İslam dünyasının tamamını tehdit etme cesaretini kimden aldığı belli olmayanlar; Müslüman kellelerini merhametsizce keserken “Tekbir” getiren emperyal güçlerin maşalarını “Müslümanlar” diye tanımlayanlarla birlikte mi yaşıyoruz?
Yaşadığımız Müslümanlık, yaşadığımız topraklara mührünü kazımış ecdadımızın inanıp yaşadığı Müslümanlığa ne kadar benziyor?
Kur’an İslam’ı, Hadis İslam’ı, Geleneksel İslam, Kültürel İslam, Folk İslam, Ilımlı İslam, Kalvinist İslam, Protestan İslam, Ortodoks İslam, Heteredoks İslam, Halk İslam’ı, Alevi İslam ve İslamcılık gibi… bir zihin karışıklığı içinde –nerede ise– sadece herkesin kendisini, diğerine benzemeyen Müslüman saydığı bir dünyada mı yaşıyoruz, sorusunu sormamız bile gerekmiyor.
Devrim kanunlarından biriyle yasaklanmış ve meşruiyetini 90 yıl önce kaybetmiş tarikatların “sivil toplum örgütü” rolü üslenerek siyaset ve ideolojilerle işbirliği içindeki sınır tanımaz gücü karşısında kim, neden veya niçin bunları “Hak yolunun yolcuları” zannederken ortaya konulan bakışın merkezinde “bizim tarikat Hak tarikat” görüşü önemli bir yer tutar?
En iyi tarikatın “bizim tarikat” olduğu iddiası ile mutlu topluluklarımız cenneti kendi mülkleri sayarak, biriktirdikleri dünyalıklarına bakıp, sevinç gözyaşlarıyla “irfan toplantılarında ermişlik” şovları yapıyorlar.
Çok partili hayata geçtiğimiz günden bu güne devlet büyükleri önemli günlerde bu gayri meşru “müteşeyyih”erin dizleri dibinde oturup, “millete huzur içinde olun, görüyorsunuz, biz ermişlerle beraberken, sizler huzur içinde olursunuz” diye “rahatça uyuyun” mesajı vermeye devam ediliyor.
Bu milletin fertlerine de meşhur ninniler yüksek sesle söyleniyor:
– Yat yat uyu. Uyusun da büyüsün ninniii…
– Bu uykudan uyanma vakti gelmedi mi?
– Ey Türk! Titre ve kendine dön!