Başbakan Erdoğan 10 Ocak 2008 tarihinde, ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ nedeniyle yayınladığı mesajında; tarafsız bir basının, toplumun bilinçlenmesinde, barış, huzur ve güven ortamının güçlenmesinde büyük payı bulunduğunu ifade edip: "Özgür ve çok sesli bir medya ortamı; şeffaf yönetim, açık toplum ve bilgi edinme hakkının en önemli teminatıdır” demişti.
Görülüyor ki; o günden bu güne, Başbakan’a mevcut kimliği ve makamı ağır gelmiştir. Karşımızda demokrasiyi hiç etmiş, insan onuru ve gururunu hafife almış, Türk Milletinin kimliğini değersizleştirmiş, devletin bütün kurumlarının işlerliğini iktidarının iki dudağı arasına hapsetmiş, parayı varlık nedeni olarak görmüş ve bunun devamlılığı için her türlü yolu kullanmış birisi var…
Hâlbuki bizi iktidar hırsından arınmış, Türk Milletini tüm fertleriyle kucaklamayı başarmış, tarihine ve milli değerlerine sahip çıkmış, yönetimine insan olmanın erdemlerini katmış, avucunu paraya değil Hakk’a açmış, inancında samimi olabilmiş, demokrasiyi içselleştirmiş haliyle Türk Milleti’ne baş olma sorumluluğundaki bir başbakan yönetmeliydi.
Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı, sorgusuz, sualsiz ve de aracısız, hiç çekinmeden bir televizyon kanalını arayıp talimatlar verebiliyor. Elbette onu bazı konularda bu denli cüretkâr kılan, makam ve para gücü kadar, iç dünyasında var ettiği hırsları ve büyüklük nefsidir. Kim ne derse desin, bu bir, diktatör çalışması, yani tek kalemde iş bitirebilme cüretidir. Bu bir,başka düşünce ve gruba tahammülsüzlük, emeğe ve gazeteciliğe saygısızlık, ciddi antidemokratik bir davranış biçimidir. Bir çok saygın kurumun çalışanları gibi, medya çalışanları da bu tür bir emrivaki karşısında düştükleri acziyet durumunu hak etmemektedirler…
Tabi bu davranışa maruz kalanlar kendilerini de sorgulamalıdır. Demokrasi konusunda sınıfta kalmış bir görüntü sunan bizatihi kendileridir. Ki gazeteciliği sadece ekmek parası ve lüks hayatın yolu olarak görenler için bu durum hiçte anormal karşılanmamalıdır.
Bu hakaret karşısında susanlara, savaş alanlarında muhabirlik yapan arkadaşlarını hatırlatırım. Bu hakaret karşısında susanlara, doğrularına sahip çıkma konusunda saygın bir duruş gösterdikleri için şehit edilen cesur gazetecileri (İsmail Gerçeksöz, Fedai Coşkuner, İ.Egemen Darendelioğlu gibi) hatırlatırım…
Bu duruma ses çıkarmayanlar, gazetecilik mesleğine gönül vermiş gençlerimizin ideallerine leke getirmişlerdir. Bu leke ancak kabulden çıkıp doğruyu yansıtırsanız silinenebilir. Demokrasiyi kaleminize, resminize, söylemlerinize yansıtırsanız silinebilir. Yoksa itibar kaybıyla birlikte size olan güven de kaybolacaktır.
AKP bugün ki durumunu muhafaza eder ve Türkiye aynı Başbakan tarafından yönetilmeye devam ederse (Allah korusun), ülkemizi büyük sorunların beklediği bir gerçektir. Bunun tersi, seçimden muhalifin güçlenerek çıkması, AKP iktidarının ve dolayısıyla ülkeyi kuşatan emperyal güçlerin dağılmasına vesile olacaktır.
Bu mevcut durumda muhalefet seçimlere planlı programlı, ‘önce ülkem’ ilkesiyle girmelidir. Kişisel menfaatler ülke ve parti önüne geçmemelidir… Akl-ı selimin galip gelerek, meselelerin iyice arap saçına dönmeden çözümlenmesi, demokratik bir ortamda seçimlerin sonuçlandırılması gerekmektedir. Aksi halde seçim sonuçlarından iyi haberler beklemek hayaldir.
Bu nedenlerden dolayıdır ki medyanın toplumdaki güvenilirliğini yitirmesi, demokrasimizin de sağlıklı işleyişine zarar verecektir. Bazı çıkarlar uğruna basın ilkelerinden, toplum değerlerinden ödün veren basın, Türk toplumuna karşı tarihi bir suç işlemek üzere olduğunu unutmamalıdır.
Bütün bu olaylarla birlikte demokratik söylemlerinin boş olduğu ortaya çıkan Başbakan, kendini ne kadar özgür hissediyor bilmiyorum ama millet vicdanındaki yargılaması başladı bile. Önce yüreklerde mahkûm olacak, sonra da yargı önünde hesap verecek, bu kesin!
Türk milletinin Sayın Erdoğan’a olan muhabbetti bitmiş, inancı bitmiş, vuslatı bitmiş; artık gurbeti başlamıştır… Çünkü o, Milletin hayır duasıyla çıktığı yolda, hayırsız işler yapmıştır.