“Bir varmış bir yokmuş, kalbur saman içinde ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken…” diyelim ve adı “Yamyamya” olan ülkede geçen hikayeyi anlatmaya başlayalım.
Peşinen söyleyelim ki; anlatacaklarımızın ülkemizde yaşananlarla ve gerçek kişilerle alakası yoktur. Zaten bende halk arasında dinlediğim bu masala kulak misafiri oldum ve onlardan duyduklarımı sizlerle de paylaşmak istedim.
Vaktin birinde, artık dünyadamı yoksa başka bir alemdemi olduğunu bilmediğim adı “Yamyamya” olan bir ülke varmış. Bu ülkeye “Yamyamya” denmesinin sebebi her şeyin yoldan çıkması, nefislerin azması, yanlışların doğru kabul edilmesi ve neredeyse bu ülkede yaşayanların birbirlerini yiyecek hale gelmesi imiş…
Fikren ve zikren öylesine bölünmüşler ki; herkesin hayatını idame ettirmesi için kendine bir yol veya argo tabirle bir “dümen” tutturması gerekirmiş…
Bunun için bir araya gelen topluluklar oluşmuş ve kendilerine göre de bir yol tutturmuşlar.
Bunlardan en bilinmeyini ise “Rüşvetiye Tarikatı” imiş… Bu “tarikat” sözcüğü sizi yanıltmasın. Bizim bildiğimiz anlama gelmiyor. Burada Allah’a ulaşılacak yola girmek değil dünyaya yapışılacak usulleri anlamak gerekiyormuş.
Başında da “Götüren Baba Hazretleri” varmış. Bilenler onunda “Hamuduna Kadar Süpüren Baba”dan el aldığını söylüyormuş. Bu tarikatın ve başındaki muhterem zatların, Nasreddin Hoca’nın kürk misalindeki gibi kelli felli, iyi giyimli, eğitimli, iş güç sahibi toplumda itibarlı müritleri varmış… Aralarında kadılar, hekimler, vezirler, müderrisler, inzibatlar, mühendisler vs. bulunurmuş.
Zikirlerine de daima “Haram, Helal Ver Allahım… Senin Kulun Yer Allahım” diye başlarlar ve günlük, aylık, yıllık pastaları nasıl bölüşeceklerine dair sohbetlerle, faslı sürdürürlermiş…
Tarikatın başındaki “Götüren Baba Hazretleri”, yoluna girenlerce çok sevilirmiş. Çünkü toplanan hasılatı adilane ve emeğe uygun bir şekilde müridleri arasında çok güzel pay edermiş. Bu sebeple halkın arasında Götüren Baba Hazretlerine bir laf edilecek olsa, müridlerin kendileri, hanımları ve çocukları hemen ona siper oluverirmişler…
Tabii bugünkü teknoloji olmadığından o zamanın, bu tarikatı faaliyetlerini muazzam bir şekilde sessizce sürdürürmüş. Rakip çıkmasına asla izin vermezlermiş. Baktılar tehdit, baskı, şantaj sökmüyor hemen içeriye davet ederler “Gel bak sen de bir lokma al da, tadına bak şunun…” derlermiş.
Yani kısaca bu “Rüşvetiye Tarikatı” bir mutluymuş ki sormayın. Ekmek elden, su gölden misali… Eh “Yamyamya” da koca bir ülke yemekle de bitmiyor.
Ancak bu tarikattaki insanlar gün gelmiş iki arada bir derede kalmışlar. Bir tarafta tatlı bir hayat diğer tarafta da bu durumdan ne de olsa insan olarak üzülmeleriymiş…
Diyojen bir gün hamama yıkanmak için gider. Suyun temiz olmadığını görünce hamamcıya sorar “Burada yıkandıktan sonra temizlenmek için nereye gitmeli” diye. İşte “Yamyamya”nın “Rüşvetiye Tarikatı”na girmiş insanlarda gün gelir akıl baliğ olurlar. Bakarlar ki; gittikleri yol yol değil… Yıkanmak için yeni su aramaya başlarlar!
Bu insanlar; haksızlık ve adaletsizlik yapmanın, çalıp çırpmanın, “nereden bulursan bul” anlayışı ile yaşamanın, yolsuzluğu meşru görmenin ve kul hakkına uzanmanın hangi dönemde ve ülkede yaşarsan yaşa, insanlığın ayıbı olduğuna karar verirler… Böylece “Rüşvetiye Tarikatı”nın ve “Götüren Baba Hazretleri”nin sonu gelir. Ondan sonra da “Allah’ın hesabı devreye girer”.
Bu masaldır ama her masalda bir gerçek yatar. İnsanlık tarihi boyunca her zaman su akıp mecrasını bulmuştur. Herkese tavsiyem “Helal ver Allah’ım” diye dua etmeleridir.
Meraklısına not; bu masallar ve benzerleri günümüzde Türkiye’de halk arasında her nedense çok anlatılmaktadır. Hem de çocuklara değil büyüklere!