Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

“Daha Önceleri Neredeydiniz?…”

25 Ekim 1997 günü Flash TV’nin Beyaz Sayfa adlı tartışma programına Bülent Akarcalı, Bedri İncetahtacı*, Akın Birdal, Lütfü Şehsuvaroğlu katıldılar. Akın Birdal ve Lütfü Şehsuvaroğlu hakkında ağır cezada dava açıldı. Davayı açan savcı ile Şehsuvaroğlu tartıştılar. Şehsuvaroğlu “suçum ne?” diye sorduğunda savcı hiçbir şey söyleyemedi. İki sayfalık bir yazı gösterdi. Daha doğrusu bir buçuk sayfalık bir yazı idi bu.. Yazıyı hızlıca okudu Şehsuvaroğlu ve altındaki isim ve unvanı da… Orgeneral Çevik Bir / Genel Kurmay İkinci Başkanı yazıyordu. Ve bahse konu yazı “rica ederim” diye bitiyordu. Yazarlığı ve sivil toplum liderliği (o sırada Tarım Bakanlığı üst düzey yöneticisi ve Türkiye Yazarlar Birliği genel başkanı) yanında, aynı zamanda bir bürokrat olan Şehsuvaroğlu, mahkemeye emredildiğini elbette anlamıştı. Çünkü savcı, ‘konuşma’ suçunun soruşturmaya mahal olmayan mahiyetini biliyor ama “emir yüksek yerden” diyordu. Batı Çalışma Grubu başkanı orgeneral Çevik Bir mahkemeye emrediyordu. Bu adamı “tutuklayın ve yargılayın” diye…

Daha sonra mahkeme salonlarına gittiğinde orada Akın Birdal’ın otuz kamera ile şov yaptığını görmüştü. Kendisinin yanında kimse yoktu. Yalnız başına… Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı Lütfü Şehsuvaroğlu yalnız başına mahkemeye gitmişti.
Hem Türk milletine hakaretten, hem orduya hakaretten yargılanıyordu.
Canından aziz bildiği milleti için ve 12 Eylül’de kendisine o kadar zulmü yapmasına rağmen asla kin duymadığı ve mapusluktan sonra asteğmen olarak üç takım komutanlığını yaptığı şanlı ordusu için şimdi bir düşman mı idi?

Buna kim karar vermişti?
Peki kendisi ne söylemişti? Söylediklerinde hiçbir suç unsuru olmadığını gayet iyi biliyordu ama bazı ‘efendi’leri ne, nasıl rahatsız etmişti? Az bir zaman sonra Akın Birdal, bürosunda silahlı saldırıya uğradı ve ağır yaralandı. Batı Çalışma Grubunun başkanı Çevik Bir, Lütfü Şehsuvaroğlu’nun da ipini çekmişti. Ancak ona bir suikast düşündülerse de gerçekleştiremediler.
28 Şubat’ı yaşadı Türkiye… siyasiler pıstılar. Genel başkanlar hep teslim oldular. Erbakan kaçtı, Tansu, Yılmaz halledildi. Bir tek Muhsin Yazıcıoğlu kardeşim, aziz başkanım “Türkiye İran olmaz ama Suriye olmasına da biz müsaade etmeyiz” diye şanlı bir duruş sergiledi.
Cemaat liderleri orduya yağ çektiler, siyasilerin kulağını çektiler, ders vermeye kalktılar. Basın zil çalıp oynadı. Yargı davetlere icabet sünnettir dedi. Onuncu Yıl Marşı İstiklal Marşının yerini alsın diyenler bile oldu.
Bugün 28 Şubat’a kafa tutanlar tıpkı 12 Eylül’de yaptıklarını yaptılar… Ya sindiler, ya desteklediler.
12 Eylül’de Anayasa’ya ve faşizme evet diyenler, 28 Şubat’ta brifinglere katılanlar, darbe zihniyetini el altından destekleyenler bugün demokrat, liberal, üstüne üstlük Müslüman çağdaşlar…
E gülelim mi, ağlayalım mı?
Bugün bütün televizyonlar timsah gözyaşı döküyor. Bugün bütün televizyonlar demokrasi havariliği yapıyor. Bugün yeni yetme hukukçular her şeyi daha güzel yaptıklarını zannediyor ve iki kuruşluk hukuk tahsili ile benden adaleti esirgiyorlar. Sanki bir ziraatçı olarak ben onlardan buğdayı esirgedim, ekmeği esirgedim.
Nasıl ki o zaman mahkeme heyetine milletimi ve değerlerini anlattıysam, nasıl örtülü darbeyi deşifre ettiysem, nasıl “omzu kalabalıklar benden daha vatansever olamaz” dediysem, nasıl Türkiye hukuk devleti değil Hâkim Devleti dediysem; bugün bunları aynı iman ve adalet anlayışı içinde bugünkü derin iktidara, her devrin iktidarına söylemeye devam ediyorum. Türkiye, bugün o zamankinden daha fazla hâkim devletidir.
 Pekâlâ, ne demişim de 28 Şubat’ta yargılanmışım: merak ediyor musunuz? İşte Flash TV’de Türkiye Yazarlar Birliği başkanı olarak yaptığım konuşma metni:

Band Çözümü:

25 Ekim 1997- Flash TV- Beyaz Sayfa- Dr.Lütfü Şehsuvaroğlu’nun Konuşması

1. Tur:

Son günlerde bir takım yazarlar tutuklandı, tutuklanmaya devam ediyor, belki bundan sonra da tutuklanmaya devam edecek. Konuyla ilgili sizin görüşlerinizi almak istiyoruz.

Teşekkür ederim, tabii apansız yakalandık. Çünkü biz alıştık önce parlamenterlerimize söz vermenize. Efendim Türkiye’de insan hakları problemi demokrasi problemiyle atbaşı gidiyor. Birlikte almanız anlamlı. Yazarların tutuklanması meselesine gelince de bu sadece son günlerde olmuyor. Türkiye’de demokrasi tarihi içinde sürekli olan bir şey.. Bundan sonra da olacağı kaçınılmaz. Burada esas mesele sadece bir meslek örgütünün toplumun bir kesiminin durumunu ele almak değildir. Geçenlerde Sayın Başbakan da Demokrasi basın özgürlüğüdür diye bir açıklamada bulundu. Tabii demokrasiyi salt basın özgürlüğü diye algılarsak tarihteki hürriyet mücadelelerine de değinmek lazım. O zaman Orta Çağdaki Kilise hürriyetini de devrinde kutsayanların anlamlı bir tahlilde bulunduklarını da kabul etmemiz gerekiyor. Efendim demokrasi sadece basın özgürlüğü değildir. Doğrudan doğruya halkın iradesi anlamı taşıdığına göre öncelikle inisiyatifi ele alan bazı azınlıkların da yönetimde söz sahibi olmasının yahut da tahakkümünün önüne geçilmesini zaruri kılıyor. Sayın Akarcalı daha iyi bilecekler; çünkü efendim Robert Dahl’un kitabını onlar tercüme edip yayınlamışlardı, Demokrasi Vakfı olarak.. Orada demokrasi için çok ciddi tehlikelerin bulunduğu ve karşı tezlerin incelenmesi gerektiği vurgulanır. Demokrasi elbette ki Dünyanın en iyi sistemi değildir. Fakat kötüler arasında en iyisidir. Yahut da iyi sistemlerin ya da iyi insanların yetişmesine fırsat verebilecek bazı sistemlerin arasında demokrasi ehven-i şer bir rejimdir. Hiç olmazsa kötüler çok kötülük yapamaz o rejimde, ama tarihte illa kaliteler iyi adamlar efendim iyi yazarlar, iyi yöneticiler demokrasiler içerisinde çıkacak diye bir şey yok Demokrasiler kendi eleştirisini sürekli yapması gereken rejimlerdir. Burada bilerek çoğul kullanıyorum. İnsan hakları meselesi sadece demokrasi içerisinde de ele alınabilecek bir mesele değildir. İnsanlığın var oluşundan beri tartışıla gelen konuların başındadır. Sürekli bu kavramları tartışa gelmişlerdir ama vaktimiz olmadığı için oralara girmek istemiyorum. Demokrasiye de tartışacak değiliz başka rejimleri de tartışacak zaman yok ama öncelikle son günlerde Cumhuriyet ve demokrasi arasında meydana gelen tartışma aslında Türkiye’nin anlamlı bir siyasi ayrımını da bize hatırlatıyor. Aslında Türkiye’yi bu konuda şanslı kabul edebiliriz. Çünkü efendim Türkiye’de demokrasiyi bahşedenler genellikle tek parti rejiminin eseridir. Türkiye de ilk partileşme (zannediyorum 120. yılını kutlayacağız önümüzdeki yıl) döneminden beri Türkiye’de genellikle demokrasi yukardan bahşedilmiştir. Ve askeri bir rejimin halka olan bir iyi niyet gösterisinden ibarettir. Türkiye’de modernleşmeyi kuranlar ona istedikleri kılıfı vermişlerdir. Demokrasi de bunlardan biridir.

2. Tur:

Biraz önce Akın Bey de iktidar ve hükümet arasında bir ayrım yaptı. Gerçekten de doğru. Türkiye de asla iktidar değişmiyor. Onun için de zaman zaman toplanıyoruz. Siyasi parti temsilcileri, sivil toplum unsurları yapacağımız bir yere kadar.. Parlamentoya elbette ki göz nuru gibi sahip çıkmamız gerekir, her şeye rağmen kazanılmış bu noktalarda -hiç olmazsa Türkiye’nin kazandığı bazı noktalar var- bu noktalarda geriye asla dönülmemesi lazım.
Türkiye 12 Eylül gibi bir darbeye de asla tahammül edemeyeceği için örtülü darbelerle ancak modernize ediliyor. O bakımdan da gelinen belli noktalar var. Bazıları bazı şeyleri aynı şekilde yapamayacaklar. Fakat bazı düşüncelerinde aynı şekilde olduğunu görüyoruz maalesef.
Bu, halkımızda yer etmiş bir takım fikir hareketleri olsun, düşünce hürriyeti önündeki engelleri kaldırmak isteyen hareketlerde olsun hepsinde var.

– Bunu nasıl aşarız eğitimle mi aşarız? Eğitimle falan aşılmaz, eğitilmiş insanların, görüyorsunuz üniversite rektörü olmuş adam ama alabildiğine faşist bazı şeyleri dayatmak için bazı mahfillerin kalemşorluğuna soyunuyor mesela. O bakımdan Türkiye’nin öncelikle tarihi süreci içinde ülkemizin yüzyıllarda oturmuş birikimleri var. Onu göz önüne almak lazım önce..
Bir milli sivil stratejik konsept** geliştirmek lazım. Her şeyden önce; Başka konseptlere ram olmak durumundayken… Milli stratejik konsept! Çünkü eğer bu konsepti geliştiremezsek;
yani ortak demokrasinin aslında esas güzel taraflarını harekete geçirecek 1. turda bahsettiğim ortak iyi fikrini bulmamız lazım, ortak iyi fikri… Bu toplumda kimin ortak iyi fikri var? Herkes herkese düşman, çünkü korkularının esiri.. Efendim Aleviler Sünnilerden korkuyorlar, çünkü RP gelirse herkes başını kapatacak, efendim laiklere zorla namaz kıldıracak; efendim öbürleri gelirse, Müslümanlar veya İslamcı diye kendilerini tarif edenler belli korkuların esiri, Türkiye önce bu korkulardan kurtulması lazım ve demokrasiyi hak etmemiz lazım. Uğruna mücadele edip hak etmediğimiz için dolayısıyla bu hoşgörü ortamının fikirlerinin karşı karşıya gelip de gerçekten fikir zemininde birbirlerini geliştiren bir çatışmayı bu masa etrafında yapamıyoruz da birbirimizin arkasından kuyu kazıyoruz… ve devleti de burada bir araç olarak kullanıyoruz.;
Hukuku da bir araç olarak kullanıyoruz. Türkiye’nin son geldiği gün hukuk devleti yerine hâkim devleti tartışması vardır. Şu anda Türkiye; hâkim devletidir. Yargının bağımsızlığını isterken bir de bu tehlikeye işaret etmem gerekiyor. Çünkü Türkiye şu anda hukuk devleti tartışması içerisinde iken birden bire efendim meseleyi hâkimlere havale eden, bazılarının beceremeyeceği işleri, asla da yapamayacağı işleri hâkimlerin üstüne atan hukukun üstünlüğü bakımından o mahfillerin bir takım senaryolarını harekete geçirmek isteyen bir durum ile karşı karşıya. Türkiye’de her şeyden önce gerçek siyasi temsil yok; önce bunu kurmak lazım.
Tepeden inme genel başkanlar var. Kongreyle o partinin geleneğine tasallut ederek genel başkan olanlar var. Gerçek bir siyasi temsil yok. Sivil toplum unsurları gerçek sivil kurumlar değil; halkın kendi kendine o siyasi katmanlara kültürel tabakalara, siyasetin uygulama alanlarına yani yürütmeye dönüştürme kabiliyeti yok, parlamentonun nasıl oluştuğu ortada.
Vatanlarını sevdiğini iddia edenlere söylemek istiyorum. Batı Çalışma Grubu gibi yapılara… Vatanlarını bizden daha fazla sevdiklerini sanan, işte birtakım çeteleri kuranlar, Türkiye’nin Avrupa Topluluğuna girmesini istemeyen ekonomik yapılanmalar, bazıları birbiriyle içli dışlı… Sadece Türkiye’de öyle vurun abalıya türünden Abdullah Çatlı çeteleri yok; ekonomik çeteler var. Bunlar Türkiye’nin Avrupa Topluluğuna girmesini, Avrupa’yla rekabet yapmasını istemiyorlar. Siyasi yapılanma da bunlara ram oluyor. Efendim Türkiye’nin bir takım geleneksel müesseseleri de… silahlı kuvvetleri kastediyorum; özür dilerim süremi aştım ama onlara söyleyeceğim bir söz var:
Korkularınızı yenin ve Türkiye’ye güvenin, halkın değerlerine güvenin; Teşekkür ederim.

Süreyi aştınız.

_____
*Bedri İncetahtacı, o devirde Refah Partisi Milletvekili, Susurluk Komisyonu başkanı, netameli bir trafik kazasında aramızdan ayrıldı, çok iyi bir arkadaştı. Temiz insandı.
**Milli Sivil Stratejik Konsept o tarihten bir yıl sonra yayınlandı. Lütfü Şehsuvaroğlu, Milli Sivil Stratejik Konsept, Seba Yayınları Ankara 1988; 1989 TYB Fikir Ödülü kazandı.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!