“Tarihimizi tetkik ediniz. Türk’ün çektiği bütün felâketler, maruz kaldığı tehlikeler ve musibetler hep kendi öz benliğini, millî varlığını ihmâl ederek nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi nesle mensup bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendilerine reis tanıyarak onların şuursuz bir vasıtası olmak mevkiine düşmüş olmasındandır.” (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 543)
Yukarıda tırnak içinde yazılı altı çizili sözler Büyük Önder Kemal Atatürk’e ait. Büyük Türk Atatürk,tarih boyunca uğradığımız felaketlerin asıl sebebini çok veciz bir biçimde izah etmiş.
Öz benliğimizi, milli varlığımızı ihmal ederek nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi nesle mensup bulundukları belirsiz insanları kendimize reis tanımak, belki tarihin birçok döneminde meydana gelmiş olabilir. Ben, millet olarak bu affedilmez hatayı asıl Osmanlı Devleti’nin yükselme döneminin sonlarından başlayarak devam eden süreçte yaptığımız düşünüyorum.
İstanbul’un fethi sırasında Sadrazam, Fatih’in emriyle idam edilen Çandarlı Halil Paşa’dır. Çandarlı Halil Paşa’dan sonra işbaşına gelen sadrazamların büyük çoğunluğu aslen Türk değildir, devşirme ya da dönmedir.
Çandarlı Halil Paşa’dan sonra işbaşına gelen sadrazamların büyük çoğunluğunun devşirme ya da dönme olmasını hiç kimse makul ve mantıklı bir gerekçeyle izah edemez. Tarihin en eski milletlerinden olan ve tarihteki en büyük imparatorlukları kurmuş olan Türk Milleti devlete sadrazam yetiştiremeyecek kadar geri zekalı bireylerden mi oluşmuştur ki, Türk çocukları yerine devşirme çocukları ya da dönmeler cihan devleti olan Osmanlı’ya sadrazam olmuştur.
Elbette ki tarihimizi seviyoruz. Bu tarih, günahıyla sevabıyla bizim tarihimizdir. Ancak, güzel olan taraflarımızı görüp gururlandığımız gibi, eksik ve kusurlu olan taraflarımızı da görüp ibret almalıyız.
Çandarlı Halil Paşa’dan sonra Türk asıllı sadrazamlar yerine büyük çoğunlukla devşirme ya da dönme sadrazamların işbaşına gelmesinin sebebleri üzerinde durmayacağım. Bunu tarihçi arkadaşlarımız açıklasınlar. Ben, asıl bu kusurumuzun Türk Milleti açısından doğurduğu ağır sonuçlar üzerinde durmak istiyorum.
Devşirmelerin ve dönmelerin devlet yönetiminde hakim olmasıyla Türk Milleti hemen hemen saraydan dışlanmıştır. Bu öyle mertebelere ulaşmıştır ki, bir dönem sonra padişahlar kendilerine Türk kızlarını değil, aslen Sırp, Gürcü, Çerkez, Rus olan kızları eş olarak almışlardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi meşhur Hürrem Sultan, aslen Rus olup bir papazın kızıdır. Hürrem Sultan, Kanuni ile evlenmesiyle kadınlar da saray işlerine karışmaya başlamıştır. Yani, Hürrem Sultan’ın Kanuni’ye eş olması saray entrikalarının başlangıcı sayılabilir.
Hürrem Sultan, entrika yapmakta o kadar ileri gitmiştir ki, kendi oğlu Şehzade Selim’in (II.Selim) padişah olabilmesi için Kanuni’ye öz oğlu Şehzade Mustafa’yı haksız yere boğdurtmuştur. Şehzade Mustafa, Osmanlı’ya çok iyi bir hakan olabilecek derecede yetenekli ve cesur bir şehzade idi. O’nun öldürülmesiyle Kanuni’den sonra Hürrem Sultan’dan doğma II.Selim padişah oldu. II. Selim, samimi bir insan olmakla birlikte Osmanlı’ya hakan olabilecek yetenekte birisi değildi. İçine kapanık bir insandı. Ne yazık ki, II.Selim zamanında Osmanlı Duraklama dönemine girdi.
Devşirmeler-dönmeler, sadece sarayda söz sahibi olmakla kalmayıp imparatorluğun her kademesinde yönetici olarak egemenlik kurdular. Celali isyanları ile ilgili olarak okuduğum bir kitapta yazar, “Celali isyanlarının aslında devlete karşı bir hareket değil, devşirme-dönme valilerin, beylerbeylerinin, vezirlerin zulümlerine kaşı Türkmen aşiretlerinin bir savunma hareketi olduğunu” yazıyor. Ben, bu iddianın doğru olduğuna inanıyorum. Çünkü Emeviler de kendi iktidarlarını devam ettirmek için muhaliflerini devlete isyan halinde gösterip kendi kontrollerindeki din adamlarından aldıkları fetvalarla yok etme yoluna gitmişlerdi.
Kanaatimce Osmanlı’daki devşirme-dönme yöneticiler de iktidarlarını sürdürebilmek için muhalif Türkmen aşiretlerini devlete isyan ettikleri gerekçesiyle asi ilan ederek yok etme yoluna gitmişlerdir.
Celali isyanlarının bastırılması sırasında o kadar ileri gidilmiştir ki, Anadolu’da oluk oluk Türkmen kanı akıtılmıştır. Aslen devşirme olan Kuyucu Murat Paşa, öldürttüğü Türkmenlerin cesetlerini koyacak yer bulunmadığı için kuyular kazdırmış, kuyular bu cesetleri almamıştır. Bu nedenle “Kuyucu” unvanını almıştır.
Kuyucu Murat Paşa, Türk Milletine zulmeden devşirmelere sadece bir örnektir. Tarih araştırmacıları bu alanda da mutlaka araştırmalar yapıp Türk Milletinin devşirmelerden-dönmelerden çektiği acıları gün yüzüne çıkartmalıdırlar.
Osmanlı Devleti’nde özellikle gerileme döneminde öz benliğimizi, milli varlığımızı ihmal etmemiz neticesinde ticaret ve sanayi azınlıkların eline geçmiş, Türk insanı öz vatanında parya haline düşmüştü. Memleketin bütün zenginlikleri azınlıkların ve yabancıların elinde idi. Türkler, ancak çiftçilik ve askerlik yapabiliyorlardı.
İşin belki de en acı yönlerinden birisi de gene bu dönemde Türk olmayan herkes kendi etnik kimliğiyle öğünürken, sadece biz Türkler “Aman ha! İmparatorluk dağılmasın.” avuntusuyla Türk olduğumuzu bile söylemekten çekinir hale gelmiştik. Bu konuda çok trajik iki olayı sizlere anlatmak istiyorum.
Birincisi şöyle: II.Abdülhamit’in padişahlığı sırasında bir yaz günü aslen Arnavut olan başbahçıvan, Türk asıllı olan yardımcısına işini eksik yaptığı gerekçesiyle “Pis Türk” diye hakaret eder. Açık olan pencerelerden Sultan ABDÜLHAMİT bunu duyar, başbahçıvanı çağırtır. O’nu “Unutma ki senin efendin de Türk”tür.” diye şiddetli bir şekilde azarlar.
İkinci olay: Osmanlı’nın son döneminde Ahmet Vefik Paşa Bursa’ya vali olarak tayin edilir. Göreve başladığı gün üst düzey devlet memurları ve eşraf ile tanışma toplantısı yapılır. Aslen Türk olmayanlar büyük bir gururla örnek olarak “Ben,Arnavut Ahmet.”, ”Ben,Arap Mustafa.”, ”Ben,Çerkez Reşit.” vb. ifadelerle kendilerini tanıtırlar. Sıra bir ihtiyara geldiğinde İhtiyar, sadece adını söyler, fakat etnik kimliğini söylemez. Bu, Ahmet Vefik Paşa’nın dikkatini çeker. İhtiyara etnik kimliğini sorar. İhtiyar gene söylemez. Paşa, ısrar edince ihtiyar çekinerek Türk olduğunu söyler. Bunun üzerine Ahmet Vefik Paşa ihtiyara çekinmesine yer olmadığını, kendisinin de Türk olduğunu söyleyince ihtiyar oldukça şaşırır ve paşaya şöyle sorar.
-Hakikaten paşam, Türk’ten paşa olur mu?
Ahmet Vefik Paşa
-Sen ne diyorsun amca Türk’ten padişah bile olur. Diye cevap verir.
Devlet yönetimini ele geçiren devşirme ve dönmelerin etkisiyle özellikle Osmanlı Devleti’nin duraklama ve gerileme dönemlerinde Türk Milleti için Etrak-ı bi idrak (İdraksiz, anlayışsız Türk) nitelemesi yapılır hale gelmişti. Aslen Türk olanlar dahi bu nitelemeden çekindikleri için kendilerini “Türk” olarak değil, “Osmanlı” veya “Şehirli” gibi sıfatlarla tanıtıyorlardı. Bu vaziyet, öz benliğini unutan büyük birr milletin kendi öz yurdunda ikinci sınıf insan muamelesi görmek durumuna düşmesinin hazin bir göstergesidir.
Osmanlı’nın son döneminde öz benliğimizi,milli varlığımızı ihmal etmekte o kadar ileri gittik ki, Balkan Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti’nin dışişleri bakanı Gabriel NARODUNKYAN adlı bir Ermeni idi. Bu Ermeni Dışişleri Bakanı, Balkanlar’da Osmanlı’ya karşı bir hareket olmadığını söylüyordu. Kısa bir süre sonra Balkan Savaşı başladı ve Osmanlı Devleti bu savaş sonunda Rumeli’deki topraklarının çok büyük bir kısmını kaybetti.
Milyonlarca Müslüman Türk acımasızca katledildi. Gene, Osmanlı Devleti’nin son döneminde yurdışında görevlendirilen büyükelçilerin ve büyükelçilik personelinin yarıdan çoğu Rum ve Ermeni idi. Koskoca Osmanlı, çıkarlarının korunması için Türk tebası yerine Rum ve Ermenilere güveniyor, görev veriyordu.
Devşirme ve dönmelerin Türk’e verdiği zararlar konusunda en son ve en hazin örnek Damat Ferit Paşa’dır. Evet,yanlış okumadınız. Türk tarihinin en hain adamı olan Damat Ferit, bir dönmedir. Kanaatimce, tarihçiler Osmanlı’nın yıkılma sebeblerini yazarken bu hususları mutlaka dikkate almalıdırlar.
Cumhuriyet kurulunca Büyük Türk Atatürk, neredeyse kimliğini unutmuş olan Türk Milletine TÜRK KİMLİĞİNİ yeniden kazandırdı. Yeniden kendine güvenmeyi öğretti. Bence, Atatürk’ün Türk Milleti’ne yaptığı en büyük hizmet budur. Atatürk’le biz Türk gibi yaşamayı, Türk gibi düşünmeyi, kendimize güvenmeyi yeniden öğrendik.
Büyük Atatürk, “kendi öz benliğini, millî varlığını ihmâl etmek suretiyle nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi nesle mensup bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendisine reis tanıyarak onların şuursuz bir vasıtası olmak mevkiine düşmüş olmak” tehlikesine yeniden düşmesini önlemek için Büyük Nutuk’ta milletimize “AZİZ MİLLETİME TAVSİYEM ODUR Kİ, BAŞINA GEÇİRECEĞİ ADAMLARIN KANLARINDAKİ VE VİCDANLARINDAKİ CEVHERİ ASLİYİ TAYİN ETMEKTEN BİR AN OLSUN UZAK DURMASIN !” diye çok önemli bir uyarıda bulunmuştur.
Atatürk’ün bu uyarısına ne kadar uyduk? Yazının hacmi elvermediği için bu hususun muhasebesini burada yapmak mümkün değildir. Atatürk’ten günümüze kadar meydana gelen siyasi-sosyal gelişmeleri dikkate alarak bu muhasebeyi yapma işini siz değerli okuyucularıma bırakıyorum. Muhasebemizi doğru yaparsak ileriye daha güvenli bakabileceğimiz tabiidir. Yanlış yaptığımız takdirde ise atalarımızın uğradığı felaketlere bizim de uğramamız mukadderdir.