Dolardaki yükselişi “tankla yapamadıklarını dolarla yapmaya çalışıyorlar” yaklaşımı gerçeği bütünüyle anlatmıyor. Dolardaki yükselişin nedeni değil nedenleri vardır. Bu yalnızca dış kaynaklı değil aynı zamanda ekonominin yapısı ve iç dinamiklerle yakından ilişkilidir.
Doların yükselmesinin nedenleri!
Doların yükselmesinin dış nedenleri arasında şu gelişmeleri saymak mümkündür: FED’in kararları, Trump’un ABD’de başkan seçilmesinin neden olduğu belirsizlik, Kredi derecelendirme kuruluşlarının kararları, AB’nin Türkiye ile yürüttüğü müzakereleri geçici olarak askıya alması vb.
Doların yükselmesine etki eden iç nedenler arasında ise; TSK’nın Irak ve Suriye’de yürüttüğü operasyonlar, terörle yürütülen kanlı mücadele, 15 Temmuzun meydana getirdiği artçı sarsıntılar, Başkanlık Sistemi tartışmaları, OHAL’in sürmesi ve KHK’ların etkisi vb.
Bu iç ve dış faktörlerin yanından ekonominin yapısal durumu, tek yanlı bağımlılık, israf, verimsizlik, tasarruf yetersizliği, yabancı yatırımlardaki azalma vb. birçok faktör doların yükselmesini üreten şartlardır.
Sorun dolar değil ekonomik yapıdaki çarpıklıktır.
Üretmeden tüketme üzerine kurulu ekonomi!
Ekonomisini kendi fiziki, insani ve entelektüel kaynaklarına dayandırmayan hiçbir ülkenin geleceği yoktur. Ekonomiyle ilgili her şeyin gerçekte üretime dayalı olduğunu herkes bilir. Üretim, üretkenlik, verimlilik, etkililik esasına dayanmayan ekonomik yapı sürdürülebilir değildir.
Yabancıların parasıyla, faizle, döviz borçlanarak, yabancı ülkelerde üretilen malları ithal etmek ve bunu da vatandaşları faizle borçlandırarak tüketmekten ibaret bir büyüme hormonludur. Cari açık ve dış ticaret açığıyla sonsuza kadar bir ekonomi yürütülemez.
Hiç kimseye üretmeden tüketme özgürlüğü verilemez. Gelirinden fazla gider yapma hakkı diye bir hak yoktur. Kazandığından fazlasını harcayanlar aradaki farkı özgürlüklerinden taviz vererek kapatmak zorunda kalırlar.
Türkiye’de hâkim olan ekonomik anlayış üretme yerine tüket, imal etme yerine ithal et, tasarruf etme yerine borç et, icat etme yerine taklit et esası üzerine kuruludur. Bu ekonomik model Türkiye’nin geleceğini ipotek altına sokmuştur. Böyle bir modelle ancak ticaret ve tüketim toplumu yaratılabilir.
Mevcut iktidar, uzun yıllar üretim-tüketim dengesini kurmak gibi, gelir-gider makasını kapatmak gibi bir gerçeği sorun olarak görmemiştir. İthalat-ihracat, yatırım-tasarruf dengesini gözetmemiştir. İktidar sıcak para, kaynağı bilinmeyen milliyetsiz para ve cari açık güzellemeleriyle durumu idare edivermiştir.
AKP iktidarı uyguladığı ekonomik modelde önceliği tüketim, ithalat, ticaret, özelleştirme ve satmaya vermiştir.
Bu manada bir ülke halkına yapılacak en büyük kötülük o halkı ticaret ve tüketim toplumu olmaya zorlamaktır. Üretmeyen, yalnızca ithal ettiğini ihraç eden ve borçla tüketim ihtiyacını karşılayanlar eninde sonunda alacaklıların önünde diz çökmek zorunda kalırlar.
İthalat çöplüğü!
Türkiye uzun yıllardan bu yana ‘ne olursa olsun yeter ki ithal olsun’ mantığıyla hareket etmektedir. Bu mantıktır ki hayvancılık ülkesi Türkiye’yi hayvan ithal eder hale getirmiştir. Kurban bayramında kurban ihtiyacı ithal ile karşılanır olmuştur. Bakliyat ülkesi Türkiye bakliyat ithal eder, meyvecilik ülkesi Türkiye, meyve ithal eder haldedir.
AKP iktidarı Türkiye’yi üretim değil “tüketim”, imal eden değil “ticaret” yapan bir topluma dönüştürmüştür. Bugün Türkiye’si kredi kartı ile satın alan, ithal ettiğini satarak ticaret yapan ve sınırsız bir biçimde tüketen insanlar topluluğu haline gelmiştir.
Bilgisayar, cep telefonu, otomobil ve kerameti kendinden menkul çeşitli aygıtlar ciddi ithalat kalemlerini oluşturmaktadır.
Türkiye tam anlamıyla bir ithalat çöplüğüne dönüşmüştür.
Üretmediğini tüketen, kazanmadığını harcatan, ihraç ettiğinden daha fazlasını ithal ettiren bir ekonomi sağlıklı değildir. Ekonomide üretim, verimlilik, kârlılık, etkinlik, rasyonellik gibi ilkelerin terki ise ekonomik krizin ayak sesleridir. Toplumlar ürettikleri kadar özgürdürler.