Seçim kampanyası sırasında hırçın, agresif, marjinal ve dobra söylemleri büyük kaygı yaratmıştı. Trump, sözlerini eğip-bükmüyor, sansürlemiyor, içinden geldiği gibi konuşuyordu. Aslında Clinton ile Trump aynı şeyleri farklı biçimlerde söylüyorlardı. Clinton ABD’nin bilinçaltı, Trump ise bu bilinçaltının bilinç üstüne çıkmış haliydi. Trump’ta farklı olan yalnızca üsluptu.
Sinsilik en kötü siyasettir!
Trump ABD’de başkan seçildi. Bu durum bütün Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir tedirginlik yarattı. Tedirginliğin haklı nedenleri de vardı. Çükü O, Meksika sınırına duvar örmek gerekeceğini, ülkeye göçmen ya da turist olarak girmek isteyen Müslümanların engellenmesi gerektiğini söylemesi ile cinsiyetçi söylemleri Trump’ın şiddetli biçimde eleştirilmesine neden olmuştu. Sonuçta bu sözleri Onun göçmen, Müslüman ve kadın düşmanı ilan edilmesine yetmişti.
Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto, ABD’deki Meksikalı göçmenleri sınır dışı etmekle tehdit eden Trump için “Başvurduğu retoriklerle Mussolini ve Hitler’in iktidar oldukları tarihi dönemleri anımsatıyor” diyecekti.
Sinsilik en kötü siyasettir. Söylemde övmek eylemde dövmek çok daha tehlikelidir.
Obama, Bush ya da Trump fark etmez!
Dünya ABD başkanlarının her türlüsünü gördü. ‘Irak’ta kitle imha silahı var’ diyerek Irak’ı yakıp yıkan Trump değildi. Obama gibi “umut” olarak ilan edilen bir başkan döneminde ABD ortak hareket etmedik terör örgütü bırakmadı. Terör örgütü PYD’yi Türkiye’ye tercih ederek Rakka operasyonunu onunla birlikte başlatan da Trump değildi.
Clinton, başkan Obama’nın 8 yıldır Türkiye ve Ortadoğu’ya yönelik olarak yürüttüğü politikayı aynen sürdüreceğini açıklamıştı. Dahası başkan seçilirse PYD’yle işbirliği yapmaya ve silah vermeye devam edeceğini açıklamıştı.
Herhangi bir ülkede -buna ABD de dahildir- kimin başkan olacağı üzerine siyaset bina edilmez. Aksine hangi ülkenin başına kim gelirse gelsin Türkiye her şart altında ulusal çıkarlarını koruyacak konumda olmalıdır.
Trump sanıldığı gibi dünyanın değil ABD halkının sorunudur!
Hiçbir ABD başkanı Türkiye için hayır dua okumaz!
Özal’dan bu yana Türkiye ABD ilişkileri, Özal-Bush ya da Erdoğan-Obama ilişkisi gibi kişiden kişiye ilişki olarak pazarlanıyordu. Bu doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Devletten devlete ilişkilerin kişiden kişiye ilişkilere indirgenmesi en büyük yanlıştır. Nitekim Özal rahmetli olduğunda çok samimi ilişkileri olan Baba Bush cenazesine bile gelmemişti.
ABD’de başkan değil devlet ve kurumlar etkilidir. Bütün başkanların öncelikleri ABD’nin çıkarlarıdır. ABD de başkanların değil devletin politikalarının sürekliliği esastır. Türkiye’yi yönetenler küresel güçle ilişkilerinde ABD’nin başkanına değil kendine ve halkına güvenmelidir. Johnson’ın mektubundan Obama’nın PYD’li askerlerine kadar hiçbir ABD başkanının Türkiye için hayır dua okumadığını bilmek gerekir.
Trump’ın şu sözlerinin altı çizilmelidir!
Trump, New York Times’a verdiği röportajda, başkan seçilmesi halinde Türkiye gibi müttefik ülkelerde yapıldığı öne sürülen insan hakları ihlallerine müdahale edip etmeyeceğine dair bir soru sorulur.
Onun bu soruya şöyle bir cevap verir: “ABD’nin başka ülkelere baskı yapmadan önce kendi bozukluklarını düzeltmesi gerekir.” Dahası Trump, “Bence başkalarına nutuk atma hakkımız yok. Ülkemizde olup bitenlere bir baksanıza! Birileri polis memurlarını soğukkanlılıkla vururken, nasıl başkalarına ders verebiliriz ki?”
Bu sözlerin altı çizilmelidir!
ABD de Trump’ın ya da Clinton’ın başkan olması fark etmez. ABD’nin Türkiye’nin jeopolitiğini şekillendirmeye devam etmesi farklılık yaratır.
En ılımlı başkan olarak nitelenen Obama döneminde ABD okyanus ötesinden gelerek Musul’a ve Rakka’ya müdahale ediyor. Türkiye’ye de Başika’dan çık, PYD ortağımız diyor. Şahin Trump bunun ötesinde ne diyecek?