Bu makale, yetimliği bir eksiklik olarak değil, hayata karşı erkenden kazanılmış bir olgunluk ve direnç biçimi olarak tanımlamaktadır. Yazar, ebeveyn kaybı yaşayan bireylerin kimseye muhtaç olmadan ayakta kalma becerisini ve bu durumun getirdiği sessiz ama derin onuru vurgular. Yetimlerin insan ilişkilerindeki gözlem gücü ve sahteliği fark etme yeteneği, onların hayata karşı geliştirdikleri güçlü bir hayatta kalma refleksi olarak sunulur. Metne göre bu kişiler, sevgiyi zorlamayan, sessizliğin gücüne inanan ve sınırları ihlal edildiğinde geri dönmeksizin mesafe koymayı bilen bir karaktere sahiptir. Nihayetinde bu kaynak, yetim kalmanın ruhu kırmadığını, aksine kişiyi vaktinden önce tamamlanmış ve güçlü bir bireye dönüştürdüğünü savunur.
Yetimlik bir eksiklik değildir; insanın hayata biraz erken uyanmasıdır. Bazıları hâlâ korunurken, bazıları çoktan ayakta durmayı öğrenir. O yüzden yetimlik, boşlukla değil; erken yüklenen bir ağırlıkla tanımlanır.
İnsan bazı şeyleri kitaplardan öğrenir, doğru… ama bazı hakikatler yalnızca yoklukta belirir. Ve o hakikatler bağırmaz; içe çöker.
Bir yetim, kimseye muhtaç görünmemeyi çok erken öğrenir. Bu bir gurur değildir; bir refleks, bir hayatta kalma biçimidir. Yardımı küçümsemez ama ona yaslanmaz. Gerekirse alır; fakat başını eğmeden, kendini eksiltmeden. Çünkü bilir: insanın asıl dayanağı, kimse yokken de ayakta kalabilmektir.
Sahip olduklarının çokluğuyla konuşmaz. Kaybettiklerinin ona öğrettiklerini taşır. O yüzden azla yetinir, sessizliğe alışkındır. Gösterişten uzak durur; çünkü bilir ki en derin izler, en sessiz yerlerde bırakılır. Kalabalıkta parlamaz ama karanlıkta yolunu bulur.

Sevilmeyi talep etmez. Gelirse şükürle karşılar, gelmezse zorlamaz. Kimseyi ikna etmeye çalışmaz; çünkü zorla tutulan hiçbir şeyin kalıcı olmadığını erken öğrenmiştir. Bu yüzden vedaları dramatik değildir. Noktayı koyduğunda kapıyı çarpmaz. İçinden bir şey daha eksilir belki, ama dışarıya taşırmaz. Bitti mi, bitmiştir.
İnsanları iyi okur. Ses tonundaki küçücük değişimi, bakıştaki tereddüdü, beden dilindeki uzaklaşmayı hemen fark eder. Ama yüzüne vurmaz. Susar. Bekler. Hafızasına yazar. Bazen yalan söylenmesine bile izin verir; çünkü gerçeği bilmediğinden değil, karşısındakinin neye dönüşeceğini görmek istediğindendir.
Sesini yükseltmez. Çünkü bilir ki bağırmak geçicidir; sessizlik kalıcıdır. Affeder… ama aynı şey tekrar ediyorsa, bunun bir hata değil, bir tercih olduğunu anlar. Ve işte o noktada geri dönmez. Hafızası, onun en sessiz ama en güçlü kalkanıdır.
İyidir. Anlayışlıdır. Sabırlıdır. Ta ki biri bu iyiliği zayıflık sanana kadar. O an öfkelenmez, hesap sormaz. Sadece mesafeyi koyar. Açıklama yapmadan çekip gitmeyi öğrenmiştir. Çünkü bazı gidişler, söylenen bin cümleden daha ağırdır.
Yetim, kırık değildir.
Sadece hayata erken tamamlanmış bir kalple başlamıştır.