Nadim Macit
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Dünya-Sistemleri ve Din Ekseninde ‘Ekümenik Patrik’ ve Ruhban Okulu

Dünya-Sistemleri ve Din Ekseninde ‘Ekümenik Patrik’ ve Ruhban Okulu

0
Paylaş

Bu makale, Fener Rum Patrikhanesi (FRP) ve Heybeliada Ruhban Okulu tartışmasının, özünde dini özgürlüklerden ziyade siyasi ve hukuki bir mesele olduğunu savunmaktadır. Metin, FRP’yi Soğuk Savaş’tan başlayarak günümüze kadar ABD ve Batı merkezli güçlerin jeopolitik çıkarları doğrultusunda Ortodoks dünyayı kontrol etme stratejisinin bir parçası olarak değerlendirir. Yazar, Patrikhanenin temel amacının, uluslararası destek alarak ekümenik sıfatını Türkiye’ye kabul ettirmek ve Ruhban Okulu’nu devlet denetiminden uzak, ayrıcalıklı bir statüde yeniden açmak olduğunu belirtmektedir. Bu durumun, FRP ile Rusya’daki Moskova Patrikhanesi arasındaki Ortodoks dünyayı temsil etme mücadelesini derinleştirdiğine dikkat çekilirken, Patrik’in “çarmıha gerildim” gibi söylemlerinin küresel güçlerin Türkiye üzerindeki baskısını artırma amacı taşıdığı ileri sürülür. Ayrıca, Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasındaki üst düzey yakınlaşmaların ve Papa ziyaretlerinin, Hristiyan birliği misyonunu ilerletme ve Türkiye’yi Batı’nın politik eksenine bağlama çabalarıyla ilişkilendirildiği vurgulanmaktadır.

 

GİRİŞ

Ekümenik Patrik ve Ruhban Okulu meselesi ‘din veya dini özgürlükler’ konusu olmaktan daha çok siyasi ve hukûkî bir konudur. Meseleyi sadece din ve dini özgürlükler bağlamında değerlendirmek Fener Rum Patrikhanesi’nin tarihi ve siyasi sicilini, bu konuda geçerli olan hukûkî esasları ve kararları yok saymaktan, ‘dünya sistemini biçimlendiren ve geleceği planlamak isteyen güçlerin politik-stratejik amaçlarını meşrulaştırmaktan öteye geçmez. Konunun ‘din ve dini özgürlükler alanına taşınarak tartışılması’ Hıristiyanlığın iç meselesi olduğunu telkin etmeye ve Türkiye’nin müdahil olmasını şaibeli göstermeye yöneliktir. Meseleye siyasi içerik yüklendiği için Ekümenik Patrik ve Ruhban Okulu meselesini ‘Dünya Sistemleri ve Din’ ekseninde tartışmak gerekir. Siyasi içeriğinin ağırlıklı olmasına karşın Türkiye’de bulunan bir kurumun varlığı ve talepleri hukukun konusudur.[1] Hukûki duruma bazı atıflarla birlikte bu meseleyi ‘dünya-sistemleri ve din’ yani teo-stratejik ele almamız tartışmaya yeni bir boyut kazandıracaktır.

Soğuk Savaş döneminde ABD ve SSCB cepheleşmesi ve dünyanın iki güç tarafından parsellenmesi ve kontrol edilmesi bağlamında Ortodoks dünyanın durumu açısından Fener Rum Patrikhanesi özel bir yer edinmiştir. 1945-1990 arası durum, belirtilen cepheleşme ve güç mücadelesi bağlamında değerlendirilmesi gereken bir konudur. 1990 sonrası, yani küresel Sistem ve üçüncü bin yıl misyonu açısından meseleye bakılırsa Moskova Patrikhanesini baskı altına alarak, ikna ederek· FRP’yi Ortodoks dünyanın merkezi yapma faaliyetinin· giderek ağırlık kazandığı görülür. Çünkü Küresel Sistem’in dünya tasavvuru, yani kültürel boyutu ve nihai hedefleri açısından üçüncü bin yıl misyonu bunu zorunlu kılmaktadır.

Patrik Bartholomeos’un ‘çarmıha gerildim’ sözü, meseleyi uluslararası boyuta taşıyarak Türkiye üzerindeki baskıyı artırmaya yöneliktir. Türkiye, dünya ile birlikte hareket etmeyi ABD, AB politikalarına bağlanmak şeklinde anladığı için baskı ivme kazanarak derinleştirmektedir. Bartholomeos’un son derece kaba hakaret ve aşağılamalarını görmezlikten gelerek meseleyi amaçlı olarak din özgürlüğü kapsamına çekmek de ABD politikalarının bir uzantısıdır. Türkiye’nin dayandığı hukûkî temeller ve kararlar açısından yapay ve gerçek dışı bir gerekçedir. Küresel sistemin parçası olmayı tarihi doğru olarak anlamak şeklinde takdim edenlerin Patriği mağdur ve masum gösterme çabaları açılım inşa etmeye yöneliktir. FRP’nin gönüllü avukatı K. Hatemi meseleyi AHİM’e götüreceklerini ilan ederek söz konusu sinyali vermiştir.· Patrik’in Türkiye’de çarmıha geriliyorum sözü ‘Medya, Aydın ve Siyasi Aktörler’ çerçevesinde karşılığını bulmuş ve FRP açılımı devreye sokulmuştur. AB ve ABD diplomat ve politikacılarının söz konusu meseleyi sürekli olarak ve her mahfilde gündeme getirmeleri ve ardından Bartholomeos’un Hıristiyan dünya tasavvurunu ve geleceğini ifade eden temalar üzerinden meydan okuması Türkiye’yi dini-politik oyunun parçası haline getirmiştir.

Tam bu noktada cevabı aranması gereken soru şudur: Ekümenik Patrik ve Ruhban Okulu’nun açılması neden ABD ve AB tarafından küresel gündemin demirbaş konusu yapılmaktadır?  Eğer bu mesele iddia edildiği gibi dini eğitim meselesi ise ‘din adamımız kalmadı, Ruhban okulumuz açılsın’ talebine ‘devlet denetimi olmasın’ istisnası niçin eklenmektedir? Hepimiz biliyoruz ki ülkemizde devlete tabi olmayan bir din eğitimi kurumu yoktur. Anayasa’nın 24. Maddesine göre ‘Din, ahlak eğitimi ve öğretimi devletin gözetimi ve denetimi altında yapılır.’ Hukûkî durumu belirleyen esas bu olduğuna göre istisna ve imtiyaz talebinin altında ne yatmaktadır. Ayrıca ‘ekümenik patrik ve ruhban okulu’ neden bir arada sunulmaktadır. Ekümenik Patrik konusunun dini değil, siyasi bir mesele olduğu tarihi ve dini verilerle sabit olduğu halde· Hıristiyan geleneğinde ruhani iktidarın hâkimiyetini ve kontrolünü sağlayan bu mesele neden günümüz Türkiye’sinin önemli bir konusu yapılmaktadır.

Yukarıdaki sorular üzerinde biraz düşünürsek karşımıza: Dünya Sistemleri ve Din ilişkisi çıkar. Uluslararası güç mücadelenin önemli bir aracı yapılan dinin politik ve stratejik bağlamda önemli bir yeri ve bunun da belli mekânları ve araçları olduğu giderek açıklık kazanmaktadır. Soğuk Savaş döneminde Ortodoks geleneğinin Batı kanadını temsil eden Patrikhane batılı güçlerin politik ve stratejik mekânlarından ve araçlarından birisi olmuştur. Özellikle 1990’dan sonra sıkça gündeme taşınan ekümenlik talebi ise aynı güç yörüngesinin dünya hâkimiyeti projesi ve üçüncü bin yıl misyonuyla doğrudan bağlantılıdır.  Patrikhane bu yolla bağımsız olmayı ve gücünü uluslararası hale getirmeyi amaçladığı kesindir. Böyle bir rolü üstlenen Patriği, Türkiye’nin kontrol etmesi zordur. Zaten batılı merkezi güçlerin Patrik Bartholomeos ile kurdukları ilişkinin mahiyetine bakılırsa siyasi açıdan bir devlet başkanı konumuyla denk tutulduğu görülür.  Patrikhane konusunda ABD ve AB’nin Türkiye’yi baskı yapmalarının sebebi ekümen bir patrikhaneyi küresel sistemin ve üçüncü bin yıl misyonunun parçası yapmaktır. Uluslararası niteliği olan patrikhane ile Rusya’nın bölgedeki Hıristiyan unsurlar üzerindeki etkisini bertaraf etmeyi ve Moskova Patriği’ni de bu sürece dâhil etmeyi amaçladıkları anlaşılmaktadır. Meselenin dini ve siyasi boyutunu bilmeyen bazı aydınlar Osmanlı Devleti’nin bu konudaki tavrını delil gösteriyorlar. Tarihi atomik bakışla okuyan bu kesim, Osmanlı Devleti’nin gerileme sürecine girdiğinde Balkanlar’da neler olup bittiğini, milli mücadele döneminde Karadeniz ve Ege’de olanları, şu süreçte dünyanın seyrini ve Türkiye’ye dayatılan açılımların ne anlama geldiğini göremiyor. Güncel çıkar çizgisini takip eden akıl, ötekine hakaret ederek dönüşen zihniyet, kendi varlığını güce bağlanmakla izah eden siyasi akıl bu gerçeği görmekten acizdir.

            I-Soğuk Savaş Döneminde Ekümenik Patrik ve Ruhban Okulu

Dünya-Sistemleri ve Din ilişkisi teo-strateji kavramının açılımıdır. Her iki dünya sistemi (Soğuk Savaş / Küresel Sistem) açısından Fener-Rum Patrikhanesi Ortodoks dünyanın batılı kanadını temsil etmektedir. Patrikhane’nin konumu her ne kadar Lozan antlaşması sonucunda azınlıklara ait herhangi bir kilise seviyesinde tutulsa da Soğuk Savaş’ın başlangıcından itibaren faaliyet alanını genişletmeye başladığı bir gerçektir. Hukukî duruma aykırı olarak etkinlik alanını genişletmesi İki Kutuplu Dünya Sistemi’nin cepheleşme mantığına dayalı politikanın bir ürünüdür.· Türkiye’nin batı bloğu içinde yer alması ve ABD’nin SSCB’ye karşı Patrikhane üzerinden politika geliştirmesi bunda etkili olmuştur. Truman Doktrini’nin özgür ülkelere yardım etme kalıbından hareketle Türkiye’ye sağladığı imkânlar[2] Patrikhane’nin ABD politikalarına uygun faaliyetleri görmezlikten gelinmiş ve hatta belirtilen politik ilişki Patrikhane’ye dönük politikaları belirlemede etkili olmuştur.

Dünyanın iki güç bloğu tarafından parsellenmesi ve kontrol edilmesi etrafında şekillenen dünya politikası içinde Türkiye’nin ABD tarafında yer alması, ABD’nin SSCB’ye karşı mücadelesinde Patrikhane özel bir yer edinmiştir. Belirtilen ‘dünya politikası gereğince’ ABD vatandaşı, hatta elemanı olan Athenagoras hukûkî esaslara aykırı olarak bir gecede patrik olmuştur. ABD vatandaşı olması patrik olmasına hukukî açıdan engel teşkil ettiği halde bizzat siyasi iktidar tarafından kimlik düzenlenmiş ve Türk vatandaşı yapılmıştır. ABD’nin desteğiyle Vatikan’la irtibata geçen Athenagoras verdiği beyanatlarla daha önce belirlenen hukûkî sınırları aşmakla kalmamış, 1949 yılından itibaren Türkiye’deki metropolit sayısını artırmaya başlamıştır. Athenagoras’ın ABD’nin desteğini alarak Yunanistan’la kurduğu sıkı ilişki sayesinde Girit ve Aynaroz’u Patrikhaneye bağlamıştır. Devletin iznine bağlı olarak yapılması mümkün olan bu iş, Patrik’in onayı ile yapılmıştır. Üstelik “Athenagoras ABD ve Kanada’ya Yakovas’ı göndererek burada yaşayan Rumları organize etmiştir. Bunlar, Rum senatörleri ABD senatosuna seçtirip, Türkiye’ye karşı bir lobi kurmuşlardır. [3] Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı güçlendiren, fakat her ikisinin batı bloğu içinde yer almasını arzulayan ABD, Patrikhane’yi siyasi amacının bir parçası yapmıştır.

İki kutuplu dünya sisteminin başlangıcından itibaren FRP’nin yaptığı işlerin herhangi bir hukûkî metnin sınırlarına sığdığı söylenemez. Sözgelimi Patrik, Kıbrıs konusuna dâhil olmuştur. Patrik bu yöndeki fikirlerini batıda etkili olan bazı önemli dergilere açıklamıştır. Nitekim Time ve Fortune dergisi yazarı R. Winterral şöyle der: Böyle bir siyasi işin, bir din adamının siyasi mantosu altında idare edildiği nereden bilinsin. Önce Kıbrıs Rumlarını, sonra Yunan halkını Türkiye ve İngiltere aleyhine tahrik eden, aslında ruhani bir vazifeyle mükellef bulunan Athenagoras’tır.[4] Böyle bir faaliyete ne Osmanlı Devleti’nin yayınladığı Nizamnameler ne de Lozan antlaşması sonucunda dini azınlıklar için oluşturulan hukûkî metinler izin verir. Çünkü Lozan’da yapılan tartışmaların sonucunda Fener-Rum Patrikhanesi’nin İstanbul’da yaşayan Rum azınlığı için dini hizmetlerini yerine getirme şartıyla İstanbul’da kalması karara bağlanmıştır. [5] Böyle olmasına karşın FRP gerek kutsal meclise atanacak metropolitlerin Türk vatandaşı olma şartını ihlal etmesi gerekse yapılan atamalarda devletin rolünü üstlenmesi, bazı uluslararası ilişkilerde dış ülkelerden yana vaziyet alması hangi hukukla açıklanabilir?

Kenar / Kuşak teorisi bağlamında şeride yerleşen Türkiye, batı politikalarına açık hale geldiği için, tarihi hafızasını yitiren aydınlar aynı mahfillerden telkin edilen görüşleri tekrar etmektedirler. Mesela “Patrik, dünyadaki bütün Ortodoksların lideri gösterilmekte ve bu kadar güce sahip olan bir ruhani reisin siyasete karışmasının doğal olduğu savunulmaktadır.”[6] Bazen hoşgörü üzerinden, bazen reel durumu istismar ederek İslami değerler adına zihinlere yerleştirilen bu görüşün demokratik kültürle ve dini özgürlükle hiçbir alakası yoktur. 250 milyon Ortodoks dünyanın ruhani reisi sözü hem tarihe hem mevcut duruma aykırıdır. Anılan nüfusun yarısı Moskova Patrikliğine bağlıdır. Moskova, Fener Patrikhanesi’nin ekümenik olduğunu kabul etmez bu bir. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Patriğin izlediği siyasetin Yunan mefkûresini ve ideallerini gerçekleştirmeye yönelik olduğu müsecceldir bu iki.[7] Milli Mücadele döneminde Patrikhane’nin uyguladığı politika herkes tarafından çok iyi bilinmektedir. Dünya siyaseti ve güç dengeleriyle alakalı olan bu meselenin faturasını bu millet ağır bir şekilde ödemiştir. Şimdi, Türk Milleti’nin önüne aynı dille ve aynı gerekçelerle yeni bir fatura koymanın zemini oluşturulmaktadır.

Dış desteği arkasına alan ve siyasi iktidarları baskı altında tutan Patrikhane, dış mahreçli dile sahip aydınların katkılarını yanına alarak her geçen gün sınırları zorlamaktadır. Hükümetler ise bu tutum ve tavırlar karşısında çoğu kere susmuş, bazen de göstermelik demeçler vermekle yetinmişlerdir.16 Mart 1964’te bazı kararlar alınsa da, belli döneme ve duruma ait bir duyarlılığın ötesine geçmemiştir. Bu nedenle Patrikhane’nin gayri resmi tutumları ve hukuka aykırı işlemleri teamül haline gelmiştir. 21 Şubat 1946’da Fener Patriği olarak seçilen Maksimos’u Sovyet yanlısı olduğu gerekçesiyle 1948’de istifa ettiren Amerika’nın, onun yerine Kuzey ve Güney Amerika Başpiskopusu Athenagoras’ı acilen Türk vatandaşlığına aldırıp Fener-Rum Patriği yapması bunun açık kanıtıdır. Daha önemlisi bu kişi patrik olur olmaz CIA güdümlü Evangelist lider Frank Buchman tarafından ziyaret edilmiştir. Üstlendiği görevden dolayı Athenagoras’ı kutlamıştır. Athenagoras bu buluşmada Buchman’ın görevine ve rolüne gönderme yaparak, bazı imalarda bulunmuş ve izlenen stratejiye bağlı olduğunu ifade etmiştir. [8] Sadece bu durum bile Patrikhane’nin Batı’nın Truva atı olduğunu göstermek için yeterlidir.

Patrikhane, evangelik hareketin başlattığı ekümenizm adı altında oyunun ikinci sahnesini oynamaya başlamıştır. Bu harekete dolaylı olarak öncülük eden Patrikhane ortak misyon, kiliseler birliği ve Hıristiyanlığın tarih tasavvurunu gerçekleştirme adına ekümeniklik meselesini uluslararası alana taşımıştır. Anılan hedefleri gerçekleştirmek için çeşitli toplantılar yapmıştır. 1948’de Dünya Kiliseler Birliği (WCC) kurulmuştur. 1954’te Katolik Papaz George Tavard bu toplantıya resmen katılmıştır. Ortodoks ve Protestanların katıldığı bu toplantılara 1957’den itibaren Vatikan’da iştirak etmeye başlamıştır. 1964’te Papa VI. Paul ile Patrikhane’nin başı Athenagoras Kudüs’te buluşmuşlardır. [9] Böylece iki kilise arasında asırlarca devam eden düşmanlık sona ermiştir. Ekümenizm adı altında yapılan bütün toplantılara katılan her patrik, ekümenik olduğu görüşünü seslendirmiş ve diğer kiliselerin desteğini sağlamaya çalışmıştır. Kabul etmek lazım ki 1964’te gerçekleşen buluşmayla birlikte Patrikhane-Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki ilişki yön değiştirmiştir. Bir anlamda anılan tarih, Türkiye’nin yeni bir döneme girdiğini gösteren tarih olmuştur.

Patrik Athenagoras ve Papa VI. Paul’un kişilikleri ve özel bağlantıları birlikte düşünülürse yeniden buluşmanın ne anlama geldiği anlaşılır. Hem konum hem de misyon açısından önem arz eden iki özel kişi 1965 yılında, 1054’te yaşanan aforozu birlikte lanetlemişlerdir. 1966’da Fener Rum Patrikhanesi Vatikan’la birlikte ortak bir eylem bildirgesi yayınlamıştır. 1967’de Papa, İstanbul’a gelerek Athenagoras ile gizli bir görüşme yapmıştır. 1968’de tüm Hıristiyanlığı kapsayan Dinlerarası Diyalog çağrısını yapan örgütler kurulmuştur. Belirtilen tarihten itibaren birçok toplantı gerçekleştirilmiş ve bazı kararlar alınmıştır. Bu toplantılardan sonra ekümenizm; kilisenin ortak stratejisine verilen ad olmuştur. [10] Lozan antlaşmasında Fener-Rum Patrikhanesine ekümenik statüsü tanınmadığı halde anılan girişimlerin hangi çerçevede ve hangi gerekçelere dayalı olduğu üzerinde durulması gereken konudur. Elbette ki belirtilen gelişmeler ABD merkezli olarak üretilen dinsizliğe karşı kutsal cephe oluşturma politikası etrafında şekillenmiş ve bu durum Müslümanlar nezdinde meşrulaştırılmıştır. Kuşak teorisine göre sınır ülke olan Türkiye, ABD ve Vatikan’ın telkinleriyle Ortodoks coğrafyada SSCB’ye karşı direnç oluşturmanın önünü açmıştır.

SSCB’ye karşı kutsal cephe oluşturma stratejisine bağlı olarak Fener-Rum Patrikhanesi; Soğuk Savaş döneminde batının dini-politik ve stratejik kanadı haline getirilmiştir. ABD’nin bu kuruma karşı özel ilgi göstermesinin önemli nedenleri bulunmaktadır. En başta gelen nedeni, şüphesiz ki Stalin’in dini kurumlara ve kişilere karşı tavır almasının ürettiği çöküntüyü kendi lehine çevirmektir. Ortodoks Rus halkına din üzerinden mesaj göndermektir. Kendi gözetimi ve denetimi altında Fener-Rum Patrikhanesi aracılığıyla Rusya’daki Ortodoksları din karşıtı yönetime karşı örgütlemektir. Bu nedenle ABD, ülkemizde bulunan Fener-Rum Patrikliğini tüm dünya ve Rus Ortodokslarının bağlanacağı merkez haline getirmek istemiştir. [11] Bu amacını sürekli olarak koruyan ve canlı tutan ABD, Soğuk Savaş döneminde bunu önemli ölçüde başarmıştır. Ekümenik sıfatı olmadığı halde bunu beceren bir dini merkezin, söz konusu sıfatı üstlendikten sonra neler yapabileceği ortadadır.

ABD’nin dünya hâkimiyeti projesinin sacayaklarından birisi Vatikan’dır. Bunun içindir ki Patrikhane politik açılım faaliyetlerini Vatikan üzerinden sürdürmektedir. Nitekim 1964 Papa VI. Paul’den gelen teklif üzerine Patrik Athenagoras toplantıya katılmıştır. Tarabya, Niksar, İliapolis, Rodaoplois, Milon ve Londra metropolitleri olduğu halde ünlü Yunan armatörü Onasssis’in kendisine tahsis ettiği uçakla 4.1.1964 günü Türkiye’den hareket etmiştir. Yunanistan’dan gelen Patriklerin de katılımıyla on bir kişiye yükselen Ortodoks ruhani heyeti Kudüs’e intikal etmiştir.[12] Bu buluşma sırasında gazetecilerin sorularını Athenagoras şu sözlerle cevaplandırmıştır: Dualarımı vatanıma bırakıyorum. Ben her gittiğim yerde Türkiye’nin sefirliğini yapıyorum. Kiliseler arasında buzlar eridiğinden bu karşılaşma mümkün olmuştur. Bu görüşmemle bütün dünyaya hizmet edeceğime inanıyorum. Döndüğüm zaman bir basın toplantısı yaparak milletimi aydınlatacağım.[13] ‘Bu görüşmemle bütün dünyaya hizmet edeceğime inanıyorum’ sözü yeni bir sürecin başladığını gösteren seçilmiş bir ifadedir. Nitekim kutsal buluşmadan sonra yurda dönen Patrik şu açıklamayı yapmıştır: Evvela asırlar sonra buluşmanın memnuniyetini birbirimize anlattık. Hemen sonrada bütün Hıristiyanlık dünyasını ilgilendiren konuya, yani kiliselerin birleşmesi konusuna geçtik ve şu kararı aldık: Her iki kilisenin birleşmesi için derhal gereken komisyonlar kurulacak ve bunlar, programları hazırlayacaklardır. Her iki kiliseyi birbirinden ayıran olayları ve aşırı görüşlerin kalkmasını diledikten sonra toplantı metropolit ve gazetecilere açıldı ve dua edildi. Ben, vatanım için dua ettim.[14] Türk vatandaşı olmadığı halde ABD’den uçakla getirilen ve acele kendisine Türk kimliği verilen bu kişinin sadece dini nedenlerle böyle bir özel muameleye tabi tutulduğunu kimse ileri süremez. Böyle bir yöntemle Fener-Rum Patriği yapılan kişinin özel bir misyonu üstlendiği ortadadır.

Vatikan’da icra edilen bir dini tören sırasında Papa VI. Paul, İstanbul Patriği Dimitrios’a aşırı iltifat ve hürmet göstermiş ve iki dini lider kucaklaşarak iyi niyetin bir örneği olarak iki mezhebin dini törenlerde birer temsilci bulundurmasını karara bağlamışlardır. Papa II. John Paul 28 Kasım 1979 tarihinde üç günlük resmi ziyaret için Türkiye’ye gelmiştir. Cumhurbaşkanı tarafından karşılanmış ve kabul edilmiştir. Bu ziyaret sırasında İstanbul’a gelen Papa, Patrik I. Dimitrios ile iki görüşme yapmış ve Patrikhane’de düzenlenen ayine katılmıştır. Yaklaşık iki saat süren ayinden sonra bir konuşma yapan Papa; konuşmasının büyük bölümünü iki kilisenin arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi konusuna ayırmıştır. Ve konuşmasında şu görüşlere yer vermiştir: Şimdiye kadar yaptığım dini geziler ve yapacağım gezi projeleri bana önemli ve acil bir birleşme ihtiyacını göstermiştir. Umarım yeniden bir arada dua edeceğiz. Bu defa Aziz Piyer’in mezarı üzerinde Tanrı’nın ve kulların huzurunda birleşmemizin aciliyetini vurguluyorum. Bana öyle geliyor ki ayrı kalmaya hakkımız yoktur. İsa’nın da isteğine sadık kalarak en azından birbirimizle dini konularda diyalogu sürdürmeliyiz. Fener Patriği I. Dimitros ise yarım saat süren bir konuşma yapmış ve II. John Paul’u “Roma’dan yürüyen doğruluk ve iyilik meleği olarak adlandırmıştır. Patrik Dimitros: Bu yürüyüş sadece bize değil, bir büyük memlekete doğru yürüyüştür. Aynı zamanda bu yürüyüş Tanrı’nın isteğine uygun bir yürüyüştür. Patrik bu konuşmasında Konstantinopolis Kilisesi ifadesini kullanmış ve iki kilisesinin buluşmasını resmi dini diyalog şeklinde ilan etmiştir. Bu buluşma Patrikhane’nin çanları çalınarak kutlanmıştır. Papa ve Patrik baş başa ikili görüşme yapmış ve görüşmenin sonucunda Patriğin Vatikan’a davet edildiği bilgisi verilmiştir. [15]

Kendi kararıyla Ruhban Okulu’nu kapatan Fener-Rum Patrikhanesi bu mesele üzerinden uluslararası mahfillerde yer alma ve Türkiye aleyhinde propaganda yapma imkânı elde etmiştir. Ruhban Okulu’nu açma talebini devletin denetiminden uzak kendine özel / imtiyazlı olmasını [16] isteyerek bir taraftan meseleyi çözmenin önünü tıkamakta diğer taraftan çarmıha gerildim edebiyatı ile egemen güçlerin desteğini sağlayarak ‘imtiyazlı’ bir konum elde etmenin zeminini oluşturmaya çalışmaktadır.·  Çünkü 1924 tarihli Lozan Antlaşması azınlıklara imtiyaz değil, sadece Müslüman-Türk Milleti ile eşit muamele görme hakkı tanımasını düzenlemektedir. Nitekim uluslararası sözleşmelerde azınlık haklarını, çoğunlukla aynı haklara sahip olmanın garanti altına alınması yönündedir. Din görevlilerin devlet okullarında yetiştirilmesi devletin temel politikası, anayasa ve diğer eğitim kurumlarının kararıdır. Böyle olduğu halde, Patrikhane’ye özel imtiyaz sağlama girişimi meşruiyetini nereden almaktadır? Daha önceki uygulamalarda olduğu gibi yabancı öğretmen, yabancı örgenci taleplerine dayalı tatbikatın hangi sonuçları ürettiği, bunların hangi örgütlere ve isyan hareketlerine öncülük ettiği bilinen bir konudur. Dolayısıyla Patrikhane’nin bu konuda ısrar etmesi, bazı aydınların, siyasilerin ve cemaat önderlerinin de aynı paralelde görüş beyan etmeleri üzerinde düşünülmeye değer bir konudur.

Peki, Fener-Rum Patrikhanesi bu konuma nasıl ulaştı ve ekümenik statüsü elde etme yolunda giriştiği uluslararası konumu nasıl değerlendirmeliyiz? Belirtmemiz gerekir ki Patrikhane’nin önündeki engeller, İnönü’den başlayarak günümüze kadar uzanan siyasi iktidarlar tarafından kaldırılmıştır. Çünkü ABD; Fener Ortodoks Patrikliğini, özerk statüye kavuşturmak istemektedir. Bu yol, ABD Başkanı’nın İnönü’ye Athenagoras’ın ardından Dimitrios’un Patrik olmasını kabul ettirmesiyle açılmıştır. Söz konusu yolun açılmasında, ABD Başkanları nezdinde itibar sahibi olan, 1956 yılında Türk vatandaşlığından çıkarılmış bulunan Amerika Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Yakovas’ın (Dimitrios Kukuzis) etkisi büyük olmuştur. Yakovas, Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde, 1986’dan itibaren, Patrikhane’nin önünün açılmasına çalışmıştır. Yakovas, ABD ziyaretinde Başbakan Turgut Özal ile görüşmüş ve Özal döneminde Türkiye’de imtiyazlı kişi haline gelmiştir. Başbakan Turgut Özal, Yakovas’ı Harbiye Orduevi’nde ağırlamıştır. Bu ilişkiye dayanarak Yakovas, 1941 yılındaki yangında hasar gören Patrikhanenin onarımının yapılmasını sağlayabilmiştir. Yakovas’ın Fener Ortodoks Patrikliğine atanması düşünülmüş, ancak şartları dolayısıyla bu atama gerçekleştirilememiştir. Patrik Dimitrios’un ölümü (1991 yılı) üzerine yerine, Turgut Özal’ın da desteğiyle, Kadıköy Metropoliti Dimitri Arhondoni (Bartholomeos) seçtirilmiştir. [17]

Bartholomeos, Patrik seçildikten sonra, siyasî ağırlıklı faaliyetlere girişmiş, ABD başta olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesini gezip destek aramıştır. Bu desteklerden Bartholemeos’un sağlamak istediği ve seçildiğinden bu tarafa yaptığı çalışmaların amacı; ABD ve AB ülkelerinin baskısıyla ekümeniklik unvanını Türkiye’ye kabul ettirmektir. Patrikliği özerk ve evrensel bir makam haline getirmek ve zamanla Papalık benzeri statü elde etmek, Heybeliada Ruhban Okulu’nu Patrikhane’ye bağlı özel ve özerk bir yüksek okul haline getirmek temel amaçtır. Bu şartları gerçekleştirmek için Patriklik makamı için zorunlu olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı şartını kaldırtmak gerekiyor. Bütün çabası Azınlık Vakıfları Yasası’na istedikleri düzenlemeyi yerleştirmektir. Nitekim Papa ve Patrik görüşmelerinde bu konu dile getirilmiş, basın yoluyla siyasi iktidara ve kamuoyuna telkin etmiş, siyasi iktidarın çıkardığı vakıflar yasasıyla söz konusu amacını önemli ölçüde gerçekleştirmiştir. Bu yasa AB ilerleme raporunda önemli bir adım olarak görülmüş ve övülmüştür.

Bütün bu veriler gösteriyor ki ABD, Fener-Rum Patrikhanesi’ni Ortodoksluğun merkezi olarak kabul ediyor. Hem kendi içindeki Ortodoks nüfusu kontrol etmek hem de bu kanalla Ortodoks coğrafyaya müdahale etmek istemektedir. Fener-Rum Patrikhanesi’nin Dünya Kiliseler Birliği’nin kurulmasında yer aldığı da dikkate alınır, özel görevle mücehhez kişilerle patriklerin içli dışlı olması bütün boyutlarıyla tahlil edilirse bu durumun gerçek mahiyeti anlaşılmış olur. Patrikhane ABD’ye yaslanarak bazı hedeflerini gerçekleştirmek isterken, ABD cepheleşme ve dengeleme mantığı içerisinde ötekinin Ortodoks olduğunu dikkate alarak Fener-Rum Patrikhanesi’ni Ortodoksluğun merkezi yapmaktadır. Ortodoks nüfusun az bir kısmını temsil eden Fener-Rum Patrikhanesi’ne böyle bir rolün verilmesi ABD’nin dünya egemenliği stratejisinden ayrı olarak düşünülemez. Soğuk Savaş sonrası döneme geçişle birlikte Fener-Rum Patrikhanesi uluslararası mahfillerde daha yoğun olarak boy göstermeye ve taleplerini dile getirmeye başlamıştır.

II. Tek Kutuplu Dünya Sisteminde Ekümenik Patrik ve Ruhban Okulu

Patrikhane üzerinden sunulan birçok görüş ve dayatma merkez-boşluk etrafında şekillenen politik-stratejik model içinde Türkiye’ye biçilen konumla doğrudan bağlantılıdır. Yeni stratejinin dilinde Türkiye sınır ülkedir. Yani aynı oranda küresel tehdide açık ve kapalı olan bir ülkedir. Açık ve kapalı olması Türkiye’nin izleyeceği politikaya bağlıdır. Eğer politik ve ekonomik uygulamaları egemen devletin belirlediği kurallara uygun olarak sürdürülürse mesele yoktur. Aksi takdirde Türkiye, küresel gücün hedeflediği ülke olacaktır. Türkiye’yi kıskaç altına almak isteyen küresel gücün Fener-Rum Patriği’ne ekümen sıfatı vermek için gösterdiği çabanın arkasında bu gerçek yatmaktadır. Son zamanlarda baskının giderek artmasının nedeni küresel sistemin din ve kültür merkezli bir sürece eşlik etmesinden dolayıdır. Ekümenik Patrik meselesi bu din ve kültür merkezli stratejinin önemli bir parçasıdır. Oysa ‘ekümen sıfatı’, kilise tarihinde imparatora ve patriğe verilen bir sıfat değil, din konseyi için kullanılan bir sıfattır. Tarihi ve teolojik gerçek budur. Böyle olduğu halde başta ABD ve Vatikan’ın ısrarla Fener Rum Patriğini Ekümenik Patrik olarak tanımlamaktadırlar.

Vatikan’ın ekümenik harekete yüklediği anlamı şöyledir: Ekümenik hareket; kilisenin değişik ihtiyaçlarını karşılamak ve fırsatlar ortaya çıkınca Hıristiyan birliğini gerçekleştirmek için planlanan ve üstlenilen faaliyetleri ve girişimleri ifade eder.[18] Egemen güç için böyle bir fırsatın oluştuğu söylenebilir. Ancak bunu Fener Rum Patrikliği üzerinden sürdürmek oldukça zordur. Fener Rum Patrikhanesinin, havariler ve onların haleflerinin kurduğu kiliseler üzerinde söz hakkı yoktur. Kaldı ki Yunanistan, Albaylar cuntasından beri bu kilisenin kendi topraklarına taşınmasını istemektedir. Çünkü Türkiye topraklarında olan bir kilisenin dünya politikasının bir parçası olması ve Türkiye’ye rağmen böyle bir girişimde bulunması düşünülemez. Fener Rum Patrikhanesi taşınmıyor. Çünkü Bizans’ın tarihi mirasını temsil ettiğini düşünen patrikhane daha farklı hayaller peşinde koşmaktadır.

Fener Rum Patrikhanesinin dünyada kontrol ettiği merkezlere gelince durum şöyledir: Bu kilisenin ABD üzerinde kontrolü vardır. Çünkü ABD’deki Rum-Ortodoks Kilisesi, otonomi değildir. Doğrudan Fener-Rum Patrikhanesine bağlıdır. Avusturulya içinde aynı şey geçerlidir. Finlandiya’daki Ortodoks Kilisesi, 1917’ye kadar Rusya’ya bağlıydı. Ancak Bolşevik ihtilalinden sonra hem Rusya’dan hem de Moskova Patrikliği’nden koptular. 1923’te özel bir çalışma ve gayretle Fener-Rum Patrikhanesine bağlandılar. İşte Fener-Rum Patrikhanesinin bütün etki alanı budur. Bunun toplamı Türkiye’de 2500 Rum Ortodoks, Avustralya ve Amerika’daki bir milyonu aşkın kişiyle, Finlandiya’daki yirmi bin kişi.  Fener’in bütün evrenselliği ve ruhani alanı budur. [19] Bu tespit doğrudur, ancak yakın zamanda yapılan ‘ekümenik toplantıya’ Moskova Patriği’nin katılması ve verdiği mesaj, dünyanın seyri tarihi durumun değiştiğini göstermektedir. Rusya’nın bütün direnmesine rağmen Fener-Rum Patrikhanesi’nin sürekli olarak alan genişletmesi, uzun süredir ekümenik ve misyon birliği üzerinde çalışmalar ve alınan kararlar yeni bir değerlendirmeyi hak etmektedir.

Açıkça ifade etmemiz gerekir ki bölünük Ortodoks geleneğin batı eksenini temsil eden Fener Rum Patrikhanesine karşı gösterilen yoğun ilginin arkasında ortaya çıkan yeni bir durum var. Bu durum: Küresel egemen gücün bu coğrafyayı yeniden inşa etmek istediği şeklinde tefsir edilebilir. Yeni durumun ürettiği stratejik çelişkiler ve rekabet Türkiye’yi çok ciddi anlamda sıkıştırmış durumda. Vatikan ise evrensel misyonu gerçekleştirme adına bu coğrafyayı Hıristiyanlaştırmak istiyor. Eğer Patrik, ekümenlik sıfatını kazanırsa Avrasya coğrafyasına yönelik olarak geliştirilen stratejiyi gerçekleştirmede FRP önemli bir üs olabilir. ABD bu coğrafi eksende etkin olmak ve sorunları aşmak istiyor. Oysa Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra Ortodoksluğa ve onun gelecek yıllarda oluşturulacak uluslararası politikalarda yükleneceği role gerek Rusya gerekse Yunanistan büyük önem vermektedir. Daha önce Marksist ideolojiyle birleştirilmiş fakat bugün parçalanmış olan Doğu Avrupa halklarının birleştirici bir kutbu olarak algılanan Ortodoksluk siyasi, jeopolitik ve stratejik anlamda devreye girmektedir. Orta Asya Rus-Türk Cumhuriyetlerini ve Bosna-Hersek’i birleştirmeye yönelik Türkiye’den gelmesi muhtemel Müslüman kuşağın ortaya çıkmasına karşın, daha öce belirttiğimiz Güney Kıbrıs’tan Rusya’ya uzanan çizgide bir Ortodoks kuşağı oluşturma projesi gündemini önemle ve ince ayarlı diplomasilerle korumaktadır. Bu girişimlerin sonucu olarak siyasi dayanışmaların yanında, Ortodoksluk faktörü Doğu Avrupa halklarının ekonomik ilişkilerini geliştirme bakımından kendisine ümit bağlanan bir etken olarak belirmektedir. Nitekim bu bağlamda Moskova’da ‘Ortodoks’ adı altında bir banka açılmıştır. Bankanın Rusya’da açılması onun etkinliğini gösterir mahiyettedir.[20] Rusya’nın böyle bir girişimde bulunması ABD’nin Yugoslavya’nın parçalanmasıyla çıkan kargaşalara müdahale etmesiyle eski Sovyetlerin hâkim olduğu Balkanlara yerleşmesine karşılık oluşturulması tasarlanan yeni birlikteliklerin ön hazırlıkları şeklinde de değerlendirilebilir.

Amerikalı yeni muhafazakârların araştırma merkezi olan Nixon Center’da çalışan Zeyno Baran et Emmet Tuohy’nin Hungtinton’un medeniyetler arası çatışma teorisine uygun şu değerlendirmeleri bu bağlamda ilginçtir: Doğu kiliseleri Moskova ile bozuşmuş olmalılar. Çünkü Moskova kilisesi ulusal bir çizgide bulunmakta ve daha önce soğuk savaş döneminde kendine bağlı olan yerlerdeki ortodoksları kendine bağlamak istemektedir. Buna karşılık İstanbul Patriği Bartholomeos Ortodoks dünyada demokrasi ve özgürlüğün savunucusu olmaktadır.[21] İzlenen politik-stratejik modelle bu ayrım arasında kurulabilecek ilişki Fener Rum Patriği’nin niçin sürekli gündem olduğunu gösterir. Son zamanlarda birçok yere davet edilen ve özel karşılamalarla ödüllendirilen, basında sürekli olarak yer alan Bartholomeos “Sınır Ülke: Türkiye” tanımı üzerinden sürdürülen stratejinin önemli bir parçasıdır. Türkiye bu noktada çok dikkatli olmalıdır.

Vatikan sözcüsü Kardinal Walter Kasper de Papa XVI Benedict’in Türkiye ziyaretini değerlendirirken görüşülecek konuları şöyle belirtmişti: XVI. Benedict’i şiddete hazır fanatiklerin dışında, her an patlamaya neden olabilecek dört hassas konu bekliyor. İslâm ile diyalog, Ortodoks Hıristiyanlıkla ilişkiler, Türkiye’de din özgürlüğü ve Ankara’nın AB ile ilişkileri. Bu konular, ziyareti şimdiye kadar ki en riskli seyahat haline getiriyor. Ayrıca Kasper, Papa’nın ziyaretinde asıl hedefin Ortodoks Kilisesi ile yakınlaşma olduğunu söylemekte, Doğu ve Batı Avrupa’nın bütünleşmesinin ancak Ortodoks kilisesinin gemiye alınması ile mümkün olabileceğini de dile getirmektedir. Kasper, Papa’nın Türkiye ziyareti vesilesiyle Aziz Paul’un ilk mektuplarının Türkiye sınırları içindeki cemaatlere gönderildiğini, Vatikan’ın bu Hıristiyan mirasını korumaya yardımcı olmak istediğini özenle vurgulamaktadır. Türkiye’de yaşayan Hıristiyan azınlığa ait bazı kiliselerin hukukî statüsünün bulunmadığını, kiliselerin mülk sahibi olamadıklarını ve Rum Ortodoks Kilisesi’nin 30 yıldan beri kendi din adamlarını yetiştiremediğini ileri sürmektedir.

Papa’nın Türkiye gezisinde Kasper’in belirttiği her husus gündeme gelmiş; bazıları teğet geçilmiş ve bazılarına vurgu yapılmıştır. Vurgu yapılan konuların başında da Ortodoks Patrikliği ile aralarındaki buzların eritilmesi ve bunun için onlara ekümeniklik rüşvetinin verilmesi gelmektedir. Papa’nın Türkiye ziyareti doğru okunduğunda gerçek sebebin Fener Ortodoks Patrikliği’ne dinî ve siyasî destek olduğu görülecektir. Papa XVI. Benedikt, Bartholomeos ile yaptığı görüşmede Katolik ve Ortodokslar arasında birliğin sağlanması gerektiğini vurgulayarak şöyle der: “Doğu dünyasının bu bölgesinde, Ortodoks ve Katolikler arasında kilisenin imanı ve disiplini konusunda güvenilir ve yetkin sayılan yedi ekümenik konsil toplanmıştır. Bunlar tam birlik yolunda sağlam mihenk taşları olup adımlarımıza rehberlik etmektedirler. Bu toplantımızın karşılıklı sevgimizi güçlendirmesi ve kiliselerin uzlaşması ve barışa götüren yolda sebat etme kararımızı yenilemesini diliyorum” Bu sözlere karşılık olarak Patrik “sevgi ve gerçeğin diyaloğu yolundaki uzlaşma sürecinde bu tür karşılaşmaların paha biçilemez değerini ve ‘acil ihtiyacını’ idrak ettiklerini’ ifade etmiştir. Her iki konuşma ekümenizme yüklenen anlamın açılımından ibarettir.

Papa ile Patrik, 45 dakika süren heyetler arası görüşmeden sonra da bir bildirgeye imza atmışlardır. Bu bildirge de, Roma Kilisesi ile İstanbul Ortodoks Kilisesi arasındaki ilişkilerin yüz yıllarca kötü olduğu, bu kötü geçmişten tam bir birliğe doğru ilerlemek için gerekli derslerin çıkarılması gerektiği vurgulanmıştır. Papa, Türkiye’ye geliş sebebini de şöyle açıklamıştır: “Roma ve İstanbul kiliselerinin tam birliğini oluşturmak için buraya geldim. Engelleri aşmak ve bu amaçtaki işbirliğine yarar sağlayabilecek tüm yolları, Ortodoks kardeşlerimizle beraber aramak için Katolik Kilisesi’nin bütün gayreti göstermeye hazır olduğuna sizi temin ederim”. XVI. Benedict Türkiye’den ayrılırken Patrik Bartholomeos’a şöyle der: “Şahsınızın ve ekümenik Patriklik Kutsal Sinod’un beni kardeşçe karşıladığı bu anı takdirle her zaman kalbimde taşıyacağımı söylüyor ve derin şükranlarımı dile getiriyorum. Kilise için anlamlı ve gerçek iyi niyetle dolu bu buluşmayı bize armağan ettiği için Rabbe şükrediyorum. Konuşmaların tümünü bir araya getirdiğimizde Ekümenik Patrik planı üzerinden batının hem Türkiye’yi hem de Ortodoks dünyayı kontrol etmek istediği anlaşılır. [22]

Ekümenik Patrik meselesinin sürekli gündemde tutulması ve batılı devletlerin dayatması masum bir mesele değildir. Tanrı’nın planının yaklaştığı inancının yansıması olan bu gelişme, başta Türkiye olmak üzere İslam coğrafyasının yeniden inşa edilmesi demektir. Papalık makamının bin yıldan beri düşman gördüğü Ortodoks Patrikliği’ni sahiplenmesi bir stratejinin gereğidir. Rusya’yı çevreleme ve Asya’nın anahtarı gördükleri Türkiye’yi batının politik ve ekonomik kurallarına bağlamak temel hedeftir. Patriğin verdiği son demeçte ve kullandığı semboller ve mekânlar ‘zihnin arka planını’ açığa çıkartmaktadır. Nitekim Fener Rum Patriği Bartholomeos’un, Amerikan CBS kanalındaki ’60 Dakika’ programında yayınlanan röportajında söylediği ‘Türkiye’de çarmıha gerildim’ sözleri Türkiye ile Yunanistan arasında sözlü gerileme yol açmıştır. Her ne kadar bu söyleşi bazıları tarafından küçültülmek istense de söylenen sözler ortadadır. Nitekim CBS muhabiri ‘Çarmıha gerilmekten söz ettiniz. Siz kişisel olarak çarmıha gerildiğinizi düşünüyor musunuz?’ sorusuna Bartholomeos ‘Evet düşünüyorum” cevabı vermiştir. Fener Rum Patriği’nin uluslararası boyutlarda tartışmalara yol açan sözlerinin yer aldığı ‘60 Dakika’ adlı, New York yerel saati ile 19.10’da yayınlanan programda; Patrikhane avukatı K. Hatemi’nin iddia ettiğinin aksine, ‘Çarmıha gerilmek’ ifadesinin ilk olarak Bartholomeos tarafından kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Patrik’in bu sözler üzerine gelen “Çünkü biz İsa’nın yeniden dirilmesine inanıyoruz. Çarmıha gerildikten sonra yeniden dirilme gelir” yorumunda bulunması tarihi açıdan ilginç bir göndermedir.

III. Üçüncü Bin Yıl Misyonu: Çarmıh Gerilmekten Kurtuluş

CBS’te yayınlanan söz konusu programda Patrik Türkiye’ye yönelik ağır suçlamalarda bulunmaktadır. Türk yetkililerinin Hıristiyan mal varlıklarına el koyduğu, kilise, manastır ve okulları kapattığı iddia edilen programda, “Bartholomeos’un cemaati, Türk yetkililerinin, dünyanın en eski Hıristiyan kilisesine baskı uygulamasından korkuyor” ifadesine yer verilmektedir. Patrikhane’nin tehdit altında olduğu ileri sürülerek Patrikhane’nin dikenli tellerle ve kameralarla çevrili olduğu, 24 saat korunduğu vurgulanmaktadır. Bütün bunların ne anlama geldiği ortadadır. Kıvrak avukatın, sarf edilen bu sözlerin üzerini örtmeye çalışması ‘Vatikan, Patrikhane, Ilımlı İslâm’ ittifakının bir ürünüdür. Kaldı ki ‘Müslümanlardan önce buradaydık’ sözü seçilmiş travma üzerinden beslenen kini açığa vurmaktadır.

Neden milyonlarca Hıristiyan’ın lideri olan birinin nüfusunun yüzde 99’u Müslüman olan ülkede yaşadığı, sorusunu Patrik şu sözlerle cevaplandırmaktadır: Çünkü bu ülke Müslüman olmadan önce biz buradaydık, Constantinople Kilisesi’nin kurulmasından beri. Bir dönem Hıristiyan olan İstanbul’un gökyüzünün şimdi minarelerle donatıldığı ve cuma namazında camilerin dolup- taştığı anlatılarak, en önemli kiliseler arasında gösterilen Ayasofya’nın müze olduğu belirtilmektedir. Programın ilerleyen bölümlerinde, Türkiye’de Hıristiyan nüfusunun azaldığı anlatılarak şu değerlendirme yapılmaktadır: Birkaç yüzyıl sonra İstanbul’da Hıristiyan bulmak zor olacak. Yerel bir kilisenin 500 kişilik cemaati var. Fakat Pazar ayini sırasında kilise sıraları boş kalıyor. Gittiğimiz her yerde manzara buydu. Geçen yüzyıla döndüğümüzde ise neredeyse 2 milyon Ortodoks Hıristiyan yaşıyordu Türkiye’de. 1.5 milyonu 1923’te sınır dışı edildi ve 150 bini ise 1955’te İstanbul’da yaşanan Hıristiyan karşıtı isyan nedeniyle ülkeyi terk etti. Bugün Türkiye’de sadece 4 bin Ortodoks Hıristiyan kaldı.” Tarihi ters yüz ederek bir milleti ve devleti suçlamak ne kadar kolay. Ancak bu topraklarda Türk hâkimiyetinin başlangıcından günümüze kadar gösterilen hoşgörü sürekli olarak istismar edilmiştir. Tam bu noktada şu sorunun cevabı verilmelidir: Patrik, bütün uluslararası mahfillerde Türkiye’ye yönelik bu ağır suçlamaları hangi sıfatla yapmaktadır?

Patriğin söz konusu programda sarf ettiği söz aynen şöyle: İkinci sınıf vatandaş muamelesi görüyoruz. Türk vatandaşı olarak tüm haklarımızı yaşadığımızı hissedemiyoruz.  Bu ifade karşısında Muhabir soruyor: Eğer Türkiye’de ikinci sınıf vatandaş gibi muamele görüyorsanız ne işiniz var. Siz Yunansınız ve neden Yunanistan’a gitmiyorsunuz? Patrik bu ilginç soruya tarihi ayağa kaldıran bir cevap veriyor: Çünkü ülkemizi seviyoruz. Burada doğduk. Burada ölmek istiyoruz. XVII. yüzyıldan beri bizim misyonumuzun burası olduğunu düşünüyoruz. Ülkemizin yetkililerinin neden bu tarihe saygı duymadığını merak ediyorum… ‘Ülkemizi seviyoruz’, ‘misyonumuz burada’ ifadeleri arasında oluşan anlamı deşmeden dil sürçmesi deyip geçelim. Ancak bu talihsiz ve maksatlı beyanı savunarak ‘insanlıktan çıkmayalım.’ Çünkü programda Anadolu ikinci İncil ülkesi olarak gösterilmekte ve bunun birçok Hıristiyan tarafından bilinmediği ısrarla vurgulanmaktadır. Bu vurguların teo-stratejik dildeki anlamı: Anadolu toprakları vaftiz edilmiş topraklardır ve Tanrı’ya aittir. Türkler bu toprakları işgal ederek günah işlemişlerdir. [23]

Çarmıha gerildim şeklinde uluslararası boyutta yankılanan çağrı iki talebin yerine getirilmesini içermektedir: Türkiye’nin, FRP’nin iddia ettiği ekümenik sıfatı vermesidir. Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasıdır. Türkiye’nin ekümen bir patrikhaneye faaliyet izni vermesi söz konusu olabilir mi? Eğer Türkiye bu izni verirse Patrikhane hem içerde hem de dışarıda devlet gibi davranmanın alanını genişletir. Zaten şu an itibariyle devlet gibi davranmaktadır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuku bunu kaldırmaz. Dolayısıyla böyle bir onay devleti dönüştürmenin bir parçası olmak üzere mümkündür. Yapılmak istenen de budur. Küresel sistemin ekonomik, politik ve kültürel düzlemde planladığı jeo-politik düzenleme devletin dönüştürülmesini zorunlu kılmaktadır.

Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun gelince, bilindiği üzere Ruhban Okulu, Anayasa Mahkemesi’nin 1971 tarihinde ‘özel yüksekokulların devlet üniversitelerine bağlanması gerektiği’ yolunda verdiği bir karar sonucu kapatılmıştır. Yeniden açılması için “eğer okulun, bir üniversitemizin çatısı altında eğitim vermesine razı iseniz açılsın” yolundaki önerileri Patrikhane reddetmiştir. Patrik bunu yalanlasa da YÖK’te böyle bir çalışmanın yapıldığı belgeleriyle açıklanmıştır. Patrikhane’nin imtiyazlı ve devlet tarafından denetime kapalı bir eğitim kurumu istediği ve yabancı uyruklu öğrenci ve eğitmen getirtmek istediği bilinen bir gerçektir. Fakat Patrik ve taraftarları bu hususu hiç dile getirmiyor. Tablo bu olduğu halde Bartholomeos Türk yetkilileri tarafından dini hoşgörü gösterilmediğini şu ifadelerle dillendirmektedir: Heybeliada Ruhban Okulu boş ve terk edilmiş durumdadır. Ruhban Okulu’nda ne papaz var ne de cemaat var. Okul, özel yüksek eğitimi yasaklayan karardan sonra Türk yetkililer tarafından kapatılmıştır. Bu 1971 yılında gerçekleşmiştir…Kendi açısından durumu anlatan Patrik hiç sıkılmadan şu ifadeleri kullanmaktadır: Bu taş kalplilik ve utançtır. Bu tür bir okulu sebepsiz yere kapalı ve kullanılmaz tutmak suçtur.

Patrik, yeni patriklerin Türk yasalarına göre Türkiye’de doğması gerektiği anlatılırken bunun Roma’da Kardinal Okulu’nun kapatılması gibi bir şey olduğu yorumunu yapmaktadır. Bir dönem 100 öğrencinin bulunduğu okulun koridorlarının şimdi ıssız olduğu belirtilerek şöyle denilmektedir: Bu okul barış, birlik ve sevgi telkininde bulunan insanları hazırladı. Şimdi bu imkân verilmiyor. İnsanlık onuru rencide ediliyor. Dikkat edilirse bu sözler politik içeriği ve işlevi olan sözlerdir. Eğer Patrik’in derdi din ve din eğitimi ise Türkiye’de din eğitimi yapmanın şartlarını kabul etmesi gerekir. Evet, Ruhban Okulu açılmalıdır. Ancak bu okul ya MEB’e ya da YÖK’e bağlı olmalı ve denetime tabi tutulmalıdır. Ders veren ve alan kişiler Türk vatandaşı olmalıdır. Herhangi bir tarihi misyon değil, Türk vatandaşı olarak Türk Milleti ile birlikte olmak öğretilmelidir. Bu şartlar Türkiye’de din eğitimi yapan herkes için geçerlidir. Fakat Patrik bu şartları kabul etmiyor. Denetim dışı tutulmasını ve yukarıda belirttiği üzere belli bir misyonu bütün Ortodoks dünyaya açık tutan bir program talebinde bulunmaktadır.[24] Normal ve geçerli şartlarda bir dini azınlığın dini eğitim vermek için okul açmasında bir sorun yoktur. Ne var ki Patrik imtiyaz istiyor. Patrikhane üzerinden dış dünyaya selam göndererek rol kesmek isteyen siyasi aktörler imtiyaz talebini destekliyorlar. Fakat yerine getiremiyorlar. Patrik, Türkiye’de çarmıha gerildim derken bu çelişkili vizyona gönderme yapmaktadır. Eğer bu bir sitemse ve doğru ise Patriğin yapması gereken ilk iş: Kendi ülkesinin aleyhine başka mahfillere selam gönderen adamlara güvenmemektir. Bütün dinlere göre vasfı belirtilen insanlara güvenmek günahtır.

Türkiye’de çarmıha gerildim· deyiminin ‘aldatılmışlığı’ ve kurtuluşun yakın olduğu mesajını içerdiği söylenebilir. Aşağıdaki diyalogda yer alan ifadeler ve kullanılan dini semboller hem zalim bir baskı altında olmayı hem de kurtuluşun yakın olduğunu vurgulamaya dönüktür;

  • ‘Başbakan’ı ziyaret ettim, sorunlarımızı dile getirdim ve ‘Neden’ diye sordum, yardım istedim.
  • Cevap aldınız mı?
  • Asla
  • Bazen cemaatin silinip yok edileceğinden korkuyor musunuz?
  • Tam olarak değil. Hayatta kaldık. Mucizelere inanırız. İstanbul, Kudüs’ün uzantısıdır. İstanbul, bizim için kutsal ve aziz topraklara / Kudüs’e eş değerde. Bazı kere çarmıha gerilsek bile, burada kalmayı tercih ediyoruz. İncil’de yazıldığı gibi sadece İsa’ya inanmak değil, onun için acı çekmek de bize bildirilmiştir.
  • Siz ‘Zaman zaman çarmıha gerilsek bile’ dediniz.
  • Evet, çünkü biz İsa’nın yeniden dirilmesine inanıyoruz. Çarmıha gerildikten sonra yeniden dirilme gelir.
  • Siz de kişisel olarak çarmıha gerildiğinizi hissediyor musunuz?
  • Evet, hissediyorum.[25]

Patrik sıkıntı çektiğini, aldatıldığını belirtmesine karşın kurtuluşun yakın olduğunu vurguluyor. Çünkü Patrikhane hem ABD hem de AB’nin gündemindedir. Diğer bir deyişle Ekümenik Diyalogun Gündemi: Ruhban Okuludur. AB İlerleme Raporunda, Ekümenik patrik vurgusu dikkat çekmektedir: Ekümenik Patrikhanenin Aralık 2008’deki çalışma izni başvurularına olumlu yanıt verilmiştir. Dışişleri ve İçişleri Bakanlık temsilcileri de dâhil olmak üzere Türk makamları, 2009’un bahar aylarında sorunlarını tartışmak için gayrimüslim topluluklarla görüşmüş olup; yaz aylarında da bu topluluklar Başbakanla bir araya gelmişlerdir.” Rapordaki ekümenik vurgusu: Raporda, Patrikhanenin sürekli propaganda malzemesi olarak kullandığı Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalı kalmaya devam ettiği vurgulanıyor. Türk yasalarına göre halen Patrik ve onu seçen Sen Sinod temsilcilerinin Türk vatandaşı olması gerekiyor. AB raporunda bu hususunda değiştirilmesi gerektiği temel amaç olarak vurgulanıyor ve ardından bunların yeterli olmadığı Türkiye’nin daha ileri adım atması gerektiği telkin ediliyor: Türkiye’de çalışmak isteyen yabancı din adamlarına çalışma izni verilmesi konusundaki ilerlemelere rağmen, genel olarak usullerdeki elverişsizlik sürmektedir. Yani üçüncü bin yıl misyonunu gerçekleştirmek için dini örtü altında yapılan faaliyetlerin önü açılmalıdır.

Raporun bir bölümünde din özgürlüğü hakkında şu ifadeler yer almaktadır: Ekümenik Patrikhane ‘Ekümenik’ unvanını kullanma konusunda her zaman serbest değildir. Temmuz 2007’de Yargıtay, Patrikhanede yapılan dini seçimlerde yer alan ve seçilen kişilerin Türk vatandaşı olması ve seçim sırasında Türkiye’de istihdam ediliyor olması gerektiğine hükmetmiştir. Bununla birlikte, AİHS ve AİHM kararları uyarınca Türklerin ve yabancı uyrukluların örgütlenmiş dini topluluklara katılarak din özgürlüğü hakkını kullanma ehliyeti konusunda eşit tutulması gerekmektedir.[26] Ekümenik diyalogun gündemi bu olduğu için bütün dünya basını Patrik’in konuşmasına ve tepkilere yer verdi. Üstü örtük ittifakın gereği olarak Yunanistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Grigoris Delavekuras, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Amerikan CBS televizyonuna yaptığı açıklamaları ‘herkesin dikkate almasını’ savundu. Delavekuras, yaptığı yazılı açıklamada, ‘Türkiye’nin AB perspektifi çerçevesinde Fener Rum Patrikhanesi’ne karşı yükümlülükleri bulunduğu’ görüşüne yer verdi. Patrik Bartholomeos’u ‘ekümenik’ olarak niteleyen sözcü, “Ekümenik Patrik Bartholomeos, tüm dünyadaki yüz milyonlarca Ortodoks Hıristiyan’ın dini ve ruhanî lideridir,   ifadelerini kullandı. Bartholomeos’un hayal kırıklığını dile getiren sözcü şu görüşü ileri sürdü: Hepimiz ve özellikle ekümenik patrikhanenin ve Rum azınlığının bugün içinde bulunduğu durumdan sorumlu olanlar, onu dikkatle dinlemek zorundadırlar. Türkiye’nin yükümlülükleri biliniyor ve hiç kimse bunları bilmezden gelemez. Sorunlar, engeller ve eksiklikler AB’nin ilgili raporlarında da ayrıntılarıyla belirtilmiştir. Türkiye’nin AB karşısındaki mecburiyetleri arasında, birkaç gün önce benimsediğimiz AB Zirvesinin sonuç bildirgelerinde açıkça belirtildiği gibi, din özgürlüklerine ve azınlık haklarına saygı birinci sırada yer almaktadır. Bu, kendiliğinden anlaşılacağı gibi vatandaşlarına karşı olan mecburiyetin ötesinde, aynı zamanda Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin ilerlemesi için vazgeçilmez ön koşuldur. Bunu söyleyen Yunanistan Dış İşleri Bakanı Trakya’daki Türklerin durumundan hiç bahsetmiyor. Nitekim Gümülcüne Müftüsü İbrahim Şerif, Patrik’in Türkiye’de çarmıha gerildik sözüne karşı ‘ Çarmıha gerilmek ıstırapsız, biz yıllardır çarmıhdayız, bu da yetmedi aslanların önüne atılıyoruz, diyerek tepki gösterdi. [27]

FRP ile ortak söylem geliştiren iktidar ve iktidar yanlısı aydınlar Patriğin açıklamaları hükümete değince bağırmaya başladılar. Çünkü bunların derdi ‘devlet ve millet değil’, iktidardır, ne şekilde olursa olsun iktidarın yanında olmaktır.[28]· Hangi Atatürk’ten hangi Fesat Ocağı’na sıçrayan T. Akyol ise Patrikhane Fesat Ocağı! başlığı altında şöyle buyurmaktadır: Atatürk Hilafet’le birlikte Rum, Ermeni ve Süryani patrikhaneleriyle Musevi Hahambaşılığını da kaldırmayı düşünmüş, 4 Mayıs 1924’te New York Herald gazetesine de bu niyetini söylemişti. Ama dört gün sonra Anadolu Ajansı bu sözlerin “tümüyle uydurma olduğunu” belirten bir bülten yayımlayacaktı! Neticede patrikhaneler kalmış, mesele kapanmıştır. Özet olarak Akyol, Patrikhane ile ilgili eleştirileri anlamsız bulmaktadır.[29]· Oysa Atatürk Nutuk’un hemen girişinde başta devletin varlığına yönelik ve milli mücadele hareketine karşı olan faaliyetleri Maksad-ı Melanet olarak tanımlar ve şu tespiti yapar: Bundan başka memleketin her tarafında Hıristiyan unsurların hafi (gizli), celi (açık) hususi (özel) emel ve maksatlarının temini istihsaline, devletin bir an evvel çökmesi için çalışıyorlardı. [30] O. Ergin ise bu dönemde dini kurumların Avrupa milletlerinin Asya ve Afrika fütuhatını kolaylaştırmak için siyasi istilalara manevi öncülük yaptıklarını, söylemektedir.[31]

Şu an dini ve etnik ayrımcılığı özgürlük kalıbı altında pazarlayanlar aynı maksadın istihsali için göstermektedirler. Ancak bunu daha ince ve teknik yöntemlerle icra etmekteler. Siyasi istilayı Jeo-politik düzenleme ve açılım altında yapmaktadırlar. Fakat ‘olaylara’ iktidarların gözü ve onların telkinleriyle bakanlar ‘maksadın istihsali’ için devreye sokulan güçleri ve araçları göremedikleri için Türkiye’ye önemli bir rol verildiğini savunarak aklın izaç ve tacizinden kurtulmak istiyorlar. Tavır bunalımı içinde kendini yaşayan insan, haksız saldırıları görmezlikten gelerek ‘kafa konforunu’ serin / rahat tutmaya çalışır.

1920’den itibaren Patrikhane’nin tedrici ve ihtiyatlı adımlarla gündemini sürdürdü. 1990’lardan itibaren Lozan antlaşmasının hükümlerini ve Tevhid-i Tedrisat kanununu yok sayan taleplerini hem Türkiye’de hem de dünyanın birçok yerinde dile getirdi. Meseleye uluslararası boyut kazandırdı. İngiltere ve ABD’nin desteğini alan Patrikhane, taleplerini anılan güçler üzerinden yöneticilere telkin edilmesini sağladı. 5 Eylül 2025’te ABD’yi ziyaret Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Trump hiçbir şey söylemeden Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili üzerine düşeni yapacağını, ülkeye döndüğünde Bartholomeos ile görüşeceğini ifade etti. Trump çok iyi. Ben de bunu söyleyecektim, yardıma ihtiyaçları var. Bu tablo galip-mağlup ilişkisini anlatan İbn Haldun’un “Mağlup, galip olanın görüşlerini ve telkinlerini kendi görüşü zanneder ve aktarır” çıkarımı ile örtüşmektedir. Çünkü bir devlet başkanı gibi karşılanan ve ağırlanan Bartholomeos 15 Eylül 2025’te Beyaz Saray’da Trump ile görüşmüş, taleplerini arz etmiş, Beyaz Saray, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ile görüşmeden önce Ankara’ya iletmiş. Bu mevzuda gerek ferdi olarak siyasi alanda yükselmek isteyen gerek iktidar olma veya durumunu koruma adına siyasi partilerin Patrikhane güzellemesi yaptığı Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinden, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa istisna- günümüze kadar küresel güçlere selam gönderme adresi olmuştur. Nitekim 21 Ekim 2025’te Bartholomeos’u ziyaret eden CHP Genel Başkan Yardımcısı Namık Tan: “Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması konusunda Anayasa ve yasalarımız çerçevesinde tümüyle olumlu ve yapıcı bir tutum benimsediklerini” ifade etmiştir. Acaba N. Tan, hangi yasalardan bahsediyor belli değil. Hangi ülke kendi topraklarında tarihi sicili ciddi anlamda sorunlu, ülkenin işgali sürecinde ülkesine sırtın çevirmiş, dış güçlere desteğini açıkça ilan etmiş dini desenli bir siyaset merkezinin açtığı okulun, Lozan antlaşmasının ilgili maddelerini yok sayarak, milli eğitim sistemine dahil olmadan, denetime kapalı eğitim faaliyetini sürdürmesine izin verir? Elbette ki siyasiler bunu biliyor. Mesele kendi varoluşlarını tahkim etmek için büyük güçlere Patrikhane üzerinden selam göndermektir.

Bartholomeos’un Trump ile görüşmesinde başkan yardımcısı J. David Vance, Patriğin, Papa’nın Katolik kilisesindeki konumuna denk olduğunu ifade ediyor. Hem Papa Franciscus hem de yeni Papa Leo ile diyalog kuran Katolik politikacı Vance, Papa ve Patriğin denkliğine atıf yaparak bütünleşme misyonuna destek sunmaktadır. Bu görüşmenin ardından Bartholomeos’un yapmış olduğu açıklama çok çarpıcı ve üzerinde durulması gereken konudur;

  • “Bizi ilgilendiren konuları, Ekümenik Patrikhane’yi, Türkiye’de kalan az sayıdaki Hıristiyan’ı, onların yaşadığı zorlukları, sıkıntıları, zulümleri ama aynı zamanda tüm bunlara rağmen hayatta kalmayı ve misyonumuzu yerine getirmeye devam etmeyi ilgilerinden konuları görüştük.
  • Ayrıca Heybeliada Ruhban okulu, Türkiye ve Orta Doğu’daki Hıristiyanların durumu, süregelen dinler arası diyaloğun yanı sıra, bu yıl İznik’te birinci konsilin 1700. Yıl dönümünü kutlamak üzere Papa 1V. Leo’nun Türkiye’ye davet edildiğini görüştük.

ABD başkanı ile görüşmede dile getirilen hususlar 1990 sonrası süreçte sıkça dile getirilen konulardır. Anlatı ve yöntemde farklılık olsa da temel misyon, Vatikan-FRP üzerinden Hıristiyan dünyayı birleştirmektir. İlginç görüşlere sahip Papa Franciscus sevgi dili üzerinden ateistlere kapı açmakta, onların da insanlığın kurtuluşuna katkı sağladıklarını dile getirdi. Cehennemin yalnızlaşmış ruh için bir istiare, Âdem ve Havva kıssasının bir anlatı, Tanrı’nın da insanlar gibi evrilip değiştiği gibi görüşleri vardı. Esasen Papa Franciscus, Hıristiyan birliğini sağlama adına Yeni Ahit’te sık görülen sevgi diline atıf yaparak ortak bir zemin oluşturmak istiyordu. Bartholomeos ilk ekümenik konsilin 1700’üncü yılını anmak için Papa Franciscus’u İznik’e davet etmişti. Fakat ömrü vefa etmedi. Onun yerine Robert Francis Prevost Papa olarak seçilmiş, Leo unvanını alarak görevine başlamıştır. Papa’nın Leo, unvanını tercih etmesi dikkat çekicidir. Çünkü ABD doğumlu ilk papadır.  Leo ismini tercih etmesi ise mesaj yüklüdür.

Katolik tarihinde dört papa Leo unvanını almıştır. Beşinci yüzyılda görev yapan Papa 1. Leo Hıristiyanlığın erken döneminden itibaren dördüncü konsil (451) Kadıköy konsiline kadar İsa Mesih’in tabiatı konusunda ortaya çıkan ihtilafları “Tek ve aynı İsa Mesih, Oğul, Tanrı” şeklinde bir çıkarımla ittifak zemini kurmaya çalışmıştır. [32] Papa IX. Leo ise 1053’te kanonik ilişkileri yeniden kurmak ve Güney İtalya’yı işgal eden Normanlara karşı bir ittifak hazırlamak üzere Konstantinopolis’e en önemli elçisi kardinal Humbert yönetiminde bir heyet gönderiyor, fakat Bizans Patriği Mikhail Keroullarios her türlü ödünü reddediyor. 15 Temmuz 1054’te elçiler, on ayrı zındıklık maddesi ile Patrik’i suçlayan aforoz kararını Ayasofya’nın sunağına bırakıyor. Bu olay onarılması zor ayrışmaya neden olur. [33]  Papa X. Leo ise Luther’in kiliseye karşı ileri sürdüğü eleştireler nedeniyle huzura davet ederek ayrışmayı önlemeye [34]çalışır.  1878-1903 yılları arasında görev yapan 13. Leo ise işçi haklarını savunan, toplumsal dokuyu güçlendirme ve bütünleştirme yolunda çaba gösteren bir papa olarak bilinir.

Leo ismini alarak Papalık görevini sürdüren şahsiyetlerin ortak özelliği birliği korumak ve bütünleşmeyi sağlamaktır. Öyle görünüyor ki Papa 14. Leo, Katolik ve Ortodoks kilisesinin Batı ekseni FRP ile ittifak sağlayıp, Hıristiyan ittifakı genişletmeyi amaçlamaktadır. Nitekim 18 Mayıs’ta Papa Leo’nun göreve başlama törenine katılan, ardından 30 Mayıs’ta ziyaret eden Bartholomeos’e Konstantinopol Ekümenik Patrik unvanıyla ağırlanmıştır. Bartholomeos ise Papa 14. Leo’yu Türkiye’ye davet etmiş ve ziyaretin detaylarını paylaşmıştır. Bu ziyaretin programında İznik toplantısı ve Ekümenik Patrikhane’yi ziyaret yer almaktadır.  İznik; hem ilk ekümenik konsilin yapıldığı yer hem de FRP’nin temelini oluşturması açısından önemlidir.

Burada karşımıza çıkan en önemli konu: Hıristiyanlığın geleneksel iki anlayışının tarihsel kopuşları, teolojik ve politik ihtilafları bir kenara bırakılarak ilk ekümenik konsilin yapıldığı İznik ziyaretidir. Diğer bir husus anılan unvanla Bartholomeos’e verilen roldür. Çünkü Tarsus, Adana ve Hatay’da bir asır sonra Rum Ortodoks Metropolitliği kuruldu. Halep ve Bağlı Bölgeler Piskoposluğu adı verildi. Rum Ortodoks Patrik vekili Archimandrite metropolit olarak FRP tarafından atandı[35]. Lozan antlaşmasıyla görevi ve görev alanı tanımlanan FRP, Vatikan rolüne benzer bir rolü ülkemizde üstlenmiş durumda. Bilindiği gibi Vatikan bir devlettir, FRP’de üstlendiği unvan ve rol itibariyle devlet içinde devlet yolunda yürümekte, kendi elemanlarını kendi kontrolü altında yetiştirmek için Ruhban Okulu’nu açmak istemektedir. Mesele bizzat ABD Başkanı D. Trump dile getirilmiş, Cumhur Başkanımızda gerekli desteği vereceğini açıklamıştır.

Ülkemizi şu ana kadar beş Papa ziyaret etmiştir. Bunlar; Papa 6. Paul 25-26 Temmuz 1967, Papa 2. Jean Paul, 28-30 Kasım 1979, Papa 16. Benedict 28 Kasım 1 Aralık 2006, Papa Francis 28-30 Kasım 2024, son olarak Papa 14. Leo.

Papa 6.Paul, 1967’de yapmış olduğu ziyarette Ermeni Patriği, Müslüman ve Yahudi cemaatlerinin liderleri ve Türk yetkililerle bir araya geldi. Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile bir araya gelerek Orta Doğu ve Kıbrıs’taki sorunları ele aldı. Sunay, Papa’nın barış lehindeki çabalarının altını çizdi. Papa bu ziyaretinde Ayasofya müzesinde dua etti. 1453’ten bu yana bir Hıristiyan tarafından yapılan ilk resmi dua idi. Anadolu topraklarına yönelik misyon faaliyetinin en üst düzeyde kapısı bu ziyaretle açılmıştı. Nitekim Papa İstanbul’daki St. Antuan Bazilikası’nda ayin yaptıktan sonra yolculuğu İzmir’e devam etmiş ve ardından Efes’e geçerek Meryem Ana’nın evini ziyaret etmiş, böylece Meryem kültünü teyit etmiş ve Efes’teki Hıristiyanların yanısıra Doğu Ortodoks kiliselerinin temsilcilerine hitap etmiştir. Bu ziyaretle birlikte Kapusenler ve Lazaristler gibi bazı Katolik gruplarca burası kutsal bölge haline gelmiştir. Ayrıca bu ziyaret Katolik dünyası ile Ortodoks Patrikhane arasındaki ekümenik ilişkilerin yenilenmesine ve bu iki kilisenin birliğine yönelik önemli bir adım atılmıştır. Çünkü temel bir ekümenik belge olan Doğu ve Batı Kiliselerinin Birliği Şartı, 25 Temmuz’da İstanbul’daki Kutsal Ruh Katedrali’nde Papa ve Patrik Athenagoras’ın huzurunda okunmuştur.

2.Jean Paul görevi sürecince farklı dinler arasındaki barış söylemiyle öne çıkmış bir Papa’dır. Hem devlet yetkilileri hem de Hıristiyan cemaatleri ile bir araya gelerek “ortak değerler, saygı ve barış” temalarını işlemiştir. 2. Jean Paul’un ziyaretinin en önemli durağı FRP olmuştur. Patrik Dimitrios’la buluşması, Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasında yüzyıllarca süren ayrılığın ardından atılmış samimi bir adım olarak değerlendirilmiş, bu buluşma daha sonra 1980 ve 1990’lardaki Katolik-Ortodoks diyalog sürecinin kapısını açmıştır. Bu ziyaret Türkiye-Vatikan ilişkilerinin de tarihi bir köşe taşı olarak kabul edilir.

Papa 16. Benedict, Regensburg Üniversitesi’nde 12 Eylül 2006’da 11 Eylül Olaylarının yıl dönümünden bir gün sonra katıldığı bir toplantıda Müslümanlarca çok eleştirilen ve tepki çeken bir konuşma yapmıştır. İslam’ın şiddet ve kılıçla yayıldığını çeşitli atıflar yaparak ileri sürmüştür. Ziyaret bu olayın hemen akabinde gerçekleşmiştir. Dolaysıyla Papa’nın ziyareti barış mesajı ve ilişkileri düzeltme girişimi olarak değerlendirilmiştir. Çünkü Papa, Türkiye’ye adım arttığından itibaren Müslümanlara saygısını vurgulamış ve İslam’ı terörle özdeşleştirmediğini ifade etmiştir. Bu söylem değişikliği İslam dünyasındaki gerginliği önemli ölçüde azaltmıştır. Papa İstanbul ve Ankara’daki açıklamalarında terörün hiçbir dinle ilişkilendirilemeyeceğini Hıristiyanları ve Müslümanların dünyaya barış getirmede ortak bir sorumluluğa sahip olduklarını ve Vatikan’ın Türkiye’nin AB’ye üyelik konusuna karşı olmadığını ifade etmiştir. Papa Sultan Ahmed Camii’nde dua etmiş, Fener Rum Patriği 1. Bartholomeos ile görüşerek ekümenik olduğunu vurgulamıştır.

Papa Francis 28-30 Kasım 2024’te yapmış ziyarette artık gelenek haline gelen görüşmeler yapmış, benzer ifadeler ile sevgi ve barışa vurgu yapmıştır. Papa Francis daha önceden İznik’i ziyaret etmeyi planlamış, fakat ömrü vefat etmemiştir. Yerine seçilen Papa Leo’nun 27 Kasım 2025’te yaptığı ziyaret Papa Francis’in plan ve projelerine sadık kaldığının bir ifadesi olarak okumak gerekir. Bu bilgiler ışığında Papa Leo’nun, İznik ziyaretiyle ilgili şöyle bir değerlendirme yapılabilir;

İznik Konsili (325) Hristiyan inanç esaslarının belirlendiği ilk konsildir. Bu konsil Katolik inanç ve uygulamaların meşruiyeti açısından önemlidir.  Bu ziyaretin en görünür sebebi İznik Konsili’nin 1700. Yıldönümünün kutlanmasıdır.

İznik, Roma’nın başta İskenderiye olmak üzere aynı zamanda dönemin diğer apostalik kiliselerine üstünlüğünü kabul ettirdiği ve mevcut problemleri kendi lehine çözümlediği bir toplantı olarak kabul edilir.

Önceki Papaların ziyaretinde ortak payda olarak görülen Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasındaki birlik ve diyalog çalışmalarının devam ettiği vurgulanmıştır.

Vatikan bu ziyareti Pilgrimage / Hac olarak yorumlamıştır. Dolayısıyla İznik, Hıristiyan dünyanın kırmızı çizgisi olabilecek potansiyele sahip. Papaların İsa Mesih ve Aziz Petrus’un yaşayan temsilcileri oldukları ve onların yetkilerini kullanabildikleri göz önüne alındığında, bu ziyaretin genelde Anadolu’yu özelde de İznik ve çevresini kutsama gibi işlevi olduğu da söylenebilir. Bunun en canlı örneği Selçuk’taki Meryem Evi olarak bilinen bölgenin 1965 ve 1967 yıllarındaki Papa ziyaretleriyle Kapusenler ve Lazaristler gibi bazı Katolik gruplarca kutsal bölge haline gelmiş olmasıdır. Bu ziyaretin ardından burayı önemli bir ziyaret merkezi haline getirmek için arazi satışlarının yapılma ihtimali söz konusudur.

Bu ziyaretle Anadolu topraklarının Hıristiyanlık tarihi açısından önemli olduğu mesajı verilmiştir. Hem Hıristiyan dünyasına köklü bir tarih bilincini oluşturacak sembolik bir yer olarak gösterilmiş hem de yeniden kutsanmış bir mekân olduğu resmi sunularak burayı ziyaret etmenin gereği törenle ifade edilmiştir.

ABD yanlısı bir siyaset izleyen Fener Rum Patrikhanesi ile yakınlaşarak ABD’nin siyasi desteğini alma ve bu sayede AB siyasetinde Bartholomeos’un konumunu güçlendirme amaçlanmıştır. Çünkü Patrik, bir devlet başkanı gibi ABD’yi ziyaret etmekte, gittiği her yerde devlet başkanı gibi karşılanmaktadır. Bu ziyaretler sırasında Türkiye ile ilgili değerlendirmeler yapmaktadır. Hiçbir dini grubun sahip olmadığı bu yetkiye ve imtiyaza sahip olması bir arkaplan okumasını zorunlu kılıyor. Bu tablo FRP’nin paralel devlet olma eğilimini gösteriyor. Bu ziyaret somut olarak FRP’nin bu alan genişletme faaliyetinin ABD-Vatikan planı olduğunu herkesin anlayacağı şekilde ortaya koymuştur.

FRP Ortodoks olmasına rağmen Moskova kilisesine / Patriğine karşıdır. Ukrayna da son derece etkili olan Bartholomeos’u ekümenik ilan ederek Hristiyan dünyayı Rusya’nın karşısına yerleştirmek amaçlanmaktadır. Bartholomeos üzerinden Doğu ve Batı kiliselerini birleştirme mesajı verilmiştir. Çünkü mevcut Papa Augustinus tarikatına mensup olup küresel Hristiyanlık idealine sahiptir.

Her ziyaretin ardından barışa ve diyaloga vurgu yapılmakta, fakat etrafımızda bizzat ABD’nin desteği ile etnik merkezli PKK terör örgütü, uzantıları YAPG, SDG bölgenin önemli bir gücü haline getirilmektedir. Vatikan etnik merkezli bölücü terör örgütüne dolaylı mesaj vermektedir. Papa 2. Jean Paul, bölgede barışın sağlanması için Kürt devleti olmalıdır mesajını vermiştir. Vatikan’ın bu yöndeki beyanları açık ve ortadadır. Barış ve diyalog hikayesi ABD’nin en geniş anlamıyla Orta Doğu’yu tanzim etme politikasının bir parçasıdır.

 


[1] Ekümenik Patrik ve Ruhban Okulu’nun hukûkî durumunu bütün boyutlarıyla değerlendirmek için bakınız: Sibel Özel (2008) Heybeliada Ruhban Okulu ve Patrikhane, İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları.

  • Bilindiği üzere Fener Rum Patriği Bartholomeos 10 Ekim 2008’de Ortodoks zirvesi düzenledi. İki gün süren bu zirvenin en önemli sürprizi Rus Patriği II. Aleksi’nin toplantıya katılması oldu. İki Patrikhane’nin arasında ciddi sorunlar ve Ortodoks dünyayı temsil etme mücadelesi olmasına karşın Rus Patriği’nin bu zirveye katılması yeni bir gelişmedir. Rus Patriği II. Aleksi 1990 yılına kadar Estonya Metropoliti idi. Bu görevden ayrıldıktan sonra Estonya Metropoliti FRP ile irtibata geçti. Diğer bir deyişle Estonya’nın bağımsızlığından sonra FRP buradaki Apostolik kiliseyi tekrar canlandırdı ve kendine bağladı. Moskova Patrikhanesi ise Estonya Ortodokslarının kendisine bağlı olması gerektiğini savunmaktadır. Yıllardır Moskova’nın yönetimindeki Estonya Ortodoks Kilisesi’ni resmi olarak tescil etmeyen Estonya sonunda sorunu çözmek için EOK’yı tescil etti. Ancak bu tescil, iki kilise arasındaki sorunu çözmeye yetmedi. Çünkü FRP, bu konuda Moskova’nın durumunu görmezlikten gelmekte ve Estonya’daki Ortodoks otorite gibi davranmaktadır. Moskova’da aynı tutumu benimsemektedir. Ayrıca Fener ve Moskova arasındaki Estonya sorunu 11 Ekim 2008 tarihinde Kıbrıs Rum kesiminde yapılan Avrupa Kiliseler Konferası’nda bir krize sebep oldu. AKK kendi bünyesine Fener’e bağlı Estonya Apostolik Kilisesi’ni kabul ederken Moskova’ya bağlı Estonya Ortodoks Kilisesi’nin üyelik başvurusunu reddetti. Bunun üzerine Moskova da AKK’yi protesto ederek, AKK üyeliğinden çıktığını ilan etti. Moskova Patrikhanesi’nin yetkilileri, AKK’nın tutumunu genel olarak Avrupa’da mevcut olan Rusya karşıtı tutum çerçevesinde değerlendirdi. Bu nedenle toplantıya katılmak istemedi. Fener’e rest çeken Moskova, eğer Fener, EOK katılırsa, kendisinin katılmayacağını ilan etti. Ancak Fener diretti ve Moskova Patriği de, kilise birliği ve toplantının önemini gerekçe göstererek toplantıya katıldı. Bu toplantıda Moskova’nın tek başarısı, sonuç bildirgesinin sadece 14 Ortodoks Kilisesi tarafından imzalanmış olmasıdır. Estonya Apostolik Kilisesi’ne bu hak verilmedi. Ayrıca Moskova’nın yönetimindeki özerk kiliseler de imzalamadılar. Moskova, Estonya’daki sorunun Ukrayna’da da yaşanacağından endişe duymaktadır. Bununla birlikte, Moskova Gürcistan Ortodoks Kilisesi’nin işbirliğini kaybetmemek adına, Kuzey Osetya ve Abhazya Ortodokslarının Moskova’ya bağlanma taleplerini kabul etmeyerek, Gürcistan Ortodoks Kilisesi’nin (GOK) bütünlüğünden yana tavır sergilemektedir. Moskova, GOK’tan başka zeminlerde destek beklemektedir. Ancak GOK da, AKK’dan beş yıl önce çıktı ve İstanbul’daki toplantıya da katılmadı (Kommersant gazetesi, 13 Ekim 2008). Bölgede yaşanan gerilim ve çatışmalar buna fırsat vermemektedir. Öyleyse bu zirve ne anlama gelmektedir? Yaşanan sorunlarda AB ve ABD’nin desteğiyle hep Fener’in öne çıkması ve gerçekleştirdiği katılımlar Moskova’nın III. Roma olma özelliğini zayıflatmaktadır. Yani batılı merkezi güçler FRP’yi Ortodoks dünyanın merkezi olarak görmekte ve bunu gerçekleştirmek için her alanda faaliyet göstermektedirler. Moskova bu durumu gördüğü halde Estonya Apostolik Kilisesi’nin (EAK) davet edilmiş olmasını ve aynı masada oturuyor olmasını içine sindirmek durumunda kaldı. Aynı sorunun Ukrayna’da yaşanacağı endişesi Moskova’yı germektedir. Eğer kendini Kiev Patriği olarak ilan eden Filaret Fener’in önerdiği metropolit konumuna razı olsaydı Ukrayna Ortodokslarının önemli bir kısmı şimdi Fener’e bağlı olacaktı. Yine de tehlike devam etmektedir. Moskova, Ukrayna’daki bölünmenin bütün Ortodoks kiliselerinin kararıyla çözülmesi gerektiğini ifade etmektedir. Ancak buradaki sorun, Moskova’nın çok az müttefikinin kalmış olmasıdır. Bunlar Bulgar, Sırp, Çek, Polonya Ortodoks kiliseleridir. (Bkz: Nezavisimaya Gazeta, Religiyi eki, 15 Ekim 2008) Elbette ki bu katılım tek başına Fener’in ekümeniklik iddiasını kabul etmek anlamına gelmez. Fakat FRP’nin yayılma ivmesi bu sonucu doğurabilir. Eğer süreç böyle devam ederse Türkiye baskı altına alınacaktır. Sezaro-Papizm, yani ’devletsiz din, dinsiz devlet olmaz “ gereğince Patrikhane’nin evrensel rolünü oynaması ve hâkimiyetini sürdürmesi için (ekümenik) Vatikan benzeri devlet olması şarttır. Tüm bunların Türkiye açısından ne anlama geldiği ortadadır.
  • Yeni dönemde AB ve ABD tarafından Türkiye’ye dayatılan husus budur. Büyük tablo dikkate alınırsa bu meselenin din ve dini özgürlüklerle hiçbir alakası yoktur. Rus Patriği II. Alexis’in vefatından sonra yeni Patrik Kirill’in FRP ile girdiği yakın ilişki küresel sistemin hâkimiyet projesinde üçüncü bin yıl misyonunun ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Nitekim 2009 yılında Patrik II. Alexis’in yerine seçilen Kirill ilk yurtdışı gezisini Fener Rum Patrikhanesi’ne yapmıştır. Bartholomeos, Moskova Patriği Kirill’i karşılamayarak ekümenlik konusuyla ilgili mesaj vermiştir. Kendini makam olarak Moskova’dan önce gördüğünü ilan etmiş ve Moskova’nın kendine tabi olduğunu diplomatik davranışla anlatmak istemiştir. Hatta Bartholomeos’un Patrikhane’nin kapısında bile aynı tavrı göstermesi kendine biçtiği konumu yeterince anlatmaktadır. Moskova Patriği Kirill’i Patrik Vekili Stefanos karşılamıştır. Buna karşın Moskova Patriği Kirill’in, hepimiz tek bir birleşik Ortodoks kilisesinin parçasıyız, demesi yeni bir sürece işaret etmektedir. Moskova Patrikliği, ekümeniklik gibi kendi çıkarlarını zedeleyecek siyasi ve manevi baskının altına girmeyeceğini her fırsatta belirtmesine karşın AB ve ABD desteğiyle giderek FRP’nin etki alanına girdiği bir gerçektir.
  • FRP’nin avukatı K. Hatemi, Bartholomeos’un Amerikan CBS TV’ye verdiği demecin ardından şu tehdidi savurdu: Ocak ayının sonuna kadar Ruhban Okulu’nun açılmaması halinde AİHM’e dava açacağız. İktidar temsilcileri hem Patriğin hem de avukatın ilanına ‘kanun ve yönetmenlikleri inceliyoruz şeklinde karşılık vererek Ruhban Okulu’nun Ya İlahiyat ya da MEB’e bağlı Meslek Lisesi şeklinde açılacağını müjdelediler. (Bkz: Yeniçağ Gazetesi, 10.01. 2010) Her nedense Ruhban Okulu’nun açılması konusundaki girişimler ve bu konuda Patriğin tutumundan, ileri sürdüğü şartlardan kimse bahsetmiyor.
  • Ekümenik Patrik meselesi dini ve tarihi gerçeklerden yoksundur. Bu konuda bakınız: Nadim Macit (2009: IV. Baskı) İmparatorluk Politikalarında Teo-Stratejiler ve Türkiye, Ankara: Berikan Yayınları. Ekümenik Patrik ve Ruhban Okulu meselesini dünya sistemleri açısından anlamak için belirtilen çalışmada ‘Protestan ve Ortodoks Gelenekte Ekümenik ve Misyon, Dinler Arası Diyalog ve Üçüncü Bin Yıl Misyonu gibi konuların analizi üzerinde düşünmek gerekmektedir.
  • Demokrat Parti iktidarında MEB’in 8 Aralık 1950 tarih ve 9127 / 7 ve 2601 sayılı emri ile okulun dört sınıflı kısmının azınlık liseleri derecesine çıkarılması ve üç sınıflı kısma bir sınıf ilave edilerek dört yıl üzerinden Heybeliada Rum Rahipler Okulu adı altında bir Teoloji İhtisas Okulu olarak derecelendirilmesi sağlanmıştır. Aktaran: Emre Özyılmaz (2000) Heybeliada Ruhban Okulu, Ankara: Ruhban Okulu’nun 1971’de Anayasa Mahkemesi tarafından özel yüksek okul kapsamına alınarak kapatılmasının nedenlerinden birisi lise programını aşarak Yüksek Okul’a dönüştürülmesi ve buna ek olarak diplomanın dışında mezun olan kişinin teoloji eğitimi aldığı, dolayısıyla lise öğretmenliği yapabileceğini gösteren gizli belgenin verilmesidir. 1971’de alınan karar doğrudan Patrikhane ile ilgili değildir. İzmir Ege Özel Mimarlık ve Mühendislik Yüksek Okulu ile ilgili olarak açılan bir davanın sonucu olarak kararın kapsamına girmiştir. Çünkü yapılan araştırma sonucu teoloji mezunlarının dış ülkelerde taşıdığı değerin Atina ve Selanik üniversitelerine bağlı fakülte mezunlarından daha üstün tutulduğu anlaşılmış, bunda diplomanın dışında verilen gizli belgenin rolü olduğu tespit edilmiştir. Geniş bilgi için bakınız: S. Özel (2008: 14-18)

[2] Thomas J. McCormick (1995: 72, 75) America’s Half Century:  United State Foreign Policy In The Cold War and After, Baltımore and London The Johns Hopkins University Press.

[3] Hakan Alkan (1999: 66) Fener-Rum Patrikhanesi: Uluslararası İlişkiler Açısından Bir Yaklaşım, Ankara: Günce Yayınları.

[4] M. Süreyya Şahin (1980: 288), Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul: Ötüken Yayınları.

[5] Gözde Kılıç Yaşın (2004: 12), Patrikhane’nin Hukuki Statüsü, TUSAM, (12 Temmuz 2004)

[6] Selim Deringil (1995) “Fener-Rum Patrikliğine Sahip Çıkalım” Milliyet (17. 3. 1995)

[7] CA, ADF, IV-16-A, 64, 29-3. Bu özgün belgede Patrikhane’nin dini faaliyet adı altında Yunan mefkuresini geliştirme ve istihbarat faaliyetleri yapan kişilerle irtibat kurma, onlara bilgi aktarma, Rum toplumunu belli misyon etrafında örgütlenme ve benzeri faaliyetleri üstlendiği anlaşılmaktadır. Bir ülkenin siyasi çatısı ve hükümranlığı altında böylesi faaliyetlerle iç içe olan bir kurum güvenirliliğini yitirir. Bugün bir çok tartışmanın altında bu güvensizlik yatmaktadır. Her kırılma döneminde Patrikhane Türkiye aleyhine rol almaktan çekinmemiştir.

[8] Cengiz Özakıncı (2007: 319), Türkiye’nin Siyasi İntiharı: Yeni Osmanlı Tuzağı, İstanbul: Otopsi Yayınları.

[9] Bkz: Williston Walker (1963: 539-549)  A History Of The Christian Church, Edinburg: T@ T Clark. Walker, bu çalışmasında ekümenizm ve misyon bağlamında yapılan toplantılar ve alınan kararla üzerinde durmaktadır. Belirtilen kavramlara yüklenen anlamları vermekte ve misyon birliğini gerçekleştirmenin çağa ve geleceğe ilişkin boyutu üzerinde durmaktadır. Protestan ve Ortodoks mezhepleri tarafından başlatılan bu çalışmalara Vatikan daha sonra katılmış ve oluşturulan anlayış çerçevesinde dinler arası diyalog modelini geliştirmiştir.

[10] Bkz: Aytunç Altındal (2004: 149) , Vatikan Ve Tapınak Şövalyeleri, İstanbul: Alfa Yayınları; Ayrıca bakınız: Türkiye ve Ortodokslar, Ankara: Yeni Avrasya Yayınları.

[11] C. Özakıncı (2007: 319)

[12] M. Süreyya Şahin (1980: 30)

[13] Milliyet Gazetesi 05.01.1964.

[14] Milliyet Gazetesi 07. 01. 1964

[15] Bkz: M. Süreyya Şahin (1996: 31–32)

[16] Akşam Gazetesi, 23 Mayıs 2009.

  • Patrikhane’nin talepleri Türk Eğitim Sistemini belirleyen ve tanımlayan yasalara ve yönetmeliklere aykırıdır. Çünkü Anayasa’ya göre ‘hiçbir kimseye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.’ Bu nedenle Türkiye Ruhban Okulu’nu açma talebini devletin denetimine tabi ve geçerli mevzuata uygun şekilde gerçekleştirmek istemiştir. YÖK’e ve MEB’e bağlı olarak açılması devletin kontrolüne tabi tutulması anlamına geldiği için karşı çıkmaktadır. Dışarıdan öğrenci ve papaz getirmek ise Lozan antlaşmasının kararlarına aykırıdır. Lozan kararlarına göre Patrikhane’nin dini hizmetlerin dışına çıkarak siyasi faaliyetlerde bulunması suçtur. Bir ülkenin kendi halkı için vermesi mümkün olmayan özel hakları talep etmek ne anlama gelmektedir? Meseleyi siyasi bağlamdan çıkarıp gerçek bağlamına, yani hukuki alana taşıdığımız zaman açıklığa kavuşturmak mümkündür. Mahkeme ise Patrikhane’nin özel taleplerinin hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.

[17] Behiç Kılıç, “İnönü, Lozan’ı Patrikhane İçin Deldi”, Tercüman Gazetesi, (02. 12. 2006)  B. Kılıç’ın yaptığı çözümlemelere göre Lozan’ı delerek Patrikhane’ye sağlanan imtiyaz; siyasi aktörler, patrikhane ve Batılı merkez ülkeler arasındaki bağlantıya dayanmaktadır. Alınan kararları ve Türkiye’ye dayatılma tarzını bütün detaylarıyla ortaya koyan yazar İnönü’den Erdoğan’a kadar uzanan süreçte oldukça ilginç ve dikkat çekici olaylara / görüşmelere değinmektedir. Ancak misyon örgütlerinin alan genişletme faaliyetlerine bakılırsa sürdürülen politikanın iki başbakanın, Turgut Özal ve R. Tayip Erdoğan’ın dönemlerinde ivme kazandığını söylemek gerekir.

[18]     Papa VI. Jean Paul (1964: 4) “UR: Unitatis Redintegratio”, (21 Kasım 1964)

[19]     İlber Ortaylı (2007: 190) Batılılaşma Yolunda, İstanbul: Merkez Yayınları.

[20]     Vasilios N. Makrides, (1997:120) La Tension Entre Tadition et Modernité (Yunanistan’da Gelenek İle Modernite Arasında Gerilim), Religions et Laicité dans l’Europe des Douze (AB Ülkelerinde Dinler ve Laiklik) içinde, (Çev: F. Arabacı) AB Ülkelerinde Dinler ve Laiklik,

[21] Zeyno Baran et Emmet Tuohy, (15 Mai 2005 “An Unorthodox Orthodoxy”, National Review Online, (URL: www.nationalreview.com).

[22] Geniş bilgi için bakınız: Nadim Macit (2009: IV. Baskı) İmparatorluk Politikalarında Teo-stratejiler Ve Türkiye; Ankara: Berikan Yayınları.

[23] Tercüman Gazetesi, 23.12.2009.

[24] Geçmişte uyguladığı programın lise dengi program olduğunu savunmak ve Ruhban Okulu’nun amaçlı bir şekilde kapatıldığını ileri sürmektedir. Eğitim kurumlarını en güzel şekilde inceleyen Osman Ergin’in verdiği programa bakılırsa böyle bir program ‘lise adı altında fakülte programıdır.’ O. Ergin’in verdiği program şöyledir: Mektebin yedi sınıfı vardır. İlk dört sınıfı liselerde okutulan program, son üç sınıfta da Ortodoks ilahiyat bilimleri okutulmaktadır. İhtisas sınıflarında 1937 yılına kadar yalnız Türkçe dersi okutulurken bu tarihten beri Maarif Vekilliği’nin tensibiyle bazı kültür dersleri de okutulmaktadır. Bkz: Osman Ergin (1977: 2 / 744) Türk Maarif Tarihi, İstanbul: Eser Matbaası. 1951’de programa yapılan ek ve ayrıca mezunlara verilen gizli belge birlikte düşünülürse 1971’de verilen karar kapsamına alınması hukuki açıdan gayet doğal bir durumdur.

  • Çarmıha germek deyimi Patrikhane’nin açıkladığı üzere sadece sıkıntı çekmek anlamına gelmez. Bir haça ayak ve el bileklerini bağlamak ya da çivilemek yoluyla ölüme terk etmek, zalimce muamelede bulunmak anlamlarına gelir. Bu iki anlamdan kinaye olarak dert, cefa, çile anlamları karşılığında da kullanılır. Açılım ilanından hemen sonra dini azınlıkların temsilcileriyle görüşen siyasi aktörlerin ‘çarmıha gerilmek’ tabirinden rahatsız olmaları verilen beyanın hangi anlamda kullanıldığını göstermektedir. Nitekim Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bartholomeos’u Türk halkını rencide etmekle suçlamıştır. Bkz: Vatan Gazetesi, 22. 12. 2009. Kaldı ki ifade aynen şöyledir: “Kendimi Türkiye’de, yaklaşık 2 bin yıllık Patrikhane’nin yok olmasını bekleyen bir hükümetin altında yaşarken, çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum. Söylenmek istenen açıktır. Siyasi iktidar tarafından algılanmış ancak söz mühendisliği içinde eritilmesi gerektiğine karar verilmiştir. Nitekim Dış İşleri Bakanı Davutoğlu şu ilginç cümleyi kullanmıştır: “Bizim tarihimizde ve geçmişimizde hiçbir zaman çarmıh olmamıştır, olmayacaktır da. Ben bunu arzu edilmeyen bir dil sürçmesi olarak görmeyi ümit ediyorum. Bkz: Radikal Gazetesi, 22. 12. 2009.

 

 

[26] Tercüman (24.12.2009) Ekümeniklik Oyunu

[27] Yeniçağ Gazetesi, 10. 01. 2010. Müftü İbrahim Şerif söz konusu ikiyüzlülüğü şu ifadelerle anlatıyor: İstanbul’da Rum azınlığın sorunları tartışılırken Batı Trakya’daki Türkler yok sayılmaktadır.  Biz yıllardır, çarmıhtayız, hatta aslanların önüne atılıyoruz. Müftü olarak seçilmeme rağmen Atina tanımıyor. Yıllarca edildim, yıllarca hapiste yattım. Şimdi Yunanistan yeni kararlar çıkartarak kendisi 240 imam ataması yapıyor. Dini kurumlarımızı kökten tahrip ediyor. Lozan aykırı uygulamalar yaptığı halde kimsenin sesi çıkmıyor. AHİM lehimize karar verdiği halde kimse dikkate almıyor. Fakat Patrik’e bu konuda soru yöneltilince meseleyi çarpıtıyor: Yunanistan’da cami yapılmasına izin verilmiyorsa, Türk azınlığın seçtiği müftüyü Yunan hükümeti kabul etmiyorsa, bizim günahımız ne, demektedir. Eğer Bartholomeos iktidar odaklarının telkinlerine değil temel metinlere bakarsa kabahatin ne olduğunu görür. Nitekim Lozan Antlaşması şu hükme yer verir: İşbu kesim hükümleri ile Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıkları için tanınan haklar, Yunanistan tarafından da, kendi topraklarında bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır” (Azınlıklar 43 Madde) dendiğini görür. Bu demektir ki, “Yunanistan’daki Türk (Müslüman) azınlığa Yunan hükümetinin muamelesi ile Türkiye’deki gayrimüslim azınlığa Türk hükümetinin muamelesi aynı terazide tartılır.” Fakat Patrik bunu görmüyor.

  • Daha önce Başbakan Erdoğan’ı Musa karakterli göstererek irtifa kesbeden A. Beki, Radikal Gazetesinde ‘Zulüm Edebiyatı’ ve Patrik başlığı altında Bartholomeos’un dolduruşa geldiğini ileri sürmektedir. Seçilmiş travmalar üzerinden ‘zulüm edebiyatı’ yapmanın gerçeklikten kopuşa sürüklenmek olduğunu söylemektedir. İbn Arabi’den meşrep kodu devşirerek siyasi durumu analiz eden ezoterik bakışlı aydın; daha önce kendi yazdıklarını unutarak gerçekle hayali iç içe yaşamak insanı hayatın gerçekliğinden koparır öğüdünü vermektedir.
  • Taha Akyol, Milliyet Gazetesindeki köşesinde şu yorumu yapar: Atatürk 25 Aralık 1922’de Lozan’da izlenecek politikayı anlatırken, Patrikhane’nin ‘fesat ocağı’ olduğunu söylüyor: “Rum Patrikhanesi için Türkiye’nin kendi arazisi üzerinde bir sığınak göstermeye ne mecburiyeti var?! Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan’da değil midir?” Gazi, sözlerinin devamında, Lozan’a giden Türk heyetine de bu yönde talimat verildiğini belirtiyor. Ocak 1923’te Lozan’da bu konuda büyük tartışmalar oluyor. İsmet Paşa ve Rıza Nur günlerce Patrikhane’nin tarih boyunca nasıl bir siyasî fesat yuvası olduğunu anlatıyorlar, Türkiye’den çıkmasını istiyorlar. Sonunda, hem Venizelos hem Batılı müttefikler Patrikhane’nin siyasi ve idari yetkilerine son verilmesini, “sadece din alanına giren işlerle yetinmesini” kabul ediyorlar; İsmet Paşa “Bu sözlerinizi taahhüt sayıyorum” diyerek tutanaklara geçirtiyor… Ve Patrikhane “sadece din işleriyle uğraşmak” üzere ülkemizde kalıyor. Bu tarihi tabloyu çizdikten sonra ‘modernleştirme misyonunu üstlenen Akyol şu yorumu yapıyor: Atatürk de 1924 konuşmasında ve Nutuk‘ta Patrikhane’den bahsederken ‘Tarihte şunu yapmışlardı’ üslubunu kullanır. Ondan sonra Atatürk’ün Patrikhane’ye yönelik bir eleştirisi bile olmamış, Ruhban Okulu da devam etmiştir. 1971’de Okul’un kapatılmasının sebebi siyasî bir sakınca görülmesi değil, devletçilik yanlısı Anayasa Mahkemesi’nin özel yüksek okulları kapatmasıdır. Atatürk’ün kendisi değişen şartları herkesten iyi görmüş, bırakın Ruhban Okulu’nu kapatmayı, “Yunanistan’la aramızdaki sınırların kalkacağı günlerin yakın olduğunu” bile söylemişti. Biz de kendi zamanımızın şartlarına göre düşünmeliyiz. Akyol’a göre Ruhban Okulu’nun açılmasında siyasi sakınca yoktur. Hatta okula dışarıdan gelecek birkaç yüz yabancı öğrenci Türkiye’yi tanısın, dilimizi öğrensin… Batı kamuoyunda Batı Trakya Türklerinin insan hakları, Türkiye’de Ruhban Okulu’nun kapalı olmasının gölgesi altında kalıyor. Okulu açmak bu açıdan da elimizi güçlendirecektir. Batı Trakya’daki Yunan şovenizmine karşı Türkiye Lozan’ı savunarak mücadele etmelidir. Yunanistan’ı defalarca mahkûm eden AİHM kararlarına dayanarak mücadele etmelidir… Evet, Ruhban Okulu’nun açılmasında hukukî pürüzler vardır ama bu pürüzler, mesela, Hasan Celal Güzel’in önerdiği gibi, “vakıf üniversitesi” türü formüllerle çözülebilir. Sayın Patrik de konuşmalarında ölçüyü kaçırmamalı, Türkiye’yi rencide edici sözlerden sakınmalıdır.

[30] Mustafa Kemal Atatürk (1981: 1 / 2) Nutuk, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.

[31] Osman Ergin (1977: 2 / 811)

[32] P. Schaff (1919: 62). M. Eliade (2000: 3 / 67-68)

[33] M. Eliade (2000: 3 / 239)

[34] M. Eliade (2000: 3 /268)

[35] M. Yıldız, “Papa’nın Ziyareti Hayır mı, Şer mi? (03.11. 2025)

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!