Hikâye, Hıyarlı Köyü’ne gelen bir valinin resmi bir açılış töreni ve sonrasındaki yemek deneyimini anlatmaktadır. Vali, başlangıçta köy halkının coşkulu karşılaması ve törenin düzeniyle karşılaşır. Ancak, tören sonrası muhtarın evindeki yemek sırasında hijyen eksiklikleri ve köylülerin rahat tavırları valinin iştahını kaçırır. Özellikle sinekli çorba ve yaşlı bir köylünün öksürme/hapşırma şekli valinin yemekten zevk almasını engeller. Köylülerin valiye karşı samimiyette aşırıya kaçan ve görgü kurallarına uymayan yorumları da valiyi rahatsız eder. Sonunda vali, yemek yiyemeden sofradan kalkar ve muhtarın kendi yöresel ürünleri olan hıyar turşusunu ikram etme çabası ile karşılaşır.
Tepedeki gözcü çocuk “geliyorlar, geliyorlar” diye avazı çıktığı kadar bağırınca tek tük ağaç gölgesine oturanlar üzerlerini silkeleyip öğretmenleri Hacer Hanım’ın sözlerine uyup tek sıra hazır ol durumunda beklemeye başladılar. On dakika olmadan önde iki motosikletli polis ve arabası ardında üç siyah araba gözüktü. Öndeki araç önlerinde toz duman bırakarak gelip geçti. Hacer Öğretmen elindeki çiçekle sibek gibi ortada kalakaldı. Üç yıldır öğretmenliğini yaptığı köyde tatlı dil ve nezaketiyle tanınan Hacer Öğretmen öfkeyle bağırdı.
– Adi köpekler biz sizleri adam belleyip saatlerce bu sıcakta bekledik. Hepinizin gelmişini geçmişini taaaaaaaaaa………..
Koştururken sağ ayakkabısının topuğu çıkmak üzereydi. Biraz taşla düzeltmek istese başaramadı.
– Mürüvvet kızım al şu anahtarı evden bir ayakkabı getir. Sizler de çocuklar okulun önüne gidin orada buluşuruz.
Öğrenciler öğretmenlerinin ettiği küfürleri hep bir ağızdan söyleyerek güle oynaya köye doğru koşmaya başladılar. Yeni okulları önüne geldiklerinde Kaymakam ve Milli Eğitim Müdürü konuşuyordu. Vali kürsüye uzunca bir takdim sonunda çıkınca Hacer Öğretmen de tık nefes yetişebildi.
– Sayın Hıyarlı köy halkı. Sizlere Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Milli Eğitim ve Sayın İç İşleri Bakanım ve çok değerli vekillerimizin selamlarını getirdim. Malum memleketimiz için gece gündüz uğraşan bu değerli büyüklerimiz gelemediler. Fakat gönülleri sizlerle.
Vali bey önündeki sudan bir yudum alırken ardındaki Muhtar İzzettin Efendi kalabalığı bir koro şefi gibi yönetiyordu. Sağ eli havaya kalkınca hep birlikte çılgınca alkışlanacak, sol eli yukarı kalkınca “bravooo, Allah sizden razı olsun” denecek, iki eli aynı anda kalkınca koro halinde “Hıyarlı sizlerle gurur duyuyor” diye bağırılıp elleriyle tempo tutulacaktı.
Allahtan hava çok sıcak ve Vali Beyin boğazı sık sık kuruyordu, zaten tansiyonu da vardı konuşmasını daha fazla uzatmadı. Çılgınca tezahüratlar altında kürsüden indi, iki sınıflık yeni köy okuluna doğru yöneldi. Kurdeleyi iki kız öğrenci tutuyordu. Vali Bey bir tepsi içinde kendisine sunulan makasla beklerken sol yanındaki İl müftüsü aniden “amin” diyerek uzun bir duaya başladı. Arkasından muhtarın sertçe dürtmesiyle “sadakallahülazim” diyerek sustu. Vali Bey ve heyettekiler eserlerini(!) görmekten çok memnun olarak Muhtarın evine gittiler.
Evin geniş odası duvar halıları ve kabartılmış yer minderleriyle yer sofrasının kenarlarına dizilmişlerdi. Vali bey sabah kahvaltısı bile yapmadığı için kurt gibi acıkmıştı. Birazdan genişçe bir tas içerisinde yoğurt çorbası geldi. Vali Bey kaşığıyla ilk hamleyi yapacakken gözü kızartılmış tereyağı üzerindeki iki sineğe takıldı. Kaşığını geri çekip ters çevirerek sofranın önüne bıraktı. Durumu gören Muhtar kaşığıyla sinekleri alıp önüne bıraktı. Kaşığını yalayıp çorbaya uzanırken Vali Beyin midesinin bulandığını fark etmedi, kendisi de çok acıkmıştı. İştahını çorbadan sonra gelecek kuzu tandıra saklıyordu…Heyettekilerden Kaymakam Bey durumu kurtarmak için Muhtara takıldı.
– Ne o Muhtar Efendi bizi çorbayla mı doyuracaksın. Hele getir çok methettiğin kuzu tandırı
Biraz sonra dört delikanlının getirdiği nar gibi kızarmış kuzu tandır kebabı özenle sofraya bırakıldı. Vali Bey kopardığı irice bir parçayı çiğnemeye çalışırken o uğursuz an geldi. Tam karşısında devamlı kızarmış burnunu koluna silen Muhtarın seksenlik babası şiddetle hapşurdu. Ağzında ve burnunda birikenler kuzunun tam ortasına yapıştı. Bereket takma dişleri tam önüne düşmüştü. Tekrar dişlerini takıp yeniden bir bismillah çekerek ziyafetine kaldığı yerden devam etti. Vali Bey karşılaştığı bu vahim durum karşısında lokmalar boğazına takılıp kıpkırmızı kesilirken Kaymakamın durumu fark etmesiyle hayata yeniden döndürüldü. Sırtına aldığı darbelerle tekrar nefes alırken iştahı geri gelmemek üzere kaçmıştı. Fakat köylüler birbirleriyle yarışırcasına Vali Beyi ziyafete davet ediyorlardı.
– Hadi Vali Beyim şöyle soğutmadan yiyiver.
– Buranın kuzuları lokum gibi yiyi yiyiverin.
– Allah aşkına Vali Bey al şu parçayı tam ağzınıza göre lokum gibi…Çiğnemeden yutu yutu verin.
Köylülerin bu içten davetleri karşısında Vali Bey küçük bir parça kopardı, ağzına bir türlü koyamazken ayakta hizmet için bekleyen orta yaş bir köylü seslendi.
– Amma da boktan yiyon be Vali Bey şöyle alı alıver. Lokum gibi tam ağzına layık. Ayran vereyim mi?
Dumanı üzerinde tüten kuzudan kimse bu daveti duyacak durumda değildi. Vali bey sırtına aldığı sert darbelerle tek lokma yemeden sofradan aç kalktı. Kahveler beklenirken Muhtar Vali Beyin durgun hali dikkatini ilk kez fark etmişti.
– Sayın Valim kuzuyu mu beğenmediniz?
– Yoooo.
– Bir kusur kabahat mı işledik?
– Münasebetsizlerden birisi bana amma da boktan yiyon, Vali Bey dedi.
Vali Bey bir özür beklerken, Muhtar sırıtarak konuştu.
– Amma da yaptın Vali Bey kafanı taktığın şeye bak. Salla kulağını geçsin. Giderken götüresiniz diye size hanım hıyar turşusu yaptı. Malum buraların hıyarları pek meşhur.
– Bilmem mi…