Belki de modern çağın görevi şudur: Bilimsel gerçeği öyle parlak ve anlaşılır anlatmak ki, mucizeye ihtiyaç kalmasın. Çünkü Eratosthenes’in güneş altında diktiği çubuk, aslında insanoğlunun elindeki en büyük mucizeydi: Akıl.
Düşünün ki Pisagor, Platon, Aristoteles ve Eratosthenes birer “tanrı elçisi” olarak karşımıza çıksaydı… Dünya’nın küre olduğunu, Ay tutulmasındaki yuvarlak gölgeyi, gemilerin ufukta kaybolma sırasını ve Asvan-İskenderiye arasındaki 7,2 derecelik farkı anlatan bir “kutsal kitap” kaleme alsalardı. Yeryüzünde tüm canlıların bir gemiye doluştuğu, denizin ikiye yarıldığı, firavunun bile bile girdapta kaybolduğu veya bir katır üstünde evreni gezmenin mümkünü olduğunu zaten tereddütsüz kabullenen bizler, böylesi somut kanıtlarla bezeli bir metne kim bilir nasıl sarılırdık!
Pisagor, gök cisimlerinin hareketindeki kusursuz daireyi görünce “Dünya da yuvarlak olmalı” dedi. Platon ve öğrencisi Aristoteles, bu görüşü hem düşünsel hem gözlemsel olarak geliştirdi. Aristoteles, Ay tutulmasında Dünya gölgesini gösterip “Kanıt burada!” dedi; kuzey-güney gökyüzü farklarını sıraladı. Eratosthenes ise Asvan ile İskenderiye arasındaki gölge farkını ölçerek Dünya’nın çevresini 250.000 stadyum, yani yaklaşık 39.375 kilometre olarak hesapladı. Modern ölçüme şaşırtıcı derecede yakın bir sonuçtu bu.
Oysa çağlar boyunca kitlelerin aklına kazınan başka anlatılar vardı: Tufanda her canlıyı aynı güverteye dizmek, denizi yürünebilir bir caddeye çevirmek, firavunu bile bile suya gömmek ve Burak adlı bir katır üstünde evren turuna çıkmak gibi. Bu mucizelere tereddütsüz “olur” diyen hafızamız, Pisagor’un “Dünya küre” demesine yüzyıllarca şüpheyle bakabildi. Demek ki mesele, kanıtın gücünden ziyade anlatının kutsallığında gizliydi.
Hayal edin: Eratosthenes 39.375 km’yi “yeryüzü ölçüsü” diye vahyetse, Aristoteles “Ay tutulması gölgenizdir” diye buyruk verse, Pisagor “Eşkenar üçgenin ruhunu koruyun” diye emirler dizse… Bugün okullarda “bilim dersi” yerine “Bilgeler Suresi” okutuluyor, teleskop yerine “Gözcü Tahtası” taşınıyor olabilirdik. Muhtemelen “Dünya düzdür” iddiası bir çırpıda küfür yaftasıyla reddedilir; gemi-ufuk ilişkisini sorgulayanlar dinden çıkmakla suçlanırdı.
Tarih bize gösterdi ki insan zihni anlatıya hazır ister kutsal ister seküler olsun, ikna gücü yüksek metinler yüzyıllarca hüküm sürebiliyor. Bugün elimizde teleskoplar, uydular, Cern çarpıştırıcıları var (Lanet Tanrı Parçası); ama kolektif hayal gücümüz hâlâ denizin yarılması kadar çarpıcı, bir katırla evren turu kadar görkemli sahneler arıyor. Belki de modern çağın görevi şudur: Bilimsel gerçeği öyle parlak ve anlaşılır anlatmak ki, mucizeye ihtiyaç kalmasın. Çünkü Eratosthenes’in güneş altında diktiği çubuk, aslında insanoğlunun elindeki en büyük mucizeydi: Akıl.