Bir insan dünyada sevilecek binlerce hayvan bitki varken neden bir yılanı sever. Sevmekten öte bütün gün iş önlüğünün kalbinin üzerindeki cebinde taşır. Adını bile söylerken içimizin ürperdiği bu onbeş santimlik yılanın sahibi babamdı. Babam iş çıkışı cebindeki yılanı özenle altı otlarla kaplı boş akü kutusundaki küçük bir kâseye süt bırakırdı. Yılan kıvrılıp tekrar uyurdu. Bazen babamın ince uzun parmakları arasında süzülerek dolandıktan sonra avucunun ortasına gelinde dikilip ona bakardı. Bu anlarda yılanın daha doğrusu yılanın ‘Yoruldum beni yuvama koy’ demek istediğini bilirdik. O anlarda babam bu küçük başı öper, sonra incitmekten korkar gibi baş ve işaret parmağıyla tutar yuvasına bırakırdı. Bazen de canı sıkılan yılancık başını kutundan biraz çıkartıp etrafı izlerdi.
Tatillerde çocuğumuz okumazsa bari bir meslek sahibi olsun sokaklarda hoydur hoydur başı boş gezmesinler diyerek iş yerlerine verilen çocuklardık. Babamın tek oğlu olduğum ve mesleği daha sonra (okumazsam) sürdüreceğim için başka işe girmem ayıp sayılırdı. Ben de bu kuralı bozmadım tabi…İşim yağlı, pisli, paslı ve zor olsa bile yine severek yapmaya çalışıyordum. Hele hafta sonları diğer çalışanlarla beraber haftalığımı almam ayrı bir mutluluktu. Arkadaşlarla sinemaya giderdik.
Çalıştığım günlerde beni rahatsız eden tek şey, babamın sevgisini bu soğuk yılanla paylaşmak olmaktı. Yılanı cebine her koyuşta mahzun bakışlarımı fark eden babam, beni de çok sevdiğini göstermek için başımı okşamak isterdi. Fakat ben o anlarda hiç mutlu olmazdım… O ellerle başıma dokunmasından tiksinmekten öte nefret ederdim. O da sırtıma hafifçe vurarak sevgisini gösterirdi.
Hafta sonu yakındaki bir köye bir kaç traktörün tamiratı için gideceğini duyunca garip bir sevinç duydum. Giderken babam iyi bir para bırakıp süt almamı ve dostuna iyi bakmamı birkaç kez tembih etti. Bende sabah iş yerime giderken köşedeki bakkaldan bir şişe süt aldım. Yılan elimdeki süt şişesini görünce dikilip gözlerime baktı. Ben o anlarda babama verdiğim sözü unutup, aylardır içimde tuttuğum öfke ve nefretimle tüm şişeyi yere döktüm. Yılan hızla dolanarak başını gizledi ve gün boyu hiç kaldırmadı., Ertesi sabah kapıda beni Arif kalfa karşıladı ve hiç duymadığım bir ses tonuyla beni adeta azarladı.
– Hasan sen ne yaptın ,kendinden değil ustamdan da mı utanmadın.!
– Ne yaptım ki?
-Daha ne yapacaksın! Zavallı hayvan boynuna tek düğüm atmış hareketsiz yatıyordu.
– Öldü mü ?
– Sabah erkenden gelince ölmekten kurtardık. Sevip okşadık, sütü verdik kendine geldi ama yerinden hiç hareket etmedi. Belli ki çok korkmuş…
Yılanı sadece babamın sevmediğini, çalışanların da çok sevdiklerini duyunca kendimden utandım. Babam dönene kadar kimselerle konuşamadım. Çok üzüldüğümü gören çalışanlar bu konudan babama söz etmeyeceklerini söyleyince çok sevindim. Yaz tatiline kadar babamın atölyesine çeşitli bahaneler söyleyip hiç gitmedim. Nihayet yaz geldi ve ben yeniden işime döndüm. Yılanla göz göze gelmemek için uzağında çalışıyordum. Fakat kaçınılmaz o felaket günü yine gelmişti. Babam dedemi Ankara’ya tedaviye götürmek için birkaç gün aramızda olamayacaktı. İlk günler yine yılandan uzak durmaya özen gösterdim. O gün yılana aldığım sütü kasesine dökecekken yine göz göze geldim. O an içimde yıllarca yaşatacağım bir suç ve utancı yaşadım. Sanki bir el ben istemeden elimi yukarı kaldırıp süt şişesini yere fırlatmıştı. O an fark ettim yılanın gözlerindeki dünyanın en güzel rengi…Zavallı yılan bir zaman yüzüme baktı. Nerden bilirdim bunun bir veda olduğunu. Çalışanlar koşuştururken ben dışarıya fırladım. Pırıl pırıl gökyüzü gözüme grileşmiş gözüktü. Çevremdeki her şey siyah beyaz bir filme dönüşmüştü. Saatlerce daha önce hiç gitmediğim sokaklarda boş gözlerle yürüdüm. Keşke babam gelene kadar atölyemize gitmeseydim. Keşke sütü bir başkası alsaydı. Keşke kırılası elim o şişeyi kaldırmasaydı. Keşke, keşke, keşke…
O akşam iştahım yok diyerek erkenden yatağıma uzandım. Uyku tutmayan gözlerimin önünden dünyanın en korkunç filmi geçiyordu. Gecenin neresinde uyuduğumu bilmiyorum ama kabuslarım daha da artıyordu. Boyu yüz metreye ulaşan dev yılanlar ağızlarında salyalar akıtarak peşimden geliyorlardı. Sonunda bir yılan tarafından diri diri yutulunca kan ter içinde yatağımdan fırladım. Sabaha kadar uyku haramdı, annem uyanmadan evden fırladım. İş yerimizle evimiz arası normalde yarım saat kadar vardı. Ama ciğerlerim patlarcasına koşmama karşın sanki her adımda yerimde sayıyordum. İş yerime geldiğimde henüz gelen yoktu. Dakikalar saatlere dönüşürken kalfalardan birisi gelip kapıyı açar açmaz yılana doğru koştum. Uzaktan yılanın başını iki kez düğümleyip kutudan sarkıttığını görünce kâbusum gerçek olmuştu. Feryadıma yetişen kalfa beni bırakıp kutuya doğru koştu. Başıma şiddetli bir yumruk atarak bağırdı. Ağlıyordu…
– Ne yaptın cani! Ne istedin masumdan!
– Yaşıyor değil mi?
Telaşla yılanın düğümlerini telaşla çözmeye uğraşırken, diğer çalışanlar da yanımıza gelmişti. Ben içimden yaşaması için bildiğim bütün duaları ediyordum. Arif kalfanın sözleriyle dualarım hıçkırıklara dönüştü.
– Zavallı hayvan bu sefer ölmüş…
Şimdi ben babama ne diyecektim.
Şimdi ben kendime ne diyecektim.
Yılanı bile sütün değil sevginin yaşattığını o gün öğrendim.