1980 yılında tutuklandığımda- o dönemde Devrik lider Saddam Hüseyin’in kardeşi Barzan Al Tikriti’nin başkanlığını yaptığı, Irak Almuhaberat Müdürlüğünün Bağdat’taki genel binasındayken. Soruşturmaların birisinde soruşturma uzmanı bir üst subay, beni işkenceler sonucu çok kötü halde görürken “Sen bu kadar işkenceler sonucu öleceğinden korkmuyor musun?" diye sorduğunda ona dedim ki:
– “Hayır ölüm nedir ki ben korkuyum ondan. Bir defa doğduğum gibi bir defa öldüğümden eminim. İster bugün ister yarın. Benim için ölümden daha çok önemli olan yaşamaktır. Yaşamayı başarırsam işte o zaman ölümlere hoşgeldiniz derim."
– “Tamam işte, ben senin yaşamana izin vereceğim" diyerek bana bir kağıtla birde kalem verdi ve devam etti “Al bu kağıdı ve üstüne tanıdığın tüm Türkmen Turancıları’nın adlarını yaz ve hemen seni serbest bırakayım."
Gülerek ona dedim ki!
– "Siz benim halimi hissederek, görmediğiniz gibi benim bu hale gelmek için kaç defa öldüğümü de bilmezsiniz. Bu kadar işkenceden sonra alınmayan yanıtın cevabını böyle kolay alacağınızı nasıl düşündüğünüzü merak ediyorum. Ben yaşamak derken sevdiklerimin, dostlarımın ve tanıdıklarımın sevgilerini kazanarak onlar için yaşamayı kastediyorum. Onların gönlünde yaşayabilmek için ben bin bir defa ölmeye bile hazırım. Siz ise benden suçsuz masum insanların adlarını bu kağıdınıza yazarak düşmanınız olduklarını söylememi istiyorsunuz. Benim Turancı diye tanıdığım bir Türkmen yok. İsterseniz öldürün beni."
Gözlerimin içine iyice baktıktan sonra elamanlarına bağırarak dedi
“Gelin lan bunu götürün, odasına kapatın“.
O arada ben bir gurup tutuklu arkadaşlarla 58 numaraları odada kalıyorduk. Kardeşim Sadun Köprülü ise 64 numaralı diğer odadaydı. Bizimle aynı odada Türkmen tutuklularından Nihat AKkoyunlu, İzzettin Tuzlu, Turan Köprülü, Çetin, Nevzatlar, Nazım, Mehdi Tuzlu bulunmaktaydı. Kapıdan içeri girdiğimde yeni işkenceye maruz kalmadığıma sevinmişlerdi. Ondan sonra bir daha soruşturmaya alınmadım (Devrim mahkemesi) diye adlandırdıkları mahkemeye gitmeden 15 gün öncesine kadar. O günsü de beni mahkemeye gönderecekleri suç duyurusunu imzalamak için götürmüşlerdi.
Evet yaşamak güzel bir şeymiş ama ondan daha güzeli nasıl yaşamayı bilmektir. kimileri yaşarken her gün bin bir defa onur ve haysiyetlerini kaybettikleri için öldükleri gibi diğerleri de öldükten sonra bile, onur ve haysiyetleriyle milyonların svegilerini kazanarak yaşamaktalardır. Bence ilkeler, prensipler uğruna ölmek değil aksine yaşamak yakışır ancak, bu yüzden de bir ilkeye inanan birisi, sevdiklerine sizin için ölümü değil, yaşamayı göze almışım kolay kolay diyebilirdi.
Yaşamayı göze almak düşünüldüğü kadar kolay değildir. Hele para, mal, mülk ve çıkar peşinde olanlar asla yaşamayı göze alamazlar. Çünkü onlar ölümden korkan zavallılardır. Onun için her gün yüzleri kızarmadan onursuzluk ve haysiyetsizlikleri yüzünden defalarca ölmeye mahküm olurlardır. Irak’taki Türkmen halkımızda yaşamayı göze alan, ilkeleri uğruna canlarını seve seve kurban veren örneklerimiz pek çoktur. Saya saya bitirmek imkansızdır. Ben burada çok iyi hatırladığım bir iki örneği siz değerli kardeşlerime arz etmekle yetineceğim.
1980 yılında bir gurup dava arkadaşıyla Türkçülükten yargılanarak idam edilen rahmetli şehidimiz İzzettin Terzi, tutuklanmadan bir kaç yıl öncesi, Türkmen Oyuncusu Hüseyin Ali Demirci (Tembel Abbas) vahşi bir şekilde katledilirken bir kınama yürüyüşüne engel olmak isteyen güvenlik görevlisine yerden aldığı taşlarıyla karşı koymak istemişti. Elinden taşlarını zor almıştık. Çünkü onu kaybetmek istemiyorduk. Oysa yaşamayı göze aldığı için ölümü gözü görmüyordu. Aynı şehidimiz rahmetli İzzettin Terzi, kendilerine verilen idam hükmünü duyunca, afedersiniz ayakkabısını çıkarıp mahkeme başkanı Müslüm El Cuburiye fıratmıştı.
Diğer bir olay, Türkmen liderlerinden Emekli Albay Abdullah Abdurrahman’a aittir. Soruşturma esnasında işkenceyle gözünü çıkarmışlardı. Mahkemede idam kararını duyunca aynı hakim El cuburi’ye, "siz gözümü çıkartınız idamda edebilirsiniz ama biliniz ki benim ben onlar için yaşamayı göze aldığım ilke, milli aşk ve Türkçülüğümü asla benden söküp atamazsınız, ve nede kutsal davamızı yok etmeye gücünüz yetecektir." demişti.
Bugünse o şehit ordumuzun başlattığı dava yolunda ölümden korkmaz yaşamayı göze alan yüzbinlerce gençlerimiz yetişmektedir. her birisi birer Necdet Koçak, Adil Şerif, Halit Şengül, Mehmet Korkmazlar gibi bu davaya sarılmaktadırlar. Artık Türkmeneli’nin geleceği onlardan sorulur. Onlar da yaşamayı göze almışlardır ve gerekirse o yaşamaları için tıpkı liderleri gibi bin bir defa ölmeyi bilirler.